Aya Marina’da “kayıplar”ın izinde...
Bir kez daha Aya Marina yollarındayız ama bu kez bize rehberlik edecek Aya Marinalı bir Kıbrıslıtürk okurumuz var yanımızda... Aya Marinalı bu okurum, son onbir yıllık araştırmalarım boyunca bana çok yardım etmiş, çok değerli bir insan... Bu bölgeyi gözü kapalı biliyor... 1974’te bir yakını dört “kayıp” şahsın bulunduğu yeri görmüş, bugün bize bu yeri gösterecek.
Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal ve Ksenofon Kallis’le birlikte gidiyoruz bu bölgeye – bu kez yanımızda Komite’de fotoğrafçı olarak görevlendirilmiş Turgut Vehbi arkadaşımız da var. Aslında Turgut Vehbi, kazı ekipleri için bir tür “joker” çünkü nerede ihtiyaç varsa oraya koşturuyor... Onu küçük bir bebekkenden beridir tanıyorum – henüz bebek arabacığında, tombiş, elma yanaklı, sarışın, mavi gözlü, sevimli bir bebekti – daha yürüyemiyordu bile! Babası Ergün Vehbi, YENİDÜZEN’in Yazı İşleri Sorumlusu’ydu, annesi Vesile Vehbi, bir kadın doğum hekimi olarak çalışıyordu... Çocuklar büyüyor, genç insanlar oluyor – Turgut Vehbi’de değişmeyen tek şey gülümsemesi ve yiyeceklere olan iştahı... Yiyeceklerden konuşmaya başladığımızda, mutlaka gülümsüyor. Bugün, sürücü koltuğunda Turgut Vehbi var ve okurum da onun yanına oturarak, gideceğimiz yere doğru yolalırken, onu yönlendirecek.
Bu kez, geçen defa Aya Marina’ya gidişimizden farklı bir yol izliyoruz. Omorfo-Lefkoşa yolundan ayrılıp toprak yola girerek dağa tırmanmak yerine, Kırnı üzerinden Aya Marina’ya doğru yol alacağız. Ancak önce Kırnı’da duruyoruz: Burada bir başka okurumla buluşacağız...
Bu okurum bana bir arkadaşının 1974 yılında damperli bir kamyonun gelip bazı “kayıp” insanların cesetlerini boşalttığı ve sonra da bir dozerle üzerlerine toprak örtülmüş olan bir yeri göstermişti. Bir tepenin yamacındaydı bu yer... Gidip bu okurumla buluşuyoruz, arkeologlarla konuşuyor ve olası gömü yerinin nerede olabileceği hakkında tahmin yürütüyorlar.
Kırnı’da çabucak işimizi tamamladıktan sonra okuruma ve arkeologlara vedalaşıyoruz. Sonra da Aya Marina’ya doğru yola çıkıyoruz.
Okurumun söylediği yoldan gitmeye çalışıyoruz Aya Marina’ya ve kendimizi geçen kez bu bölgede çamura saplanmış olduğumuz noktada buluyoruz... Ancak okurum, nereden geçmemiz gerektiğini biliyor ve Turgut Vehbi’yi yönlendirerek, çamura saplanmamızı önlüyor.
“Buraya 15 gün önce geldiydim” diyor, “bu kadar çamur yoktu, bu kadar su yoktu... Dağlardaki pınarlar patladı herhalde, bu su oradan gelir herhalde...”
Her taraf çamur içinde ve toprak yolda bazı noktalar geçilemeyecek vaziyette... Tam bir bataklık... Zaman zaman arabayı durdurup aşağıya iniyor ve nereden geçmemiz gerektiğini işaret ediyor. Gerçekten de onun bu bölgeyi çok iyi bilmesi sayesinde, bu kez bu bataklıklara saplanmadan yolumuza devam ediyoruz. Aya Marina’ya giderken tek gördüğümüz insan, bir çoban, eski manastır yakınlarındaki mandranın yanında koyunları bekliyor... Çobanın iki köpeği koşup bize havluyor, Turgut Vehbi arabayı çok dikkatli sürüyor ve bu tümüyle izole, yapayalnız ama çok güzel topraklarda çamura saplanmadan yolumuza devam ediyoruz.
Her taraf “gafgarıt” dolu ama bu tarlalardan kimsecikler bu gafgarıtları toplamadığı için dallarında kurumuşlar... Yenileri çıkıyor şimdi – tüm bu bölge bir zamanlar bir Osmanlı Paşası olan Bayram Paşa’nın “çiftliği” imiş – bölgede gafgarıt, ayrelli, hostez ve gavcar mantarları büyüyor... Belli ki bu bölgeye hemen hiç kimse gelmiyor ya da pek az insan uğruyor buralara... Bu yüzden doğa olduğu gibi kalmış, kimsecikler ellememiş buraları...
