1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Aya ile Meluşa arasında olası bir gömü yeri...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Aya ile Meluşa arasında olası bir gömü yeri...

A+A-

HATIRLATMA... HATIRLATMA... HATIRLATMA...

Kayıplar Komitesi yetkililerine, okurlarımızın büyük yardımlarıyla ve şahitlerle birlikte göstermiş olduğumuz ancak zaman içerisinde yeterli kazı ya da araştırma yapılmamış yerlerden bir kısmını hatırlatma babında yeniden gündeme getirmek istiyoruz...

Bunlardan birisi de Aya ile Meluşa arasında olası bir gömü yeri idi...

2 Ağustos 2013 tarihinde yani bundan tam sekiz sene önce, Kayıplar Komitesi yetkililerine, Ayakebir (Dilekkaya) ile Meluşa (Kırıkkale) arasında olası bir gömü yerini, bir okurumuzla birlikte göstermiştik. O günden bu yana aradan sekiz sene geçmesine karşın, bu konuda herhangi bir ilerleme kaydedildiğine tanık olmadığımız için, bir kez daha bu olası gömü yerinin araştırılıp burada gerçekten bir toplu mezar olup olmadığının anlaşılması ve konunun temize havale edilmesi maksadıyla tekrardan yayımlıyoruz.

s1-213.jpg

O günlerde okurumuz bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bu olası gömü yerini gösterirken, anlattıklarını bu sayfalarda şöyle yayımlamıştık:

“20 Temmuz 1974 ile 14 Ağustos 1974 tarihleri arasında Kiracıköy’den (Atienu) bazı Kıbrıslırum askerler siper kazarak Aya ile Meluşa arasına kadar gelmişler. Ayakebir ile Meluşa (Kırıkkale) bildiğin gibi tümüyle Kıbrıslıtürk köyleri idi, karma köyler değildi. Geceleyin köylüler bazı traktör sesleri duymuşlar ya da şiro sesleri ve neler olup bittiğini merak etmişler.

Ertesi günü Ayakebir’den (Dilekkaya) iki Kıbrıslıtürk’ü gidip neler olup bittiğine bakmaları için bir arabayla oraya göndermişler. Bu iki Kıbrıslıtürk oraya gittikleri zaman, Aya ile Meluşa arasına Kiracıköylü Kıbrıslırum askerlerin bir mevzi yapmış olduklarını görmüşler. Ancak Kıbrıslırum askerler bunlara ateş açınca onlar da ateş etmişler, sonra da aracı tarlalara sürüp kaçmışlar, aracı tarlada bırakıp Aya’ya dönmüşler.

Sonra hiçbirşey olmamış. İkinci Harekat’ta Türk ordusu ilerleyip de bölgeyi kontrol altına aldıktan sonra, bazı Kıbrıslıtürkler’e, bu bölgede savaş sırasında öldürülmüş olanları toplayarak gömmeleri emredilmiş. Bazı Kıbrıslıtürkler de sana sözünü ettiğim, Kiracıköylü Kıbrıslırumlar’ın kazdığı Aya ile Meluşa arasındaki mevziye topladıkları savaşta öldürülmüş Kıbrıslırumlar’ı gömmüşler.

Bazı Meluşalılar bu gömü yerini bildiği için zaman içinde buraya gelir ve altın yüzük ya da saat ararlarmış çünkü zaten buraya çok derin bir gömü yapmadıkları için kimilerinin eli, ayağı dışarıda kalmış…”

Bu konuda okurlarıma da çağrıda bulunmak istiyorum. Konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi iseniz isimli veya isimsiz olarak beni arayabilirsiniz... Telefon numaram 0542 853 8436...

Aynı şekilde Kayıplar Komitesi’ni de arayabilirsiniz... Kayıplar Komitesi’nin ihbar hattı 181’dir.


Chris Rotsakis’ten yeni “cypriotwithsign” eylemi:

“Kıbrıslı olduğum için hiç kimseden özür dilemeyeceğim...”

Kıbrıslırum genç barış aktivisti, “cypriotwithsign” eylemleriyle kısa sürede büyük ilgi çeken Chris Rotsakis, son eyleminde “Kıbrıslı olduğum için hiç kimseden özür dilemeyeceğim” diye yazdı.

“I am from Cyprus, I am Cypriot” yani “Ben Kıbrıs’tanım, ben bir Kıbrıslıyım” diye kartona yazılmış bir tabelayla Kıbrıs Cumhuriyeti bayraklı bir binanın önünde poz veren Chris Rotsakis, sosyal medya paylaşımında şöyle dedi:

“Ben kendimi Kıbrıslı olarak addettiğimi söylediğim için bundan rencide olan hiç kimseden özür dileyecek değilim. Konuştuğum dil, benim kim olduğumu tanımlayamaz. Eğer Türkçe veya Rumca konuşmam otomatik olarak benim Kıbrıslı olmamı saydırmayacaksa, o zaman İngilizce konuşmam, İngiliz olduğum anlamına mı gelir?

