1. YAZARLAR

  2. Onur Olguner

  3. AYASOFYA MÜZESİ’NE AĞLAMAK
Onur Olguner

Onur Olguner

AYASOFYA MÜZESİ’NE AĞLAMAK

A+A-

 

as-012.jpg

 

İki yıl önce bir karar verdim ve ufkunu geliştimeye çalışan bir mimar olarak dünyayı gezmeye başladım.

Milan’ın Duomo’su,
Barselona’nın La Sagrada Da Familia’sı,
Viyana’nın Schönbörn’ü,
Atina’nın Parthenon’u,
Vatikan’ın Sistine Şapeli,
St Petersburg’un Hermitage Müzesi,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri,
Atina’nın Agora’sı,
Viyana’nın Belvedere’si,
Roma’nın Colosseum’u,
İstanbul’un Topkapı Sarayı
...

Bunların hepsine bir bir aşık oldum. Bunların her biri bana çok şey öğretti.

Ama bu geziler arasında, en çok Ayasofya Müzesi’ne ve 1934'de konuyla ilgili aldığı bakanlar kurulu kararı ile Mustafa Kemal'e hayran kaldım. 

1600 yıllık bir binayı müze yapan bu çağının çok ilerisindeki vizyona inanamadım. Avrupa'nın, ve tüm dünyanın medeniyetlerinden çok daha ileride bir karardı bu. Ve bu karar bugün değil, 86 yıl önce alınmıştı. 

Bu çağdaş vizyon beni kendi ülkem ile ilgili düşündürdü. İlham verdi. “Atatürk, 86 yıl önce Ayasofya'yı müze yapabiliyorsa, biz Lefkoşa Mahkemeler Binası’nı neden müze yapamıyoruz?” diye sorgulamaya başladım. Ve bunu talep ettim.

Tabii, Ayasofya Müzesi bambaşkaydı. Her noktasında tarih vardı:

İçinde imparatorun Viking korumalarından biri olan Halvdan’ın, mermer üzerine bin yıl kadar önce kazıdığı yazı duruyordu mesela, 

Enrico Dandolo’nun mezar taşı, 4’üncü Haçlı Seferleri sonrası tapınak şövalyeleri ile birlikte 60 yıllığına İstanbul’u işgal etmesinin sebeplerini ve bu sürede Ayasofya’yı Katolik Kilisesi olarak kullanılmasını anlatıyordu,

Taş üzerine oyulmuş Poseidon'un Asası bambaşka düşüncelere taşıyordu insanı,

Kütüphane bölümünü İslamiyet Dönemi’nde binanın değerini gösteriyordu bizlere,

Üst kata çıkan rampa yolun, Roma’nın sokakları tarzında işlendiğini ve İmparatoriçe’nin tahtını taşımak için yapıldığını öğreniyordunuz,

Kubbenin, pencereler tarafından ortaya çıkan ışık halkası üzerinde uçuşunu, bu halkanın meleklerin başının üzerindeki ışık halkasını temsil ettiğini ve ışık üzerinde uçan görkemli kubbenin sizi kendinizden aldığını fark ediyordunuz,

Terleyen sütuna değiyor ve deneyimliyordunuz,

Sıvaların altından çıkan mozaikleri ve hikayelerini heyecanla dinliyordunuz,

Binanın içindeki muhteşem akustik sizi sizden alıyordu.

Hem İslam, hem Ortodoks Hristiyan, hem de Katolik Hristiyan inancı ile bezenmiş bir sanat eseriydi Ayasofya Müzesi. Ve bu bakımdan tam bir harmoniydi.

Daha önce gezdiğim yerlerden çok daha doluydu. Beni, kendine hayran bıraktı. 

İstanbul gezim bitene kadar Ayasofya’ya tekrar gittim. Her seferinde de binadan çıkmak için kendimi zorlamam gerekti.

Sonra uçağa bindim ve artık sık sık İstanbul’a gelip Ayasofya’yı ziyaret etmek için karar alarak Kıbrıs'a geri döndüm. Sonrasında birkaç ülke gezdim ve sıra yeniden İstanbul’a gelmeden Korona sürecini yaşadık. Ve malum, hepimiz evlerde kaldık.

Bugün artık İstanbul'a gittiğimde bu binayı tekrar gezebilecek miyim bilmiyorum. 

Veya artık diğer ülkelerde gittiğim binaları gezerken, bizim adamızda olmasa bile gururlanarak "Bizim de Ayasofya Müzemiz var" diye içimden geçirebilecek miyim emin değilim.

Belki deli diyeceksiniz ama, elimde değil: Bugün, bu dünyada bu kadar sorun varken bu konu benim içimi sızlatmadan edemiyor.

Güle güle, Ayasofya Müzesi. Seni hiç unutmayacağız.
 

Bu yazı toplam 3585 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar