“Ayiliya köyünden Fanu Sotiriu Kefala’nın hatıraları...”
TALES OF CYPRUS yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sayfasının yaratıcısı, Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen, araştırmacı yazar ve grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, Ayiliya köyünden Fanu Sotiriu Kefala’nın hatıralarını kaleme aldı. Ayiliya köyü, Trikomo’ya yani şimdiki adıyla Yeni İskele’ye yakın bir köy – şimdiki adı “Yarköy” – Rumcası ise Agios Elias... Kıbrıslıtürkler bu köye ta ezelden “Ayiliya” derlerdi... Bunu da not edelim ki bilmeyen okurlarımız öğrenmiş olsun...
Konstantinos Emmanuelle arkadaşımızın ilginç yazısını okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. Yazı özetle şöyle:
*** Fanu Sotiriu Kefala, Mağusa kazasına bağlı Ayiliya köyünde dünyaya gelmişti 25 Şubat 1934 yılında. Babasının adı Liasi Yorgos Kefala, annesinin adı ise Despina Varvara idi. Kendinden büyük abileri ise Yorgi (1929 doğumluydu) ve Fidias’tı (1932 doğumluydu). Fanu’ya göre, annesiyle babası henüz yeniyetme birer genç iken birbirlerine aşık olmuşlar ve 1928 yılında evlenmişlerdi... “Kapı komşusuydular” diye anlatıyor Fanu gülümseyerek... “Annemin yatakodası penceresi, babamların avlusuna açılıyordu, böylece birbirlerini sürekli görebiliyorlardı... Çünkü o günlerde kızlarla erkeklerin birbiriyle görüşmesi ya da birlikte gezmeye gitmesi yasaktı. Birbirinizle konuşmanıza dahi izin yoktu. Bakışarak birbirlerine aşık olduklarını söyleyebiliriz. Annem o günlerde "Pera'nın güzelliği" başlıklı romantik bir kitap okuyormuş ve kitapta yaşananlara çok benziyormuş kendisinin yaşadığı aşk da... Annem 22 yaşına gelince yatak odası penceresinden atlayarak babama gitti. Çok şükür evlenmelerine itiraz eden olmadı, çünkü zaten birlikte olmuşlardı ve ana-babalarına ait evlerin avlusunda onlar için de bir ev inşa edilecekti...”
*** Fanu’nun babası Liasi Kefala, Ayiliya köyünün tek demircisiydi... Ardana (şimdiki adı Ardahan – S.U.) ve Yerani (şimdiki adı Turnalar – S.U.) köylerinden insanlara da hizmet veriyordu ve ekmeğini kazanmakta zorlanıyordu. 1937 yılında Fanu henüz üç yaşındayken Kıbrıs’tan ayrılarak İngiltere’ye gitmeye karar verecekti. Liasi, 1930’lu yıllarda İngiltere, Güney Afrika, Arjantin ve Amerika gibi yerlere ekonomik nedenlerle göçmen giden dalganın bir parçasıydı... Kıbrıs, Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olduğu için İngiltere doğal bir seçimdi ve pek çok Kıbrıslı için uygun bir destinasyondu. Liasi İngiltere’ye, teyzesi ve eniştesinin daveti üzerine gidecekti. Ona kızkardeşi Anastasia (Stasu) eşlik ediyordu. Başlangıçta 20 Bombey Sokağı, Holborn’da yaşıyorlardı ki burası Londra’nın “Westend” bölgesinde aşırı kalabalık bir bölgeydi.
*** “Ben çocukken babamı tanıma fırsatım olmadıydı” diyor Fanu usulca... “İngiltere’de bizim için daha iyi bir hayat kurmaya gitmişti. Annem bize tek başına bakıp büyütmeyi başarmıştı. İhtiyacı olan şeyleri bakkaldan borçlanarak alıyor ve İngiltere’den babam para gönderdiğinde de bakkala olan borcunu bununla ödüyordu. Babam her zaman bize İngiltere’den para gönderiyordu, bu yüzden iyi yaşayabiliyorduk...”
*** Liasi Kefala, Despina’yla evlenir evlenmez, henüz 1929 yılında İngiltere’ye gidip yerleşmeye çalışmıştı. Önce Londra’da iş bularak genç gelini gelip ona katılmadan önce yeni bir hayat kurmayı tasarlamıştı. Ancak planları istediği gibi gitmemiş ve kısa süre kaldıktan sonra gerisin geri Kıbrıs’a dönmek durumunda kalmıştı. Kimse neler olduğunu veya bu seyahatin neden başarısızlıkla sonuçlandığını bilmiyor. Belki de iş bulamamıştı. Aynı sene New York’ta Wall Street çökmüş ve bu da Büyük Buhran’ı başlatmıştı. Belki de eşini ve ailesini çok özlemişti. Döner dönmez korkunç bir cilt hastalığına yakalanmış ve bu hastalığı köyde de pek çok insana bulaştırmıştı...
*** Babasının yurtdışında yaşıyor olmasına karşın, Ayiliya’da yetişme döneminden çok hoş hatıraları var Fanu’nun... “Tek odalı, mütevazi bir evciğimiz vardı, bir ocak vardı yemek pişirmek için. Ben annemle bir yatakta, abilerim de bir başka yatakta yatıyorduk. Yaz aylarında ise dışarıda, yıldızların altında uyuyorduk. O günlerde o kadar çok yıldız vardı ki. Şimdilerde Kıbrıs’ta geceleyin gökyüzüne baktığınızda, o kadar çok yıldız göremezsiniz...”
*** Fanu köyde bir akarsuyun olmadığını da hatırlıyor. “Tulumbalara giderdik eşeğimizle, eşeciğin üstüne toprak testiler asardık, su taşıyabilmek için... Suyu tulumbayla kuyudan çekerdik...” Fanu’ya göre, Ayiliya’daki kuyulardaki sular insanların içebileceği bir su değildi, yalnızca hayvanlar ve bitkiler için kullanılırdı. Böylece tüm içme suyu Monarga (şimdiki adı Boğaztepe – S.U.) denen, Ayiliya’dan yalnızca bir mil uzaklıktaki küçük bir Kıbrıslıtürk köyünden taşınmak zorundaydı... “Monarga’daki kuyulardan biri Hristiyanlar’a, diğeri de Müslümanlar’a ayrılmıştı. Ancak hangi kuyu boştaysa ona giderdiniz ve Kıbrıslıtürk kadınlar da her zaman Hristiyan çocuklara testilerini doldurup eşeklere yüklemelerine hızlı şekilde yardım ederdi. O günlerde herkes birbiriyle iyi geçinirdi. O günlerde Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasında hiçbir fark yoktu. Bana göre hepsi de aynıydı...”
*** Fanu’nun elektrikle ilgili ilk deneyimi, adanın ucunda bulunan Abostolos Andrea manastırına bir okul gezisi esnasında olmuştu. “Çocuklar tek tek ışığı açık kapıyordu. Hayatımızda hiç böyle bir şey görmemiştik...” Adadan ayrılmasından iki sene sonra, Ağustos 1939’da Liasi, eşi Despina ve çocuklarının İngiltere’de kendisine katılmaları için düzenlemeler yapmıştı. “Çok heyecanlıydık” diye anlatıyor Fanu. “Abim Yiorgi 10 yaşındaydı, Fidias 7 yaşındaydı, ben de 5 yaşındaydım. Eylül ayında amcamız Yannis Pakudas’la birlikte Kıbrıs’tan ayrılacaktık...” Fanu ve ailesi Yunanistan’ın Pire limanına vardıklarında kendilerine Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği söylenecekti... “Anneme söylenen oydu ki Avrupa’da çıkan savaş nedeniyle İngiltere’ye gidecek tüm yolcuların şimdi 5 lira daha fazla ödemeleri gerektiğiydi. Annemde hiç para yoktu. Pire’de bir otele yerleştik, annem babamı aradı, babam İngiltere’den para göndersin diye. Sonra da annem Hitler Londra’yı bombalar korkusuyla Londra’da çocukların ailelerinden alınarak kırsal arazilere gönderildikleri hakkında öyküler işitmeye başlamıştı. O kadar korkmuştu ki annem, babam para gönderdiği zaman, bu parayı Kıbrıs’a geri dönmek için kullandı. Savaş bitinceye kadar Ayiliya’da çok daha güvencede olacağımıza karar vermişti – savaş bittikten sonra tekrar İngiltere’ye gitmeye çalışabilirdik ona göre...”
*** Fanu’nun amcası Yannis, ekstradan beş kira ödeyerek Pire’den İngiltere’ye gidecekti. “Gittiği zaman farketmişti ki benim küçük ceketim onun bavuluna konmuştu. Bu ceketi babama gösterice babam bunu kapmış, göğsüne bastırmış ve hiç durmadan ağlamaya başlamıştı...” İkinci Dünya Savaşı esnasında Liasi, Britanya ordusuna alınmaktan kurtulmayı başarmıştı. Londra bombalandığı zaman, bombalanmış bölgelerin temizliğinde gönüllü olarak çalışıyordu. Böylesi bir iş, kalbi zayıf olanlara göre değildi. 1940 yılının Eylül ayından 1941 yılının Mayıs ayına kadar Londra’da bir milyon ev yok edilmiş veya zarar görmüş, 40 binden fazla sivil de öldürülmüştü bu bombardımanlarda...
*** Ancak 1946 yılı yazında, İkinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl sonra Despina ve üç çocuğu nihayet Kıbrıs’tan ayrılarak İngiltere’ye gidecekti. Despina 40 yaşındaydı. Dokuz sene ayrılıktan sonra aileyi yeniden birleştirmek için bu ikinci girişim oluyordu. Fanu, “Ben oniki yaşındaydım, ilkokulu henüz bitirmiştim” diye hatırlıyor. “Omorfo yakınındaki Ksero limaından ayrıldık Kıbrıs’tan. 16 Ağustos 1946 Pazartesi idi. Meryem Ana kutlamalarından bir gün sonraydı bu. Babam İngiltere’den para göndermişti, annem de Kıbrıs’taki bazı arazilerimizi satmıştı, böylece gemi ücretini ödeyebilecektik. Anneme Ksero’dan ayrılarak Fransa’ya asbest (amyant) taşıyan bir kargo gemisinde yer bulunduğu söylenmişti. O dönem Leymosun’dan sefer yapan çok gemi yoktu. İngiltere’ye göç etmemize dair tüm belgelerimiz, pasaportlarımız ve fotoğraflarımız onda hazırdı, derhal bavullarımızı toplayıp Ksero’ya gittik. Büyük bir İngiliz gemisiydi bu ve gemide sekiz başka yolcu daha vardı ki bunlardan ikisi, iki Kıbrıslı kızkardeşti, biraz İngilizce konuşabiliyorlardı ve mürettebatla da iyi ahbaplık kurmuşlardı. Yemek yiyeceğimizde gemi kaptanı ve mürettebatıyla hep birlikte oturup yiyorduk. Hatta gemi mutfağına giderek buradan harika yiyecekler almamıza da izin vardı. Abim Fidias en çok jelli ve dondurmayı sevmişti. O gemide çok güzel zaman geçirdik. Fransa’nın Marsilya limanına varmamız 13 gün almıştı. Orada bir gece kaldık, sonra da Calais’ye giden bir trene bindik. Oradan da gemiyle Newhaven adlı İngiltere limanına vardık. Newhaven’den de bir trenle Londra’nın Viktorya İstasyonu’na ulaştık...”
*** Fanu ve ailesi, Stasu halalarının yanında kalacaklardı Londra’da, birkaç günlüğüne, ta ki babası gelip onları alıncaya kadar. Babası Londra’dan 65 mil uzaklıktaki Dover yakınlarında kıyı kenti Folkestone’a yerleşmişti. Dokuz yıl aradan sonra Fanu’nun ailesi yeniden bir araya geliyordu... “Babam Londra’ya gelince bizi alışverişe götürdü ve hepsimize de yeni giysiler aldı. Londra’daki tüm binaların koyu renkli ve pis olduğunu hatırlarım, kömürden çıkan isle kararmışlardı. Londra’da uzun bacaları olan büyük fabrikalar vardı ki bunlar sürekli kömür yakarak siyah dumanlar salıyorlardı. O günlerde, karanlık ve pis bir şehirdi Londra... Başlangıçta kardeşlerim ve ben babama “baba” demeye çalışacaktık... Ancak bunu söylemeye alışkın değildik – bizden o kadar uzakta kalmıştı ki onca yıl boyunca...”
*** Folkstone’da hayat Fanu ve ailesinin Kıbrıs’ta yaşadığı hayattan çok farklıydı. Her evde elektrik ve çeşmelerden akan içme suyu vardı, evler kanalizasyona bağlıydı – o günlerde Kıbrıs’ta çoğu köyde bunlar yoktu. Savaştan sonra İngiltere’de 1950’li yıllara kadar raşın uygulanmaktaydı yiyeceklerde ancak Fanu’nun babası Liasi’nin Folkstone’da bir lokantası vardı, bu yüzden yiyeceksiz kalmıyorlardı... “Folkstone’da yaşamaktan çok mutluyduk” diyor Fanu... “Çok güzel bir turist destinasyonuydu bu sahil kenti. Babamın lokantası yaz aylarında çok yoğun olurdu. Daha çok İngiliz yemekleri sunardı, “fish and chips” (“balık-patates”), Viyana bifteği (bir tür greyvili hamburger), biftek ve yumurta gibi... İngiltere’ye geldikten sonra artık Kıbrıs’ı veya köyümüzü pek düşünmedik. Ninemiz Hristina (Tinu) da köyde 1955 yılına kadar kalacaktı...”
*** Bir süreliğine Fanu ve ailesi, Folkstone’da neredeyse tek yabancı aileydi. O günlerde öldürücü olan verem nedeniyle bir aile bireyini kaybetmiş olan bir İtalyan ailesiyle ahbağlık kuracaklardı. Bir de Yunanistan’da görev yapmış bir İngiliz askeriyle evlenen Yunan bir kadın olan Eleftheria’yla ömür boyu sürecek bir dostluk kuracaklardı... “Kumbara” diye biliniyordu bu kadın ve sürekli olarak kendisine Yunanistan’dan dergiler gönderiliyordu, bu dergileri herkes dört gözle bekliyordu çünkü dergilerde seri şeklinde öyküler yayımlanmaktaydı...
*** “Başlangıçta hepsimiz de lokantada çalışıyorduk. Her sabah okula gitmeden önce anneme patates soymakta yardım ediyordum. Abim Yiorgi annem-babamla mutfakta çalışmaktaydı, ta ki hükümetten bir mektup alıncaya kadar. Mektupta İngiliz ordusuna katılması için çağrı vardı. Ordudan kaçmak için Bristol’a gidip saklandı ancak öteki abim Fidias, orduya katılmaktan çok memnundu... İskoça’da bir eğitim kampına nakledilmişti. İzne çıktığında ziyarete gelir ve “yes” (“evet”) demek yerine “aye, aye” (“evet”) dediğini hatırlıyorum...”
*** Folkstone’a varır varmaz, Fanu Mundella İlkokulu’na gönderilmişti, bu ilkokul Black Bull Sokağı’ndaydı. “14 yaşıma gelinceye kadar iki sene boyunca Mundella’daydım. Hollanda’dan bir diğer yabancı öğrenci kız daha vardı. Herkes bana karşı çok kibardı. Okuldan yerli kızlar İngilizce öğrenmeme ve onların hayat tarzına alışmama yardım ediyorlardı. Okuldan ayrılmadan önce hokey takımının kaptanı olmuştum. Hatta beni sınıf başkanı bile seçmişlerdi...”
*** Fanu’nun annesi Despina, 1953 yılında kızkardeşlerini görmek için Kıbrıs’ı ziyaret etti. Despina’nın iki erkek kardeşi ise Güney Amerika’da, Şili’ye gitmişlerdi... Mundela ilkokulundan 14 yaşında ayrıldıktan sonra Fanu, ailesine ait lokantada annesine ve babasına yardım etmeye başladı. “Lokantamız yaz aylarında açıktı... Kış aylarında trenle Londra’ya gidiyor ve Stasu halamda kalıyorduk. O günlerde genç bir kız tek başına, korkmadan seyahat edebiliyordu. Ortalık çok güvenliydi. Ayrıca sokaklarda her zaman bol bol polis vardı ve yolda yürürken, yanlarından geçerken, size selam veriyordu polisler...”
*** Fanu’nun annesiyle babası, nihayetinde Londra’nın kuzeyinde Angel İslington’da (25 Rheidol Terrace’ta) bir ev satın alacaktı. Fanu 19 yaşındaydı ve naylon içerikli iç çamaşırı üreten bir fabrikada iş bulabildi. “Patronum iyi kalpli Yahudi bir hanımdı, adı Bayan Felix idi, diktiğim her bir parça için bana ödeme yapıyordu ve o günlerde iyi para kazanıyordum... Babamın lokantası yaz aylarında iş yapıyor, kışın çoğu zaman kapalı kalıyordu. İşte o zaman hep beraber Londra’ya geliyorlardı. Babam da ailesine yakın olacağı Londra’da bir yer edinmek istiyordu. Kızkardeşleri de, erkek kardeşleri de artık Londra’daydı. Abim Yiorgi ile birlikte ben babama haftada iki lira veriyorduk, yeğenim (onun adı da Fanu’dur) de 1.5 lira veriyordu, faturalar ödensin diye... Ben hafta içinde bazı günler Bayan Felix’in iç çamaşırı fabrikasında çalışıyor, haftasonları da ailemizin lokantasında işlemek üzere Folkstone’a gidiyordum...”
*** 1957 yılının ilkbahar aylarında Fanu, Mihalis Sotiriu ile tanıştırılmıştı. “Ailemiz Angel Islington’a taşındıkan birkaç sene sonra Mihalis’le taniştım. 23 yaşındaydım ve o da 27 yaşındaydı. Akrabaları, Camden Town’dan Stasu halamı tanıyordu ve bir gün onu Stasu halanın evine davet etmişlerdi, benimle tanışsın diye. Böyle oldu işte. O günlerde ben yaşlı sayılırdım çünkü tüm arkadaşlarım 18-19 yaşına gelinceye kadar çoktan evlenmiş oluyordu...”
*** Mihalis Sotiriu, Ardana köyündendi ki bu köy Ayiliya’dan iki mil kadar uzaktadır. 1953 yılında ablası Lambriani’yi takip ederek İngiltere’ye göç etmişti... “Çoğu zaman bize anlattığı, babası Sotiris’in kendisine traktör satın alma izni vermeyişi nedeniyle Kıbrıs’tan ayrılıp İngiltere’ye geldiğiydi... Bu doğru muydu, emin değilim. Ancak her zaman Kıbrıs’tan tam zamanında ayrılmış olduğu için mutlu olduğunu anlatıyordu. Eğer kalmış olsaydı kim bilir belki de siyasi olaylara karışırdı 1950’li yıllarda patlak veren... Kabul etmediği bir ideolojiyi de zorla kabul etmek zorunda kalırdı...”
*** Fanu ve Mihalis, beş ay nişanlı kaldılar, sonra da evlendiler... “5 Ekim 1957 tarihinde nikahımız kıyıldı ve ertesi günü de Camden Town’daki Ortodoks Kilisesi’nde düğünümüzü yaptık. Evlendikten sonra da babamın Angel Islington’daki evinde kalmaya devam ettik, bu ev Londra’daki British Museum’a yakındır...”
*** Fanu ve Mihalis’in ilk evlatçıkları olan Vasilis, Kasım 1958’de dünyaya geldi, Aralık 1959’da ise İlias dünyaya geldi. 1961 yılında aile Islington North’da Holloway’de Tufnell Park Caddesi’ne taşınacaktı... “İki katlı bir ev için 800 lira ödemiştik” diye hatırlıyor Fanu. “Harika bir yerdi... İpoteğimizi ödemek maksadıyla evin diğer odalarını başka ailelere kiralayabiliyorduk. O günlerde ilerleyebilmek maksadıyla para biriktirebiliyordunuz. Şimdilerde insanlar kazandıklarını harcarlar ve bir ev için para biriktirmeleri çok zordur. Oysa eskiden bizim para biriktirip ev satın almak için daha fazla olanağımız vardı. O yıllarda yemek yemek için dışarı, lokantalara gitmezdik. Farklı bir hayattı ama iyi bir hayattı. İhtiyacımız olan herşeye sahiptik...”
*** 1964 yılında üçüncü oğluları Sotiris dünyaya gelecekti. Faunu’nun babası Liasi ve annesi Despina, 50 gün arayla 1982’de vefat edecekti... “Önce annem vefat etti” diyor Fanu... “Babam o kadar üzülmüştü ki, sürekli önce kendisinin gitmesi gerektiğini anlatıp duruyordu... Kısa süre sonra o da vefat etti, kırık bir kalp nedeniyle...”
*** Fanu Sotiriu’ya, “Kıbrıs’tan Hikayeler”le (“TALES OF CYPRUS”) hayat hikayesini paylaştığı için çok teşekkür ederim. Oğlu Sotiris’e de (Mike) bu süreçteki tüm yardımları ve desteği için özel teşekkürler...
Ayiliya (Ayios İlias) ilkokulu...
(Bu sayfadaki tüm fotoğraflar, “Tales of Cyprus”tan alınmıştır).
(“TALES OF CYPRUS” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler”de yayımlanan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).