Aya’da ve Ayyorgi’de yeni kazılara başlandı…
KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…
Ayermola’da bir “kayıp”tan geride kalanlar kuyuda bulundu, sulu elek yapılıyor… Aya’da ve Ayyorgi’de yeni kazılara başlandı…
Kayıplar Komitesi’nin Ayermola’da (Şirinevler) yürütmekte olduğu kazıda bir “kayıp”tan geride kalanlar kuyuda bulundu ve kuyunun dibine ulaşıldı. Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi’nden edindiğimiz bilgilere göre, çıkan topraklar, kuyu sulu olduğu için çamur halinde çıkarılıyor, bu yüzden tüm çamur, “sulu elek” tabir edilen yöntemle, elekten geçirilerek kalıntıların gözden kaçmaması için arkeologlarımız büyük çaba gösteriyor… “Sulu elek” örneğin Petrofan kazılarında da yapılmıştı – bu bölgede de bir kuyuda bulunan ve çamurların içerisinde olan “kayıplar”dan geride kalanlar da sulu elekten geçirilerek, “kayıp” yakınlarına bulunan “kayıplar”ın tüm kalıntılarının bir eksiksiz teslim edilmesi için uğraş verilmişti.
Ayermola’da bir diğer “kayıp” kadın için torununun göstermiş olduğu bahçe içerisindeki bölge kazılarak herhangi bir ize rastlanmadı ve aynı bahçe içerisindeki kuyunun kazılmaya başlanabilmesi için hazırlıklar yapılıyor.
“Sulu elek” aslında zorlu bir iş çünkü çamurlu topraklar eleklere konuluyor ve üzerine su akıtılarak çamurlar eleniyor… Böylece üstte kalan parçalar incelenerek, aralarında insan kalıntıları yani küçük kemikler varsa, bunlar ayrılıp paketleniyor ve antropolojik inceleme için laboratuara gönderiliyor.
Bir evin avlusundaki kuyuda bulunan ve bir “kayıp” Kıbrıslıtürk’e ait olduğu sanılan kalıntılar, ancak DNA analizleri sonucunda kimliklendirilmiş olacak ve kimliklendirilmiş olan kalıntılar, “kaybın” yakınlarına defnedilmek üzere Kayıplar Komitesi tarafından verilecek.
Kayıplar Komitesi’nin Lefkoşa hapishane yanındaki kazısı tamamlanırken, Aya Kebir’de (Dilekkaya) bir kuyuda bulunan dört ile beş kişilik “kayıp” Kıbrıslırumun gömü yerini bulmak üzere yeni kazılara başlandı. Kapalı bir kuyu sözkonusu olduğu için ve kuyunun tam yeri bilinmediği için, kazı ekibi bu kuyunun tam olarak yerini saptamaya çalışıyor.
Arçoz’daki (Yiğitler) kazılar devam ederken, Aygün’de de (Ayyorgi) bir “kayıp” Kıbrıslırum’un gömülü olduğu düşünülen bir evin geride kalmış bulunan temeli yıkılarak kazıya girişildi.
Omorfo’daki kazıda herhangi bir ize rastlanmayınca kazı tamamlanarak kapatıldı.
Kayıplar Komitesi kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz…
BASINDAN GÜNCEL…
“Aram Güleryan’ı tanır mıydınız?”
Alin Ozinian
Aram Güleryan hayata veda etti. Siz onu Ara Güler adı ile tanıyorsunuz.
Sahi, siz kaç tane Ermeni tanıyorsunuz?
Ermeni arkadaşınız var mı?
Hani şöyle oturup konuşulabildiğiniz, dertleşebildiğiniz, “Burası senin de vatanın, hainlik yapmıyorsun değil mi?” diye sinsi mesajlar içermeyen sohbetlerden söz ediyorum, gerçekten arkadaşınızın hayatını anlamak, takıldığı yerde ona yardım etmeye hazır olunan sohbetlerden.
Geçenlerde bir arkadaşım anlattı, arkadaşım Türk, bildiğiniz Türk, öyle nenesi Ermeni, amcası Kürt falan değil. Ankaralı bir memur çocuğu. Eğitimli, dünyayı kendisine anlatılan gibi değil, kendi kabul ettiği doğru ve değerler çerçevesinde değerlendiren, Türkiye’de yaşayan sayısı az insandan. Adını söylersem tanırısınız.
Bu arkadaş, bir meyhanenin yanından geçerken arkadaşı Ahmet’i görüyor. “Gel, otur, Garo ile içiyoruz” diyor Ahmet. Oturuyorlar, mezeler, rakılar, memleket, siyaset derken, konu Ermeni konusuna geliyor. Bizim arkadaş soykırım der demez, Garo atlıyor, “Deme öyle, bence soykırım değil, göç olmuştur” diyor.
Birbirlerine şaşkınlıkla bakıp konuyu kapatıyorlar. İleriki günlerde anlaşılıyor ki, Ahmet ile bu konuları rahatça konuşan Garo, masaya oturan ‘yabancıdan’ çekiniyor. Nedir, kimdir bilmediği bu yabancının soykırım demesinden rahatsız oluyor. Bunu bir tuzak olarak algılıyor ‘TC azınlık beyni’ ve alarma basıyor. Konuyu kapat, konuşma, inkar et diyor.
Ne diyorduk?
Ermeni tanıdıklarınız var mı? Hani adı Levon olup, dışarıda kendine Erol diyen. Hiç adetten olmadığı halde erkek çocuğunu doğar doğmaz sünnet ettirip, ele güne ‘sağlık için’ derken, karısına yatakta gizlice “İyi oldu, yoksa askerde çok zorluk çekerdi” diyerek, huzurla uyuyan Ermeni tanıdıklarınız.
Cuma günü sahibi olduğu dükkânın önüne gelip, “Hadi kardeş Cuma’ya” diyerek gülenlerin sesinden irkilen, duymazlıktan gelen ama gerginlikten sağlığı bozulan Ermeni komşularınız var mı?
Bildiğiniz ve bilmediğiniz Ermeniler birer Hrant Dink değiller. Önce bunu bir sindirmeniz gerekiyor.
Türkiye’de yaşayan Ermenilerin hepsi gözlerini karartıp gerçekleri haykıran insanlar değiller. Ermenilerin bu topraklar üzerinde yaşadığı haksızlıkları, zulümleri gün ortasında sırtından vurulmak pahasına Türk insanına anlatmaya çalışmıyorlar.
Kafanızdaki bu ‘muhalif Ermeni’ imajını silin. Her ünlü ve ünsüz Ermeniyi bu kefeye koymaya çalışmayın. O tanıdık imaj Hrant Dink’e ait, diğer tüm Ermenilere değil.
Hiçbir Ermeni’den valiliğe çağrılıp ‘dikkatli ol’ tehdidi aldıktan sonra, konuşmaya yazmaya devam etmesini, bu topraklara huzur gelmesi için canını tehlikeye atmasını beklemeyin. Dink davasında yaşanan rezillikten sonra artık hiç beklemeyin.
Ne diyorduk, Türkiye’deki Ermeniler diyorduk.
Hani yedi yaşından itibaren, şu azınlık okullarına atanan ‘görevlilerin’ bakışları, kontrolleri, ayarları hatta “Hepiniz Ermeni dölüsünüz” sözleri ile sosyal hayata başlayan Ermeniler...
Kendilerini her zaman bir tehdit olarak gören devletin ve sistemin içinde yaşayan ve onu tuhaf bir şekilde sevebilen Ermeniler...
Solculuktan yakalandığında arkadaşları bir kez, o ise Ermeni olduğu için iki kez dayak yiyen Ermeniler. İşkence sırasında “Ermeniliği yetmiyor bir de solcu olmuş” hakaretleri duyan Ermeniler...
Annesinin adı Verjin, babası Dacat, 1951 yılında Getronagan Ermeni Lisesi'nden mezun olmuş. Bildiğin Ermeni ve Hıristiyan, dolayısı ile ‘merhum değil ancak müteveffa olabilen’ Ara Güler, artık yok.
Büyük usta Ara Güler, “Affedersiniz Ermeni” diyen adamın ve ailesinin fotoğraflarını çekmiş. Ne büyük skandal! Doğru ya, Türkiye’de Ermeni deyince herkes ceket ilikler. ‘Topraklarımızın kadim halkı’ der, saygı duyarlar.
Bizim bakkal mal aldığı çubuk krakerciye sinirlenip “Ulan, bu yaptığını Ermeni yapmaz” demez mesela, kaldırdığı koli ağır olunca “Bu ne Ermeni ölüsü gibi” de demez. Ermenileri hep Osmanlıdan günümüze bu topraklara kazandırdıkları ile hatırlar; Balyanlar, Dilaçarlar, Güllü Agoplar...