Ben ne Türk, ne de Yunan’ım dediğim zaman bir hain olmuyorum. Bu ülkeler, kültürleri, müzikleri, tarihleri ve mutfak kültürleriyle benim derin bir bağım ve onlara yönelik sevgim vardır. Ben Kıbrıs’tan geliyorum. Ancak hem Türkiye, hem de Yunanistan’a yönelik sevgi ve hayranlık duygularım, benim bir Kıbrıslı olarak kendi öz değerimden herhangi bir şey kayıp ettirmemesi gerekir. Kıbrıslılar pek çok kültürün ve tarihin amalgame olmasından meydana gelmişlerdir ve bizi özgün bir ırka ve ulusa dönüştürmüştür bu. Ben her zaman bir Kıbrıslı olmaktan gurur duyacağım. Umarım ki yakın zamanda tüm Kıbrıslılar da  aynı şeklide hissedebilirler...”

s2-180.jpg

(Bunu @thecypriotstory’den aldım... Bu harika sözcüklerin için teşekkürler...)

 


BİR KİTAP...

“Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları...”

s3-095.jpg

Ohannes Kılıçdağı

Türkiye tarihinde haksız, hukuksuz, adaletsiz, zalimce olay çoktur malum. Varlık Vergisi de bunlardan biri. Geçen hafta, Varlık Vergisi hakkında makaleleri ve ‘Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları’ adlı bir kitabı (İletişim Yay.) olan Prof. Ayhan Aktar’la bu konuda bir söyleşi yaptık. Bu yazıda Varlık Vergisi’nin kimi yanlış bilinen, kimi hiç bilinmeyen ve o söyleşide daha genişçe ele aldığımız kimi yönleri üzerinde durmak istiyorum.

Varlık Vergisi en basit hâliyle, dönemin hükümetinin Kasım 1942 ile Mart 1944 arasında uygulamaya koyduğu, kâğıt üzerinde savaş şartlarında kazanılan ‘fevkalade kazançları’ vergilendirmek için koyduğu bir vergi. Gerçekten de İkinci Dünya Savaşı ortamının getirdiği, tüketim mallarındaki kıtlık, hükümetin karşılıksız para basması yüzünden fırlayan enflasyon ekonomik bir krize yol açmıştı. Aktar’ın da dediği gibi, hükümet hem bütçe açığını kapamak, hem karşılıksız piyasaya sürülen parayı geri çekmek için böyle bir vergi düşünür. Fakat, bu işin sadece bir yüzü, hatta görünen yüzüdür.

Diğer yüzde, Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun CHP grup toplantısında açıkça söylediği üzere Ermeni, Rum ve Yahudileri piyasadan silme, onların yerine Türkleri ‘oturtma’ amacı vardır. Nitekim, o sıralar nüfusun %2’sinden azını oluşturan gayrimüslimler, şahıs ve firma bazında verginin yaklaşık %90’ını ödüyor. Gene Ayhan Aktar’ın 28 Aralık 1942 ila 30 Haziran 1943 tarihlerini kapsayan tapu arşivinde yaptığı çalışmanın gösterdiği üzere bu dönemde Ermeni, Yahudi ve Rumlar gayrimenkullerini satarken onların sattıklarının %67,7’sini Müslüman vatandaşlar, %30’unu ise kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu bankaları, belediyeler, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi kamu kurumları yani devlet almış. Sermaye transferi açıkça görülüyor.

Aslında savaş sebebiyle vurgunculuk, istifçilik, karaborsacılık yoluyla zenginleşenlerden hükümetin, Türkiye’de veya başka yerde, normalin dışında bir vergi alması ne akla, ne vicdana aykırı. Fakat, Varlık Vergisi uygulaması, sanılanın aksine böyle bir vergi değil. Daha doğrusu, bunun çok ötesinde özellikleri var. Bir kere, her şeyden evvel daha en başından mükellefleri Müslüman-gayrimüslim diye ayıran bir zihniyet var (Bunların yanı sıra ‘Ecnebi’ ve ‘Dönme’ diye iki kategori daha var ki başka dinden özellikle de Sabetaycılar kastedilerek Yahudilikten dönmüş olanların kastederek ‘Dönme’ diye bir kategori oluşturulması başlı başına bir gösterge.) Böyle olunca, demek ki asıl mesele varlıklı olmak değil; öyle olsaydı Müslüman zenginlerin de aynı biçim ve derecede vergilendirilmesi gerekirdi. Hâlbuki gayrimüslimlere yazılan vergi otomatik olarak, Müslümanların katbekat üzerindeydi. Misal, yan yana iki dükkânı olup aynı işi yapan, ciroları birbirine yakın iki kişiden Türk olana 500 lira vergi yazılırken Yahudi olana 50 bin lira vergi tarh edilmişti.

