1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Aynadaki (vitrindeki) VENÜS!..
Aynadaki (vitrindeki) VENÜS!..

Aynadaki (vitrindeki) VENÜS!..

Yaşadığım ülkede geçen seçim süreci ve sonrasında yaşanan gündem sarsıntılarıyla, "siyasette kadın" olgusuna toslayan düşünce dehlizindeyim

A+A-

Yaşadığım ülkede geçen seçim süreci ve sonrasında yaşanan gündem sarsıntılarıyla,  “siyasette kadın” olgusuna toslayan düşünce dehlizindeyim. Onca okumanın ve düşünce girdabının sonucunda bir yerlerden başlamak ve yine sanatın öyküsü sürecinden birkaç dipnot çıkarmanın vakti geldiğinde, başlığı atmış bulundum, önümdeki beyaz boşluğa… Sonuçta ben siyasetten anlamam gibi mütevazı ölçekteki söz kırıntılarımın ve anlatımlarımın gerçek sanıldığının hissiyatındayım. Yaşadığım ülkenin balık ağlarına takılıp kalmadan edemiyorum. Göçte yaşıyorum ve “ya huyundan, ya suyundan” nasiplenen asimile bir bedenin, ruh yaralarının da dikiş tutmadığını söylemeliyim, hemen parantez içinde…

 

***

 

XX. yüzyılda, iki savaş arasındaki yıllarda, radikal sanat hareketlerinin çoğunun, sınıf sorunlarını öncelikli olarak ele aldığı öne sürülür.  “Siyasette Kadın” olgusuna yoğunlaşınca geçen yüzyılın özellikle Avrupa ve A.B.D.’deki politik mücadelelerde kadının üstlendiği rol ve bu rolle ortaya çıkan eylem/ler de ilgi çemberinin merkezine kendiliğinden sızabiliyor. Toby Clark Sanat ve Propaganda kitabında, kadın propagandaları içinde, seçme ve seçilme hakkının XX. yüzyılın başlarında verilen mücadelelerini kapsamlı bir şekilde ele alır. “Söz değil eylem” bölümünde ise şu cümle dikkat çekicidir: “çalışmaları egemen sanat değerlerini sarsmış olsa da, genel seçimlerde oy kullanma hakkı için propaganda yapan kadınların çoğu profesyonel sanatçılar değildir.” Burada önemli olan hedeflenen hak için -ki bu oy kullanmadır- kadınların “eylem” fikrini harekete dönüştürmeleridir. Bu hareketin eyleme dönüşme alanı olarak ise sanat kurumları ve yoğunlukla kamuya açık tüketim alanlarıdır. Sanat kurumları içinde ise, kamusal alan olarak seyre açık tutulan ve farklı dönemlere ait sanatçıların başyapıtlarının sergilendiği müzeler eylem planlarının uygulandığı yerler olarak dikkat çekmiştir. Yani diğer bir deyişle iktidar sembolü yapılar! Eylemi gerçekleştiren kişiyi merkeze almadan ve içeriğindeki altokumaların anlam analizlerine yer vermeden önce, şunu söylemeliyim ki, kadınların başlatmış oldukları bu eylemleri, egemen olana diklenen ve savunduğu görüşü eyleme dökerek kabul ettirmeye çalışan oldukça radikal karşı çıkışlardır.

 

Radikal olma hali, başkaldırı halinden daha mı etkindir?

Egemen olana diklenmenin anlamı ne olmalıdır?

 

Bu sorulara aranacak cevaplarla, konu dışına çıkma riskini, bu yazıda almayacağım. Ama önerim, Matei Calinescu’nun Modernliğin Beş Yüzü kitabında, konu edilen beş yüzden biri olan avangard’ı keşfedebilirsiniz. Tüm bu soruların edebiyattaki yönünü Semih Gümüş Radikal 2’de, kitabı tanıtan yazısında, geniş bir anlatım yelpazesi içinde sorguluyor. Bu yazının ana bedeni olan “radikal” ve “avangard” terimleri, kadınların seçme hakkını elde etmeye çalıştıkları mevcut düzene, diğer bir deyişle egemen olana diklendikleri eylemlerini anlatırken, bana izleyeceğim yolda, bir ışık huzmesi bırakmıştır. Tüm bu sözleri, Gümüş’ün yazısıyla birlikte okumaya başladığım Modernliğin Beş Yüzü kitabının etkisinde kalarak, yeni terminolojik keşifler bağlamında buraya yazmaktayım. 

 

Öte yandan söze başlarken yazdığım giriş cümlesini de unutmuş değilim. Çünkü geçen seçim süreci ve sonuçlarının ardından, “siyasette kadın parlamenter” sayısının azlığının, bir bilinçli karar veya seçim olup olmadığı konusunda, beni durmadan itekleyen bir düşüncenin ağlarının içinde boğuşmaktayım. Bir örümcek ağına takılıp kaldığımı fark etmemle birlikte, sanırım yazının salim bir biçimde böylesi düşünce keşmekeşi içinden nasıl kurtulacağına dair cümleler arayarak, “ağdaki av olmak” gibi bir tehlikeden uzak durabileceğim. Bu nedenle kadınların seçilme hakkından önce, oy kullanma hakkının elde edilmesinde verilen mücadelelere odaklanan bir hareket noktasının belirlenmesi gerektiğini düşünmekteyim.

“Kadın siyasetçi vitrin süsü mü?” gibi bir sorunun peşinden de galiba koşamayacağım. Çünkü bu yazının sonunu görmek ve boyumu aşmayan dalgalarda yüzmek adına ve “bir siyasi yazıya” dönüşmesinden kaçabildiğim kadar kaçmayı planlayarak, bir sanat yazısı yazmanın kararlılığı içindeyim. Bu kararlılıkla klavyeye dokunduğumda aklıma düşen, söz konusu “kadın ve sanat” “sanat ve siyaset” veya “kadın ve siyaset” gibi vazgeçilmez ikili olgular olduğu sürece, sanırım XX. yüzyılın sanat hareketlerinden söz açmak istiyorsam, sınıf sorunlarının söz konusu dönem içinde öncelikli olarak yer aldığını, daha önce de belirttiğim gibi, unutmamam gerekiyor. Söz buraya gelmişken “bu bir siyasi yazı değildir” gibi bir cümleye ihtiyacım olacak. İşte asıl maksadıma yelken açan cümleyi hızlıca yazıp, okuyucunun, yani sizin düşünce dünyanızda küçük bir dehliz açabildim. Bununla birlikte mademki araya XX. yüzyılın sanat hareketlerini ve bu bağlamda da sınıf mücadelelerini ve hal böyleyken de akla gelen “eylem” kelimesini vurgulayacaksam, yazının ana düşüncesinin de kurumsal iktidar ile kadınlığın sunumunun kesiştiği bir noktaya varacağını hemen söylemeliyim.

 

Bendeki halet-i ruhiye fazla sürreal durumlar yaratmadan aklıma düşen “siyaset ve kadın” olgusunun erkekegemen söylemin diline doladığı ve ressamın resmetmekten hiç bıkmadığı Venüs’le yola devam etmek, galiba düşünce girdaplarına sıkışan cümleleri söküp çıkarmak açısından iyi bir başlangıç olacaktır:

 

Bilindiği üzere Venüs, meyve bahçelerinin koruyucusu olarak saygı görür. Yunan etkisi altında Aphrodite ile bir tutulmuştur. Aphrodite, aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Sevgiyi, sevişmeyi simgeleyen bu tanrıçanın doğuşu üzerine iki farklı kaynak bulunmaktadır: Birisi Hesiodos diğeri ise Homeros’tur. Kaynak hangisi olursa olsun “Aphrodite” işveli, cilveli ve gönül alıcı kadın “model”ini simgeler. Bu karakterine karşıt olarak diğer yüzünde ise, öfkeleri korkunç, kinleri acımasız ve cezalandırıcı gücü sınır tanımayan bir Tanrıça kişiliği betimlenir.   

 

Bir de İspanyol ressam Diego Velázquez’in (1599–1660) “Venüs” tablosuna göz atalım. Venüs, oğlu Cupido’nun tuttuğu aynada kendini izlemektedir. Resim, 122x177 cm. boyutlarında olup, bugün Londra National Museum’da sergilenmektedir. Velázquez’in sanat yaşamında bilinen tek nü tablodur. Aslında kayıtlarda, ki bu kayıtlar XVII. yüzyıl envanter kayıtlarıdır,  sanatçının üç farklı nü tablosundan daha bahsedilir. Bu üç tablodan, Kraliyet koleksiyonunda olduğu belirtilen ikisi, büyük olasılıkla 1734 senesinde Madrid Kraliyet Sarayı’nda çıkan yangın sırasında kaybolmuştur. Üçüncüsünün ise Domingo Guerra Coronel’in koleksiyonunda yer aldığı belirtilmiştir. Aklınızdan geçen soru demetlerinin haklılığını belirterek, “seçim”, “kadın parlamenter”, hatta yazıda vurgulanan “eylem”, “avangard” ve “radikal” gibi kavramların içinde dolaşmamızın Venüs ile olan bağlantısının cevaplarını aradığınızın farkındayım.

 

Sözü fazla uzatmadan, kadınların oy kullanma hakkı için eylem yapan Mary Richardson, 1914 yılında, küçük bir balta ile Londra Ulusal Müzesi’ne gelir.

 

Bir kadın, bir balta ve bir müze!

 

Böylesi bir üçlünün yaratacağı trajik boyut hayal sınırlarınızı ne kadar zorlayabilir?! diye düşünmekteyim.

 

Mary Richardson elindeki baltayı Venüs tablosunun camını kırıp, resim üzerinde birkaç yarık açmak için kullanmıştır. Mary, İngiliz polisi tarafından tutuklanır. Mahkemeye çıkarılır. Mahkemede, eylemin nedeni kendisine sorulduğunda ise, bir başka kadın hakkı savunucusu Emily Pankhurst adını telaffuz eder. Bu eylem egemen olana diklenip, onu bastırmak için yapılan avangard bir girişimdir. Velázguez’in var olan yegane nü tablosunun üzerinde toplanan kadın imgesinin ve o güne kadar sanatta var olan erkekegemen üslubun, toplum gözündeki anlamını kavramak, anlamak ve satır aralarını okumak mümkün olmaktadır. Richardson’un eylemi gerçekleştirdiği sıralarda mahkemede adı geçen Emily Pankhurst Holloway Hapishanesi’nde açlık grevi yapmaktadır. Pankhurst suffragette hareketini, yani “kadınların oy kullanma hakkını” savunan kadınların lideridir. Ulusal Müzede Richardson’un gerçekleştirdiği saldırı, 1905 yılından başlayarak, kadınların özellikle tüketime yönelik mekânlara, bilhassa vitrin camlarını kırmalarına atılan en radikal imzadır. Toby Clark’ın saldırıyla ilgili yazdığı şu cümle eylemin haklılığını yeterince aydınlatmaktadır: “Richardson, mücadelesini ülkenin en önemli müzesine taşıyarak devletin kültür koruyucularının değerlerini alaşağı etmiş ve ünlü bir çıplak kadın resmini seçerek aynı zamanda kurumsal iktidar ile kadınlığın sunumunun kesiştiği noktayı hedeflemiştir.”  

    

 

Bu demektir ki, Velázquez’in Venüs tablosu, rastlantısal bir seçim değildir. Venüs’ün mitolojik etimolojisini aktarırken sıraladığımız sevmeyi, sevişmeyi niteleyen konumu onu tarih içinde erkeğin cinsel hazzını temsil eden, en güzel kadın konumuna getirmektedir. Güzellik elementinin sanatın tarihsel dizini içinde değişen anlam örüntülerini bir yana koyarak, Richardson kendi politik kahramanı Bayan Pankhurst ile Velázguez’in Venüs’ünü özdeşleştirmiş oluyordu. Yeni bir imge yaratılarak, Ulusal basında eylem geniş yankı yaratmıştır. Sonuç olarak her ne kadar basında adı vahşice “kesici Mary” olarak anılsa da, Richardson tüm acı çeken kadınların sessizliğine, yüksek ses getiren tepkisiyle yeni bir anlam kazandırmıştır.

 

Bugüne baktığımızda yaşadığım ülkede son yapılan seçimlerle kadın milletvekili sayısının yükseldiği görülmektedir. Dünyada ve Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakları için verdikleri mücadelede, kadın milletvekili sayısının 78’e yükselmesiyle mecliste temsil yüzdesinin 14’e çıkması bir başarıdır.

 

Yine de basında kadın, dünyada ve Türkiye’de tamamen magazinsel boyutta yer almaktadır. Mary Richardson’un 1914 yılında gerçekleştirdiği eylemle basında farklı bir etki yaratmasını anımsayarak,  bugün göz gezdirdiğimiz gazete sayfalarında aradığımızın altını çizerek belirtmek istiyorum.

 

Son söz:

 

Kitle iletişim araçlarında kadınlar içinde bulundukları zor durumlar, tamamen cinsel yönden istismar edilen birer pazarlama imgesi olarak veya şiddet gibi öğelerle, “ya canından, ya da sosyal yaşam hakkından” mahrum edilerek yer almaktadır!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2236 defa okunmuştur