Bakkalı bırakıp siyasi liderlerden bahsetmeyeceğim, onların içindeki Ermeni kininden söz etmeyeceğim. Son günlerde moda çünkü “İnönü fabrikatör azınlıklara limon sattıracağım demişti” diyorsunuz, “Onlar AKP’nin atasıydı” cevabı geliyor. Bıktık. Meğer AKP’ye kadar tüm Türkiye; halkı ve siyasi partileri ile Ermeni ve azınlık dostuymuş, demokratikmiş, insan haklarına saygılıymış. Hep bu AKP işin tadını kaçırmış. AKP esasen ittihatçıların da atasıymış, biz Ermeniler anlayamamışız.
Ermeniler diyorduk. Neden? Çünkü Ara Güler, Ermeni’ydi.
Apolitik sayılacak kadar siyasete boş vermiş, ben dünya vatandaşıyım diyecek kadar içinden geldiği halkın dertlerini ve sorunlarını kendine vazife yapmayan bir Ermeni.
Sadece son dönemde değil, her zaman iktidar ile arasına iyi tutmuş, “sanatçı herkesle iyi olmalıdır” bakışını benimsemiş bir fotoğrafçı. Arşivini örneğin Türkiye’deki Ermeni Patrikhanesi’ne hibe etmeyen, ama Doğuş Grubu’na satan bir ‘paranın değerinin bilen’ bir sanatçı. Türkiye’nin en iyi foto-muhabiri. Dünyada en çok bilinen Türkiyeli fotoğrafçı, İstanbul’un gözü.
Ara Güler’in politik bir bakışı olmasını hatta muhalif olmasını isteyenler, onun AKP’nin oyununa oyuncak olmasından şikayet edenler var.
Doğrudur, gönül bu ister. Ben de adını Aram Güleryan olarak kullanmasını, kullanabilmesini, bunu mesleği önünde bir engel olarak görmemesini isterdim örneğin.
Ama bir röportajında "Burası acayip bir memlekettir. Pu…tlar vardır, takar. Yoksa buranın en yerlisi benim", diyerek Ermeniliğini saklaması bana hüzün vermişti. Kızgınlığımın Ara Güler’e değil, içinde yaşadığımız düzene olduğunu daha iyi görebilmiştim.
Ara Güler, ilk kez İstanbul Ermeni gazetelerinden Jamanak’ta çalışmıştı. 1950'lerin ortalarında Kumkapı'daki balıkçılarının günlük yaşamlarını fotoğraflamıştı. Jamanak’ı bilir misiniz? İstanbul’da kaç Ermeni gazetesi var onu bilir misiniz? Peki ya eski İstanbul’u, Ermeni mahallelerini, Kumkapı’yı, Ermeni balıkçıları bilir misiniz?
Muhtemelen bilmezsiniz, boş verin, nasılsa siz bilmeyince sorun olmuyor.
Güler’in, yerel bir gazetede kalamayacak kadar iyi bir bakışı ve bu bakışı ölümsüzleştirmek için büyük bir arzusu vardı. Türkiye ve ardından dünyaya açıldı. Magnum’a kadar ilerledi. 20. yüzyılın en iyi fotoğrafçılar sıralamalarında listenin oldukça üstlerine yükseldi.
Çok fotoğraf çekti, çok insana örnek oldu. Tanındı, ünlendi, hayranları çoğaldı.
“Bugüne kadar kaç cumhurbaşkanı geçti bizden, 20 tane, 30 tane geçti. Bir tanesi de kafa tutmadı kimseye. Yani onun o tarafı hoşuma gidiyor” dedi.
Kızdınız, kızdık.
2015’te, Ermeni soykırımının 100. yılı dolayısıyla kendisine mikrofon uzatan gazetecilere, geçmişi boş verelim tadında, yaşananların unutulması gerektiğini ve kökenleri ne olursa olsun bu toprakta yaşayanların Türk olduğunu söyledi.
Kızdınız ya da kızmadınız. Belki haberiniz bile olmadı ama bizim içimiz cız etti.
Böyle bir günde bir Ermeni’ye neden bu soru sorulur, neden sınava çekilir diye söylenmediniz. Bu adam, neden böyle saçmalıyor acaba diye deşmediniz.
Peki Güler’in bu sözünden sadece dört yıl önce yaşananları biliyor musunuz: Türk Silahlı Kuvvetleri’nde askerlik hizmetini yerini getirmekte olan er Sevag Balıkçı'nın terhisine 23 gün kala, 24 Nisan 2011'de, Ermeni Soykırımı'nı Anma Günü'nde, er Kıvanç Ağaoğlu tarafından tüfekle vurularak öldürüldü. Olayın ‘dikkatsizlik’ sonucu gerçekleştiği hükmüne varıldı. Ailesinin “Sevag korkuyordu, bana bir şey yapacak diyorlardı” sözleri dikkate alınmadı. “Bu bir nefret cinayetidir” diyen ‘Sevag İçin Adalet Girişimi’ adlı grup çaresiz kaldı.
Türkiye’de Ermeni olmak ne zor, ne riskli tahmin edebiliyor musunuz?
Tam da bu yüzden, Türkiye’deki Ermenilerin çoğu diğer azınlıklar gibi hükümet yanlısıdır. Bunun AKP, CHP, hatta MHP ile alakası olmaz.
MHP’li Ermeni var biliyor musunuz? En bilineni bir dönem Türkeş'in yakın çalışma arkadaşı 'Üç Hilal'in de yaratıcısı Dabağyan var mesela. Dabağyan, MHP ve ülkücü kuruluşlarda görev yapmakla kalmamış, “Ermeni Soykırımı Yalanı” kitabını yazmış ve bu kitabı okullarda okutulmuştu. Düşünsenize bir Ermeni “Soykırım yalan” diyen bir kitap yazıyor, tabii ki tadından yenmez, haklılar.
Sanatçılardan hele büyük dünyaya mal olmuş sanatçılardan politik olmalarını beklemek gayet makul. Zulme göz yummamalarını, halka öncü olmalarını istemek oldukça yerinde.
Erdoğan ailesi mensuplarının ve diğer AKP’lilerin Ara Güler’i böylesine sahiplenmelerine sevinemeyenlerdenim, çünkü onların bir sanatçıyı, bir Ermeni’yi, bir değeri değil, bir yandaşı sevdiklerini biliyorum.
Fakat şunu da unutmamak lazım, ölümünden saatler sonra, Güler’in yeterince politik olmamasını eleştirenler, AKP ile ‘al gülüm ver gülüm’cülük yaptığı için kızdıkları 90 yaşındaki büyük ustaya nefret kusanlar, muhaliflik tartışmasında yanlış bir yere odaklandıklarının farkındalar mı? Sistemin kendisi yerine aslında bir mağdurunu hedefe oturtmak ne kadar doğru? Bu mağdur bunun farkında değilmiş gibi yapsa bile...
Kafalardaki ‘muhalif duruş’, gerçekten evrensel değerlerle mi şekillenmiş? Tam olarak milliyetçi reflekslerden arınabilmiş mi? Örneğin Türkiye’de azınlıkların durumu, maruz kaldıkları baskılar, sınavlar, kendini gizlemeler, tarihi inkâr etmek zorunda kalmaları nahif bir azınlık dışında kim ilgilendi?
“Bizim de Ermeni komşumuz vardı, ah çok severdik, keşke gitmeselerdi...” romantik söyleminin ötesine kaç kişi geçebildi?
Gerçek ismini ve soyadı Güleryan’ı kullanamayarak öldü Ara Güler. “Ermeni’yim diyemedim çok pu…t vardı” cümlesini temize çekemeden hayata gözlerini yumdu. Bence asıl trajedi bu.
Ara Güler halk kahramanı değildi, böyle bir iddiası da yoktu fakat az şey bırakmadı Türkiye’ye. Onun politik olmamak gibi bir hakkı, olamamak için haklı sebepleri vardı. Bugün birçok kişinin onun eleştirme hakkı olduğu gibi.
Fakat, ölümünden sonra üzerinde durulması gereken, hakarete varan eleştirileri Güler’e değil, Türkiye’deki azınlık politikalarına yöneltmek. Baskı altında doğup büyüyenlerden, kahramanlık beklemenin gerçekçi olmadığını anlamak. Bu durumda bile kahramanlık yapabilen Ermenilerin ise sokak ortasında vurulduğunu ve dava sürecinin ülkenin en büyük rezaletlerinden biri olduğunu hatırlamak.
(SESONLINE/AHVAL – Alin OZİNİAN – 19.10.2018)