Amacın söylendiği gibi sadece vurguncuyu, istifçiyi, karaborsacıyı vurmak olmadığını gösteren bariz başka bir hâl ise şoför, komisyoncu, sekreter, terzi, garson gibi, emeğiyle hayatını kazanan Hıristiyan ve Yahudilere de vergi salınmış olmasıdır. Üstelik, bu öyle istisna denebilecek bir topluluk da değildir. Ücretli veya dar gelirli olup da kendisine Varlık Vergisi çıkarılan gayrimüslimlerin sayısı 26 bin civarındadır. Bu kesimden olup da vergi salınan bir Türk-Müslüman yoktur. Bu kesimden sadece gayrimüslimlere vergi tarh edilmiştir. Yani, adı ‘varlık’ vergisi olsa da sadece varlıklılardan alınmamıştır. Bu da verginin, bugün bile onu savunmak için ileri sürülen gerekçesini, başka bir deyişle verginin kendi hikâyesini geçersiz kılar.

Buradaki el çabukluğu, tüm karaborsacıları, vurguncuları gayrimüslim, tüm gayrimüslimleri de karaborsacı gibi göstermekti ve burada başrolü hükümetten çok basın oynamış. Yazarıyla, çizeriyle “misafirperverliğimizi istismar ederek memleketin kanını emen yabancılar” imajını körüklemişler. (Dikkatinizi çekerim, burada ‘misafir’ denenler bu toprakların binlerce yıllık sakinleri.) Ahmet Emin Yalman, Zekeriya Sertel, Refik Halit Karay, Peyami Safa gibi başka konularda kolayca hemfikir olamayacak kalemler Varlık Vergisi bağlamında Hıristiyan ve Yahudi karşıtlığı konusunda kolayca bir araya gelmişler. Acaba bunlar, yukarıda söylediğimiz gibi emekçi gayrimüslimlerden de bu verginin alındığını bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı da umursamıyorlar mıydı veya onları da mı ‘hak ettiler’ diye değerlendiriyorlardı?

Bugün aklı başında, ahlakını ve insafını yitirmemiş herkes hukuk düzeni açısından vahim yerde olduğumuzu görüyor ve söylüyor. Peki, hukuk katlinin öncülleri yok muydu? Olmaz olur mu... Hukuk başka şeylerin yanı sıra, bir kültür işi aynı zamanda ve burada net bir devamlılık çizgisi var. Şöyle ki, Varlık Vergisi hukuksuzluk, keyfilik kültürünü besleyen öncül vakalardan biri. Hepimiz KHK rejiminden şikâyetçiyiz ama bunun evveliyatı var, her şeyi hepten yeni zannetmeyelim. Varlık Vergisi’nde tarh edilen miktara itiraz için dava yolu kapatılmıştı, örneğin. Biz bugün ‘aranan’ bir kişinin bulunamaması durumunda yakınlarının gözaltına alındığını görüyor ve itiraz ediyoruz. Varlık Vergisi’nde bir kişi vergi ‘borcunu’ ödeyemezse o kişinin yalnız eşinin değil, yetişkin çocuklarının, anne-babasının, kardeşlerinin de mallarına el konabiliyordu.

Biz bugün hukuki ve idari keyfilikten, iki satırlık kararnamelerle iş görülmesinden de şikâyet ediyoruz, değil mi? Varlık Vergisi için ilk çıkan kanunda, 55 yaş üstündekilerin çalışma kampına gönderilemeyeceği hükmü var (Burada söylemedik ama evet, borcunu öde(ye)meyenler çalışma kampına gönderildiler.) Daha sonra, vergiyi açıkça eleştirme ‘cüret’ini gösteren ama 55 yaşından büyük olan iki Yahudi avukatı da çalışma kampına gönderebilmek için hemen bir Bakanlar Kurulu kararnamesi çıkarıp, 55 yaşından yaşlı olanların da kampa gönderilmesi kuralını getiriyorlar.

Daha anlatılacak çok şey var ama neden tarihî günahlarla yüzleşmeden bugünü de düzeltemeyeceğimiz anlaşılmıştır sanırım. 

(AGOS – Ohannes KILIÇDAĞI – 29.1.2021)

 

 

Bu yazı toplam 1581 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar