AYLA HAŞMET…
Kıbrıs Türk Tiyatrosunda Bir İlk…
AYLA HAŞMET…
Radyoda, onun sesinden Atilla İlhan’nın Sisler Bulvarı şiiri okunurmuş,
bir milyon sene önce değil, 50 sene önce…
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyordu
Kıbrıs Türk Tiyatrosunda Bir İlk…
AYLA HAŞMET…
Radyoda, onun sesinden Atilla İlhan’nın Sisler Bulvarı şiiri okunurmuş,
bir milyon sene önce değil, 50 sene önce…
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk…
Kıbrıs Türkünün sanat tarihinde bir ilk kadındı o. Bir zamanların divası, Kıbrıs Türk Tiyatrosunun ilkokullu kadın oyuncusu…
Bundan sadece 40 yıl önce, Lefkoşalı tiyatro severler Atatürk İlkokulunun salonunu hıncahınç dolduruyorlarmış…
Ve bir avuç tiyatroya gönül vermiş okullu, okulsuz tiyatrocu; bütün yokluklara göğüs gererek açıyorlarmış gerçek hayatın perdelerini…
Tanımayan yokmuş o günlerde bu hanımefendi oyuncuyu…
1942’de Köşklü Çiftlikte henüz köşkler varken doğmuş Ayla Haşmet... Tabakhaneler, mandıralar, bahçeler ve çiftlikler varmış o günlerde şimdilerin tıkış, tıkış lüks mekânı Köşklü Çiftlikte. Hisarların dışındaki, Lefkoşa’nın varoşu, yemyeşil, şirin bir köy gibi imiş. Çiftlikte çiftçiler olurdu elbet, o da çiftçi bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş.
Bugünün yarım kilometre uzunluğundaki ünlü Kumsal Parkında, İngiliz askeri kampı varmış ve Selimiye ilkokuluna bisikletle gidip gelirlermiş. Dönem, İngiliz Müstemleke İdaresi…
Okulda güzel şiir okurmuş Ayla hanım ve bir gün komşuları Şule Örfi’ye -Daha sonraları Şule Hakkı Süha- (ki o da bambaşka bir ilktir Kıbrıs Türk Radyo ve Televizyon yayın hayatında) okulda öğrendiği şiiri okumuş. Şule Örfi, Türk ve Rum radyosunun ortak olduğu günlerde, radyoda program yaparmış, televizyon ekranına çıkan ilk Türk bayan sunucumuzmuş. Ayla Haşmet’in yeteneğini hemen fark etmiş ve onu radyoya götürmeye başlamış.
Böylece sanat hayatı radyoda başlamış Ayla Haşmet’in. 1954’lermiş; çocuk programlarında oynamaya ve radyoda şiirler okumaya başlamış. Çok popülermiş o günlerde… Skeçler, radyo oyunları ve arkası yarınlar. Ayla Haşmet de bu dizilerin çocuk rollerinde oynarmış.
1957’lerde televizyonun kuruluşundan sonra, televizyonda program yapıp spikerlik yapmaya başlamış. Artık yayın hayatının her alanındaymış. Sadece yayın hayatı mı, defilelerde mankenlik de yaparmış…
“Ben ikizler burcuyum” diyor Ayla Haşmet “ve herhalde çift karakterliyim. Aslında utangaç mahcup biri olmama rağmen sahnede karakter değiştiriyorum. Öylesine rahat oynuyorum ki, sanki evimde kendi hayatımdayım.”
Şule Örfi (Süha) götürmüş Ayla Haşmet’i radyoya… Ve daha sonraları Sule Hanım’ın evlendiği, radyonun Türk Müdürü Hakkı Süha ısrar etmiş konservatuara gitmesi için. Başarılı Rum kızlarını örnek göstermiş Hakkı Süha ona : “Bak kızım onlar Yunanistan’da eğitim gördükten sonra nasıl da önemli görevlere geliyorlar demiş!..” Tutucu bir ailenin kızı olan Ayla Haşmet için babasını ikna etmek kolay olmamış, hem henüz giden hiç kimse de yokmuş Ankara’daki bu sanat okuluna…
Türkler aslında biraz da Yunanistan’a tiyatro ve diğer sanat okullarına gidenlere imrenmişler ve Hakkı Süha, Ayla Haşmet’i ve en önemlisi tutucu babayı ikna etmiş,
Sınavda hayran olduğu, oyunlarını oynadıkları Yıldız Kenter ve Cüneyt Gökçer’i karşısında görünce şok olmuş. Yıldız Kenter o günlerde çok tutulan Yeşilçam filmlerinde “genç kız” rollerinde, Cüneyt Gökçer ise “jön” rollerinde oynarmış ve şöhretleri Kıbrıs’a dek uzanmıştı. Cüneyt Gökçer bilhassa efsane kadın oyuncu Cahide Sonku ile birlikte büyük prodüksiyon “Vatan Yahut Namık Kemal” filminde, ününün doruğuna çıkmıştı…
Kıbrıs Türkçesi ve diksiyonumuzdaki handikaplara rağmen Ayla Haşmet 1958’de Ankara’daki konservatuarın sınavını kazanmış.
Önceleri çok yalnızlık çekmiş bu büyük şehirde ve modern hayatların olduğu konservatuar hayatında. “Kıbrıslı”Ayla Haşmet için “Diksiyon dersi” tam bir işkenceymiş ve sırf diksiyonu bozulmasın ve kulak doygunluğu olsun diye yazları memleketine gelmezmiş.
İlk sene korktuğu başına gelmiş ve hazırlık sınıfında diksiyon dersinden kalmış. Diksiyondan kalmak konservatuar hayatının bitmesi demekmiş.
Kıbrıs’tan tiyatro aşkıyla çıkıp giden bu genç kız, konservatuar eğitimini bitirmeden Kıbrıs’a gelemezmiş. Çünkü idealleri varmış. Kıbrıs’a gelecek gerçek profesyonel tiyatroyu kuracak, tiyatro kültürünün toplumda yaygınlaşması için savaş verecekmiş. İşte bu ideallerin verdiği inançla o günlerdeki Türkiye Eğitim Bakanı’na çıkmış. Ve ideallerini anlatmış. Diksiyonunun neden bozuk olduğunu, sebebinin “Kıbrıslı” olmaktan kaynaklandığını söylemiş ve bir sınav hakkı daha verilmesini istemiş. Bu kararlı talebi dönemin bakanı ret etmemiş elbette…
“Doğru yazıp, yanlış konuşanlara dayanamıyorum” diyor Ayla Haşmet. “Sanatsal oyunlar izlemek isterim, Kıbrıs ağzı konuşmaları ve yazıları doğru bulmam…”
Sanat tarihi ve kültür dersleriyle adeta bir heykel gibi yeniden şekil alıyorlarmış konservatuarda.
Daha sonra ayni konservatuara Üner Ulutuğ ve Hilmi Özen de gelmiş. Ayla Haşmet 1963’de Ankara Cebeci’deki konservatuarın tiyatro orta bölümünden mezun olup Kıbrıs’a dönmüş. Döner dönmez de okullarda diksiyon dersine öğretmen olarak alınmış. Radyo televizyon ve tiyatro hep hayatındaymış o günler. “Milli” oyunların sahnelendiği dönemlermiş. Savaşın etkisinde sanat da boyut değiştirmişti. Yerli yazar Ahmet Tolgay’ın ödüllü “Fadime’nin Kavgası”, “Melek Değilmiş Komşularımız” ve daha sonra Tekin Akmansoy’un yönettiği Turgut Özakman’ın “Duvarların Ötesi” o günlerde Atatürk İlkokulunda sahnelenen oyunların sadece bazılarıymış. Kıbrıs Türkü ve Lefkoşalıların çok az olan sosyal yaşamlarına renk katan iki perdelik sosyalleşmelermiş bu oyunlar...