Okurum bir zamanlar Denya’dan başlayıp taa Aya İrini’ye (Akdeniz) uzanan toprakların Bayram Paşa’ya ait olduğunu, bu bölgede çiftlikler bulunduğunu, bu yüzden buralarda yerleşim yeri olmadığını anlatıyor. “İkidereli” ailesinden bahsediyor, Muhiddin İkidereli’yi ve ailesini tanıyorum...
“Bu bölgede 8 bin dönüm toprakları vardır İkidereli ailesinin” diye anlatıyor.
Bir zamanlar buralarda “İkidereli” adlı bir köycük varmış ama zamanla yokolmuş...
Bu bölgede başka küçük köycükler de varmış fakat bunları bir zamanlar Kıbrıs’taki veba salgınları yok etmiş... Kıbrıs’taki veba salgınları dönemlerinde bazı Maronit köycükleri de yokolmuş...
Sonuçta yeni manastıra ulaşıyoruz. Burası Aya Marinalı Maronitler’in yeni manastırı Profiti İlias idi, 1974 yılında savaş sırasında bombalanmış ve yanmış... Bu olağanüstü güzellikteki taş binanın damı yok, kapıları yok, pencereleri yok – çok güzel bir döner merdivenden ikinci kata çıkılıyor – avlusunda ise çok güzel br havuz var... Okurum, bu manasıtırın Başpapazı Andriko’yu barada ziyaret ettiğini anlatıyor...
“Arkadaşımdı ve köylümdü” diyor.
Maronitler ona “İgumenos Andreas” diyormuş ama asıl adı Andreas Fraggu imiş...
1963 yılında Maronit Papaz Andreas Fraggu, Koççinodrimitya’dan Aya Marina’ya gelerek Kıbrıslıtürkler’i öldürmek isteyen çetenin önüne geçmiş. Bu çete, yakınlardaki Ayvasıl köyünde bir katliam gerçekleştirmişti ve Aya Marina’daki Kıbrıslıtürkler’i de öldürmeye gelmişlerdi. Ancak Papaz Andreas, Koççinodrimityalı bu ekibi manastıra, şimdi bulunduğumuz yere davet etmiş:
“Köyümüzdeki Kıbrıslıtürkler’e dokanmayacaksınız!” demiş onlara.
Köydeki Kıbrıslıtürkler’i öldüremeyince, bu kez bu çete geceleri Kıbrıslıtürkler’in evlerine giderek onları taciz etmeye çalışmışlar, “Kızınız nerede? Oğlunuz nerede?” diye soruyorlarmış, maksat onları korkutup bu karma köyden kaçırmakmış... Oysa Aya Marina’da Maronitler’le Kıbrıslıtürkler, barış içinde birlikte yaşıyordu ve bu zor zamanlarda, Maronitler, Kıbrıslıtürkler’i korumaya çalışmışlar, kendi evlerini açmışlar Kıbrıslıtürkler’e, geceleri gelip kalsınlar, çoluk çocuk, başlarına kötü bir şey gelmesin diye... Ancak Koççinodrimitya’dan bazı Kıbrıslırumlar’ın çetesi, yanlarına köydeki “temsilcileri”ni de alarak tacizlerine devam etmeye çalışmışlar.
Koççinodrimitya’dan gelen bu ekip köydeki Kıbrıslıtürkler’i öldürememişler ama Gönyeli’den buraya öğretmen olarak gönderilmiş olan genç adamı, Mustafa Hüseyin Yalçın’ı öldürmüşler... Böylece Aya Marinalı Kıbrıslıtürkler de 1964’te Ocak ayı boyunca parti parti köyü terketmeye başlamışlar ve sonuçta bu karma köydeki yaşam, Koççinodrimityalı bu çete tarafından yokedilmiş...
Okurum bana, Maronit Papaz Andriko’ya, 1963’te Kıbrıslıtürk toplumunun lideri olan Dr. Fazıl Küçük’ün bir teşekkür mektubu göndermiş olduğunu anlatıyor...
“Andriko bana bu mektubu göstermişti” diyor, “Herhalde bu mektup da 1974’te manastır bombalanınca yandı gitti...” diyor.
Dr. Küçük, Profiti İlias Manastırı Papazı Andreas Fraggu’ya, Aya Marinalı Kıbrıslıtürkler’in hayatlarını kurtarmak için yaptıklarından ötürü, bu köyde bir katliamı önlemesinden ötürü teşekkür ediyormuş.
