Ayna Nöronları Ölmüş Sefiller
Çözüm karşıtlarının sesi her iki toplumda da daha gür çıkıyor. Durmadan dile getirilen gerilim yüklü sözcükler, kirli, berbat bir havaya uyanır gibi kakofoninin kuşattığı bir atmosfere uyanmamıza yol açıyor. Biri ötekini suçlayıp duruyor.
Bu boğucu havayı ayna nöronları ölmüşler yaratıyor...
Sosyal psikolog Murat Peker ayna nöronlarını şöyle tarif eder: “yakın zamanlarda keşfedilmiş, beynimizdeki özel bir tür sinir hücreleridir. Temel işlevleri, doğrudan gözlemlenen başkalarının davranışlarını ya da duygularını aynalamaktır. Empati duygusunun da bu ayna nöron sistemiyle ilgili olduğu düşünülmektedir. Bu sayede acı çeken birini gördüğümüzde bizim beynimizde de ayna nöronlar sayesinde acı hissini veren bölgeler uyarılmakta, biz de kısmen o acıyı yaşamaktayız.”
Kuşkusuz, insanın merhamet/empati ile ilişkisini anlatan başka yaklaşımlar da var. Örneğin Schopenhauer insanı insan yapan özelliğin merhamet olduğunu, bunun da ontolojik bir özellik olduğunu söyler. Ötekinin filozofu Levinas ise “Ötekinin Yüzünü” etiğin temeli sayar.
İster sinir sistemi, ister etik, isterse ontoloji ile ilgili olsun, bireylere olduğu kadar toplumlara da içkin olan empati/merhamet duygusu belli koşullar altında işlevsiz kalabiliyor. Bireyler gibi, toplumlar da empati duygusunu yitirebiliyorlar.
Örneğin çocukluğunda sevgisiz kalan bireyler ya da despot babanın baskısı altında büyüyen çocuklar kolay kolay empati duygusu geliştiremezler. Narsisler de öyle... Kendilerine hayran olan ve etrafında herkesi kendilerine hayran kılmak için manipüle eden narsisler için ayrı ve değerli bir varlık olarak “öteki” yoktur. “Öteki”, narsisin bitmek tükenmek bilmeyen hayranlık açlığını gidermek için bir araçtır sadece. Özgüven yokluğundan ötürü her şeyden korkanlar da empati geliştiremezler...
Kıbrıs’ta toplumlar ve bireyler milliyetçi ezberlerle öylesine zehirlenmişlerdir ki, aynaya bakacak ne halleri, ne de cesaretleri var. Kendilerine aynada cesaretle bakamadıkları gibi, Ötekini de görmüyorlar. Tıpkı kendisi ile sahici ilişki kuramayan narsisin başkaları ile kuramayacağı gibi...
Birbirlerini durmadan mağdur olduklarını haykırıp duruyorlar. Fakat kendilerinin mağdur ettiklerine ya da kendi adlarına başkaları tarafından mağdur edilenlere karşı zerre kadar empati beslemiyorlar.
Ayna nöronları ölmüş maalesef... Empati kuramıyorlar.
Ötekini anlama çabası içine girmeyen birinden yüzleşme beklemek imkansızdır. Çünkü yüzleşme yüz yüze gelmeyi gerektiriyor. Oysa toplumlar yüz yüze gelmeye korkuyorlar. Güvenilir bir mesafeden birbirlerine kendi “hakikatlerini sıkmayı” tercih ediyorlar. Yüzleşmekten korktukları için biri ötekinin yüzüne bakmıyor. Sadece bir birlerine, deyim yerindeyse, arkadan küfrediyorlar.
Fakat ortalığı birlikte cehenneme çeviriyorlar...
Bu umutsuz ortamda ne mi yapılabilir?
İtalio Calvino’nun Citta İnvisibili adlı eserinde Marko Polo’ya söylettirdikleri belki az da olsa işimize yarar:
“Cehennem gelecekte olan bir şey değildir. Eğer cehennem diye bir şey varsa, o halihazırda buradadır. Biz onu birlikteliğimizden yarattık ve onu her gün yaşıyoruz. Ondan çekilen acıdan kurtulmanın iki yolu var: Cehennemi kabul edip, onu görmeyecek kadar onun parçası olmak; ikincisi daha risklidir ve sürekli uyanık olmayı gerektiriyor: Cehennemin orta yerinde kimin ve neyin cehennem olmadığını ara, öğren ve katlanmalarına yardımcı ol, onlara alan aç.”