“Duvarların Ötesi”nde, bu oyunda amatör olarak oynayan Mesut Beyle tanışmış. Tiyatrocuların genel şakacı, rahat tavırlarından sonra Mesut beyin ağırlığı ve beyefendiliği onu etkilemiş. O günlerin divası, gözde aktrisi bu yakışıklı delikanlıya belli ki vurulmuş ve evlenmişler. Eşinin köyünde (Arçoz) bir süre öğretmenlik yapmış. Toplumlararası çatışmaların tüm şiddetiyle sürdüğü, Türklerin gettolara kapanmak zorunda kaldığı dönemmiş o günler… Ayla Hanım Arçoz’a eşinin yanına gitmiş ve uzunca bir süre Lefkoşa’ya dönebilme olanağı bulamamış.. Kurulması için büyük uğraş verdikleri Devlet Tiyatroları da işte o günlerde onsuz kurulmuş. (1965)
1966’da Lefkoşa’ya dönüş… Kızına hamile iken oynadığı “Ocak” oyununda onu en çok etkileyen karakteri canlandırmış…
Turgut Özakman’nın yazdığı ve Tekin Akmansoy’un yönettiği bu oyunda, merhum Üner Ulutuğ’la karşılıklı, yaşlı ve bunak bir kadını canlandırmış. Aile hayatını ve insan ilişkilerini irdeleyen bu oyun çok ilgi görmüş.
Ve Atatürk Kültür Merkezinde halka tiyatro adabını öğretmişler okullu profesyoneller olarak… Tiyatronun sinema ya da başka bir eğlence yeri olmadığını...
Zil çaldıktan sonra içeri girmemeyi, oyuna çocuk getirmemeyi ve oyun sırasında bir şey yememeyi…
Gece, Leylâ’yı ayın on dördü,
Koyda tenhâ yıkanırken gördü.
“Kız vücûdun ne güzel böyle açık!
Kız yakından göreyim sâhile çık!”
Baktı etrâfına ürkek, ürkek
Dedi: “Tenhâda bu ses nolsa gerek,”
“Kız vücûdun sarı güller gibi ter!”
Dedi: “Tenhâda bu ses nolsa gerek?”
Aranırken ayın ölgün sesini,
Soğuk ay öptü beyaz ensesini.
Yahya Kemal
OKULLU ALAYLI FARKI
Tiyatronun herhalde gelmiş geçmiş en büyük ustası Shekespeare, ‘Dünya bir sahnedir’ der.
Öyle anlamlı ki bu söz, insanoğlunun her zaman sahnede yaşadığının ta gerçeği…
Bazen kendi seçtiğimiz rolü oynarız, bazen de bilinmez/bilinir bir rejisörün bize yüklediği, ya da bizim için seçtiği rolü…
Ve anlatırken ayrıcalıklı hayatını belliydi yaşamın zorlu tiyatro sahnelerinden süzülüp geldiği. Aşkı, ihaneti, ayrılığı tattığı, yenmiş ve yenilmiş olduğu.
Şöhreti de gördüğü, yapayalnızlığı da yaşadığı…
Hayatın demini almıştı, anlayışlı ve huzurluydu.
Ve aslında sahnede yaşlanmayı hak etmişti!
Okullu ile alaylı arasındaki farkı şöyle anlatıyor Ayla Haşmet “Okullu olayın teknik yanını da bilir, kültür dersleri ve sanat dersleri sonucunda çok farklı bakış açıları yakalar. Diksiyonu, nefesini ve bedenini kullanmayı bilir. Alaylı ise yeteneklidir”
Ayla Haşmet evlendikten ve çocukları olduktan sonra da tiyatroya devam etmiş. Bu mesleğin aile hayatını etkileyen tüm olumsuzluklarına rağmen…
Ancak tiyatroya yeterli önemin verilmemesi, devlet ve hükümet politikalarında hiç yer almaması ve hep zorluklar ve imkânsızlıklar içinde savaşmak zorunda kalmak Ayla Haşmet’i tiyatroya değil ama kurumlarına küstürmüş.
Tiyatro içindeki geçimsizlikler, yönetim sorunları o dönem tiyatrocularını ve Ayla Haşmet’i çok yıpratıyormuş.
Ve 70’lerin sonunda tutkuyla bağlı olduğu; adeta tırnaklarıyla kazarak var ettikleri bu sahneye, kendini bildiği ilk günden beri üzerinde olduğu iki perdelik bu mekana veda etmiş. Devlet tiyatrolarındaki görevinden istifa etmiş. Genç yaşta, en verimli döneminde emekli olmuş…
Eşi Mest Merter’le, belki de biraz da buruk olduğu bu ortamdan uzak kalmak için Mersin’e, eşinin temsilcilik görevi nedeniyle gitmişler.
Nefes alacak bambaşka bir görevle vatanına hizmet edecekmiş orada. Sefirelik görevini tam anlamıyla yerine getirmek için var gücüyle çalışırken, hayatının en acı darbesini orada yemiş Ayla Haşmet…
Bu yabancı şehirde kocası bir başka kadını seçmiş yaşamak için, hem de bir yıl içinde. Kızının doğum yaptığı ve oğlunun evlendiği gün 25 yıllık eşinden boşanmış.
Tam da Ayla Haşmet gibi onurlu ve gururlu…
“Beni istemeyeni ben de istemem” diyerek…
Nice günler bu şeâmetli ölüm,
Oldu çok kimseye bir gizli düğüm;
Nice günler bakarak dalgalara,
Dediler: “Uğradı Leylâ nazara!”
Yahya Kemal Beyatlı
Yahya Kemal’in ilk bölümünü de dün verdiğimiz Nazar adlı bu şiir Ayla Haşmet’in en sevdiği dizelermiş.
Ülkesine yeniden döndüğünde ne Ayla Haşmet’ti ne de Ayla Mesut Merter. “Eski soyadın baba adıdır”, hatta “o soyadı başkası da almıştır, kullanamazsın demişler”, diğerini, eski eşininkini kullanmasına zaten imkân yokmuş.
Aile bireyleri öyleyse “Haşmetli olsun” demişler ve yılların Ayla Haşmet’i “Ayla Haşmetli” olmuş…
Eee.. kolay değilmiş kadın olmak, böylesine bir kimlik için bile…
Ve ne kadar zormuş bir kadının kimliğinden kendi özünden koparılması.
Her yeni statüyle başka bir kimliğe mecbur kılınması...
“Kıbrıs bir sahne biz de oyuncuları. Ben bu sahnede oynayan ve işini doğru yapan herkesi takdir ederim” diyor Ayla Haşmet.
1978’de ayrıldığı tiyatroda 1995’de tekrar konuk oyuncu olarak Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda rol almış Yaşar Ersoy’un ısrarı üzerine... Heyecandan sesi kısılmış bu dev tiyatro çınarının… Rolünü kurtarabilmek için “İşte grip de oldum” diye tuluat yapmak zorunda kalmış!
Sonra televizyonda Kemal Tunç’la ve öteki yerel sanatçılarla birlikte, yerli dizi “Kördüğüm”de oynamış…
Ayla Haşmet şimdi Köşklüçiftlik’te doğduğu mekanın yanındaki geniş, çiçeklerle süslü güzel evinde yaşıyor. İki çocuğu ve dört torunuyla gurur duyarak ve hala tiyatronun içinde bulunduğu duruma kahrolarak… Dostları ve ailesi için şiirler de yazıyor arada bir:
Evinize oturduk, Fortuna’ya tutulduk
Mehtabı bekler iken bir sohbettir tutturduk.
Misafirperverliğiniz herkese emsal olsun,
Güzelliğiniz daim olsun…
Ayla
Tiyatroyu diğer sanat dallarından ayıran farklı bir vefasızlığı var bence.
İsterseniz Michelangelo’nun heykelini galeride seyredebilirsiniz, ya da Fellini’nin filmini sinemada. Meşhur bir senfoni orkestrasının Vivaldi kayıtlarını…
Ama ya tiyatro? Ömrü iki perde arasına sıkışmış gibidir tiyatro, hani ömrü kısacık bir yaşam aralığına sıkışmış nadide bir kelebek gibi…
Ben Kıbrıs Türk’ünün tarihine adını bir ilk olarak yazdıran bu tiyatro çınarının karşısında saygıyla eğiliyorum ve henüz geç değil diyorum; Kıbrıs Türk Tiyatrosunun sizin gibilere hala ihtiyacı var diyorum…
-------
(Aralık 2007,de hazırlanan röportaj, daha önce YENİDÜZEN gazetesinde yayımlanmıştır)
-------
Ayla Haşmet Üner Ulutuğ ile Ocak oyununda-1966
Ayla Haşmet Salih Güney'le konservatuarda
Üner Ulutuğ, Mesut Merter,Kemal Tunç, Yücel Köseoğlu, Ayla Haşmet