Aya Marinalı Kıbrıslıtürkler’in hayatını kurtarmış olduğu için Maronit Papaz Andreas, 2003 yılından önce barikatlar henüz “kapalı”yken, istediği zaman kuzey-güney Kıbrıs arasında geçiş yapabiliyormuş çünkü Kıbrıslıtürk barikatlarında fotoğrafı ve ne zaman isterse geçebileceği yönünde talimat bulunmaktaymış... Ne yazık ki Andreas Fraggu şimdi hayatta değil, belki de Aya Marina’ya tekrar tekrar gelmemin nedeni bu: Andreas Fraggu adlı bu isimsiz kahramanın, katil çetelerine karşı ağırlığını koyup köylüsü Kıbrıslıtürkler’i koruyan bu insanın öyküsünü öğrenip yazmak, onu hatırlamak ve varlığını insanlarımıza hatırlatmak... Bu adada yalnızca katliamların değil, insanlık öykülerinin, cesaret öykülerinin, Papaz Andreas Fraggu gibi başkalarının hayatlarını kurtaranların da bulunduğunu yazmak...
Ateşi pembe ve uçuk mor laleler, krem rengi laleler karşılıyor bizi – yeni manastırın bulunduğu noktadan Omorfo Körfezi’nin göründüğünü keşfediyorum! Okurum Kambilli’yi (Hisarköy) işaret ediyor, Asomato’yu (bu da bir başka Maronit köyüydü, şimdilerde Özhan diye biliniyor) – tüm bölge bir kartpostal güzelliğinde: Buradaki güzellik sonsuzluğa doğru uzanıyor...
Okurum bize bir zamanlar bir yakınının üç “kayıp” şahsın cesetlerini görmüş olduğu noktayı gösteriyor... Bu yeni manastırla eski manastırın arasında oluşturulmuş, suyu biriktirmeye yarayan doğal bir havuz... Şimdi bu havuz taşlarla kaplı... Kallis ve Murat Soysal’la birlikte aşağıya inip havuzun altında bir başka noktada da dördüncü bir “kayıp” şahsın cesedinin görüldüğü noktayı gösteriyor.
İki manastır arasındaki düzlükte bir zamanlar çok yaşlı bir harnıp ağacı bulunduğunu anlatıyor bana...
“Panayır dönemleri bu ağacın altını görecektin! Mangallar yanardı ve insanlar burada yer içerdi...” diyor.
“Ağaca noldu? Kesildi mi?” diyorum.
“Yok hayır, bombardımanda yandı, kül oldu” diyor...
Kallis ve Murat Soysal’la birlikte yukarıya tırmanıyorlar ve okurum bize yeni manastırın önündeki iki kuyuyu gösteriyor. Bu kuyuların derinliği 30 ayakmış fakat bir tanesi kapatılmış, ancak birkaç ayak derinliğinde duruyor ve içinde hayvan kemikleri bulunuyor.
Manastırın yanından yukarıya tırmanıyoruz ve tepenin üstündeki su deposuna gidiyoruz. Çimentodan yapılmış bu su deposunun içi boş, kapağı da yok... Maronit arkadaşlarımdan birisinin anlattığına göre, 1974’te köyü terketmeden önce Aya Marinalı bir Maronit bu su deposunun içinde dört “kayıp” şahsın cesetlerini görmüş... Ancak depo şimdi boş – belki savaş sırasında su deposunun içine saklanıp burada öldürülmüş bu insanlar ve sonra da cesetleri başka bir yere mi taşınmış acaba?
Aya Marina’da işimizi tamamlayıp Lefkoşa’ya dönüyoruz – bu kez Omorfo-Lefkoşa yoluna bağlanan toprak yolu kullanıyoruz. Tepeden aşağıya inerken okurum bize Koççino Kremmos Tepesi’ndeki mağaraları gösteriyor – bu mağaraların içerisinde bir zamanlar bir yeraltı kilisesi varmış, henüz Hristiyanlığın yasak olduğu dönemlerden kalmaymış bu yeraltı kilisesi...
“Duydum ki yıkılmış, çökmüş bu yeraltı kilisesi” diyor.
Okuruma bizimle birlikte Aya Marina’ya gelerek dört “kayıp” şahsın olası gömü yerlerini göstermiş olduğu için sonsuz teşekkürler... Kayıplar Komitesi yetkililerine de bizimle birlikte bu alana gelerek onlara bu olası gömü yerlerini göstermemizi kabul ettikleri için çok ama çok teşekkürler...