1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. “Ayrımcılık yapmasınlar… İnsan insandır…”
“Ayrımcılık  yapmasınlar…  İnsan insandır…”

“Ayrımcılık yapmasınlar… İnsan insandır…”

85 yaşında bir çınar… 6 evlat, 14 torun, 17 torun çocuğu sahibi bir Kıbrıslı… Kıbrıslı Rum olarak doğdu, 14 yaşında evlendi, Aysel ismini aldı… Savaşın ardından Alsancak’ta yaşadı…

A+A-

▶ “Çok küçük evlendim. 14 yaşında… 16 yaşında doğurdum. Kocam kaçırdı beni öyle evlendik. Kıbrıs’ın en büyük köylerinden biriydi, Yeroşibu… Karma köydü. Çoğunluk Kıbrıslı Rumlardı… Ama Kıbrıslı Türkler daha zengindi, çok malları vardı, Rumlar Türklerin yanında işlerdi.”

▶ “Çoğu evlendi, benden önce de… İsteyen dinini değiştirirdi. İnsanlar beraber yaşardı, beraber çalışırdı, karışık yaşardık. Biz evlendiğimizde ben gittim, dinimi değiştim, gönüllü… Çocuktum zaten… Öyle resmi evlilik de yapamazdık.”

▶ “Türkçeyi çok hızlı öğrendim… Kocamanın ailesinden duya duya öğrendim… Çocuklarım büyüyünce ve okula gittiler, onlarla birlikte ben de öğrendim.”

▶ “Anlaşma olmaz… Kimse yanaşmaz anlaşsın… Oldu bu harp, hepsi onarıldı… Rumlar da Türkler de… İnsanların sorunu yoktur. Her kim ki menfaati var, onlardır sorunlu… Bir bak bakalım, kimler ne makamlara gelirler… Bu harp olmasa bu sahip olduklarına hangisi olacaktı?”

Cenk Mutluyakalı

Baf'ın Yeroşibu köyünde Kıbrıslı Rum olarak doğdu, Kıbrıslı Türk olarak büyüdü. Tarihin ve coğrafyanın insanda birleştirdiği kimliği, kültürü, sosyal etkileri bünyesinde topladı.  14 yaşında bir Kıbrıslı Türk ile evlendi, ismini değişti. Annesinin 14’üncü evladıydı. Savaşın ardından kuzeye geldi, Alsancak’a yerleşti; kardeşleri, anne babası güneyde kaldı.

“İsmin” diyorum, “Aysel Güvensoy” diyor.
85 yaşında…
Çocukluğunu konuşurken, “O zaman adın neydi, ilk ismin” diye de soruyorum…
“Onu sorma bana… Söylemem sana...” oluyor yanıtı…
“Çok meraklısın sen… Bu kadar çok merak etme” diye de lafını gönderiyor…
6 evladı var… 14 torunu… 17 de torun çocuğu…


“14 yaşında evlendim, 16 yaşında doğurdum…”

img-3565.jpg

Çocukluğuna uzanıyorum önce…
“Yeroşibu’da doğdum. (Geroskipou,Γεροσκήπου) Hani lokumu ile meşhurdur, Baf’la Leymosun arasında kalır. İngiliz okuluna gittim dört sene… Sabahtan İngilizce marşlar okurduk. Kraliçe döneminde... Daha yaşım gelmeden giderdim okula, almazlardı beni… 7 yaşında kabul ettiler…

Annem babam da Yeroşibulu. Annemin 14 çocuğu oldu, 7’si yaşadı. 14’üncü çocuğum ben… Çok zengindi dedem… Annemizin dediklerine göre babam içkiyi çok severdi. Tarlalarımızı birer birer satardı. Malları mülkleri vardı çok… Annem çiftlikte çalışırdı, Alman karısında… Babam harnıba, kendire giderdi, 63 yaşında öldü, erken… Annem biz kuzeydeyken öldü.”
Çocuk yaşta evlilikler… Şimdi ne kadar büyük bir tepki var, doğal olarak… O dönemler böylesi bir bilinç yok sanırım… Nasıl evlendiğini konuşuyoruz, Aysel teyzeyle… Alsancak’taki evinde misafir ediyor bizleri… Torunu yanımızda ve kızı… Yemekler, tatlılar, çorbalar yapıyor hepimize… Yüreğiyle birlikte sofrasını da açıyor; samimiyetle, içtenlikle, sevinçle…

“Çok küçük evlendim. 14 yaşında… 16 yaşında doğurdum. Kocam kaçırdı beni öyle evlendik. Kıbrıs’ın en büyük köylerinden biriydi, Yeroşibu… Karma köydü. İsmail Beyzadeler vardı örneğin… Çoğunluk Kıbrıslı Rumlar… Ama Kıbrıslı Türkler daha zengindi, çok malları vardı, Rumlar Türklerin yanında işlerdi.

“Çoğu evlendi, benden önce de”

“Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında çok evlilik oldu mu?” diye soruyorum.
İngiliz dönemi o zamanlar… Kıbrıs Cumhuriyeti’nde iki ayrı cemaatin evlenmesi ‘din değiştirme’ şartına bağlı… Yoksa yasak…

“Evlenirlerdi… Çoğu evlendi, benden önce de… İsteyen dinini değiştirirdi. Kasabada da vardı, böyle evlenen… Ayten oldu… Emete vardı, Maria oldu… Çok vardı evlenen, iki toplumdan… İnsanlar beraber yaşardı, beraber çalışırdı, karışık yaşardık. Biz evlendiğimizde ben gittim, dinimi değiştim, gönüllü… Çocuktum zaten… Öyle resmi evlilik de yapamazdık.”

Çiftlikte birlikte çalıştıkları Salih’le kaçtı,
Aysel Güvensoy. O dönem ismi farklı tabii… Çiftliği soruyorum…

“Binlerce dönüm tarla, havuzlar, sular, hayvanlar… Çok büyük bir çiftlikti aslında… Kıbrıslı Türktü sahibi ama sonra bir Alman kadına sattı… Emilia… Çocukluğumdan beri işlerdim. Dört sene ilkokula gittim, sonra işe başladım, okumadım. 10 yaşında işe başladım…”

 

“Biz örnek çift olduk”


“Türkçe bilir miydin?” diyorum.
“Nereden bileyim. Salih, Rumca bilirdi… Kocam benden daha iyi okuma, yazma bilirdi Rumcayı… 9 yaş büyüktü benden…”

“Nasıl evlendiniz” sorusu geliyor gündeme elbette…
“O yaşta aklım kesmezdi, ne aşk, ne koca… Dünürcü gönderdiler aileme… Terzisi vardı, Rum… Onu gönderdi… Annem, babam kabul ettiler… Kardeşlerim de… Biz örnek bir çift olduk…  Salih’in ailesi korkardı, oğlunu öldürecekler diye… 1953’te evlendik biz… O zaman çarpışmalar yoktu. Düğünümüz olmadı. Hüseyin Köfünyeli vardı, onun evinde nikah yaptık, bir hocanın huzurunda… İmam kıydı nikahımızı… Yaşım küçük diye resmi nikah yapmadık… Dört çocuk yaptıktan sonra nikah kıydık… Aysel Salih diye adımı değiştim. Yemin ettim. Din de değişmiş oldum. Çocukken kiliseye giderdik, elbette… Sonra orucumu da tuttum, camiye de gittim. Kimseyi zeflemedim (aldatmadım.) Çocuklarımın da hepsine kocamın ailesinin adlarını koydum… Kardeşlerim hep sevdi kocamı… Ailem de...”


“Biz çatışmadık köyümüzde”

img-3558.jpg

Kıbrıs’ı bölen çatışmaları çok daha zor yaşadı, Aysel Güvensoy… Çünkü çatışan toplumlar, ailesiydi… Bir yarısı Kıbrıslı Rum, bir yarısı Kıbrıslı Türk…

“Çatışmalar başladıktan sonra da bizim köyde çok olay olmadı. Köyde silahımız da yoktu zaten… Toplamışlardı… 1974’e kadar da bir çatışma olmadı… Hep arkadaş kaldı bizim köyde Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlar… Tek bir gece geldi askerler, hayvanları çaldılar, başka da bir kötülük yapmadılar… Biz çatışmadık köyümüzde…”

Tüm çocuklarını güneyde doğurdu, savaşın öncesinde… Hatta ikisini de evlendirdi, o dönem…
“Üç kız kardeş vardı, ebe… Kıbrıslı Rum… Hepimizin evine gelir, doğum yaptırırdı. Goloni’de hepimizi o üç kız kardeş doğurttu.”

1974 savaşını, göçü, kuzeye geçişlerini soruyorum.

“1975’te geldik, otobüslerle, anlaşmayla… Televizyonumuzu, yataklarımızı da otobüslere koyduk, getirdik. Albümlerimi de getirdim ve burada çaldılar. Girdiler eve, ne varsa çaldılar … Albümleri, masa örtüsünü, fotoğraf makinesini… Güneyden getirmeyi başardık, burada çaldılar…”

“Ne çektik yerleşene kadar… Ev bulamazdık… O kadar çok ev vardı ama hepsine birileri yerleşti. Evkaf’ın evlerini verdiler önce… Sonra bir din görevlisi geldi, eve girdi… Attı bizi dışarı… Biz geldiğimizde Kıbrıslı Rumlar kaçtıydı… Yerliler de yabancılar da geldi, birer, ikişer ev kaptı. Lefkoşalılar da geldi, ev aldı, göçmen olmayanlar da… Şimdi oturduğumuz evi şans eseri bulduk. Burada kalan aile kaçtı, Avustralya’ya… 1977’de anca girebildik bu eve… Öncesinde turist evlerinde kaldık…”

“Türkçeyi çok hızlı öğrendim”


Türkçeyi ne zaman öğrendi ve nasıl?
“Türkçeyi çok hızlı öğrendim… Kocamanın ailesinden duya duya öğrendim… Çocuklarım büyüyünce ve okula gittiler, onlarla birlikte ben de öğrendim.”

“Kendi kişisel öykünü çocuklarına ne zaman anlattım” diyorum…
“Büyüdükleri zaman anlattık… Öğrendiler zaten… Güneye giderdik, anneme, nenelerini görürlerdi, akrabalarını…”

Bir sorun yaşadı mı, kimliğinden dolayı…
“Hiç sorun yaşamadım, ne o yanda, ne bu yanda… Ne kendi ailemde, ne kocamın… Kimse bana kötü bir söz söylemedi… 19 sene kooperatifte işledim… Emekli oldum…

“Bu kadar savaş niye oldu? Niye düşmanlık oldu” diyorum…

“Delilik insanlarda çok… Oldu… Popazlar! Ben kocamla evlendim, annemi bir sene kiliseye koymadılar… Popaz geldi eve, vazgeçmemi istedi… Kardeşim kovdu…

Yedi kardeştiler, şimdi hayatta iki kardeş kaldılar. Diğer kardeşi Yeroşibu’da…

“Yunanca’yı unuttun mu?” diye soruyorum…
“İnsan ana dilini unutur mu hiç” diyor.
Memleketi konuşuyoruz derken… Ne olur bundan sonra…
“Hükümet bırakırsa bizi… Görmen ne hallerdeyik… Anlaşma olmaz… Kimse yanaşmaz anlaşsın… Oldu bu harp, hepsi onarıldı… Rumlar da Türkler de… Bir kardeşi oğlum var, Rum, o söyler, bu Rumlar hem her savaşı kaybeder, hem sürünür… İnsanların sorunu yoktur. Her kim ki menfaati var, onlardır sorunlu… Bir bak bakalım, kimler ne makamlara gelirler… Bu harp olmasa bu sahip olduklarına hangisi olacaktı?”

“Ne fark var, yoktur… Yok anam yok! İnsan insandır…”

Kıbrıs’taki iki farklı etnik kimliği yaşadı, hissetti, duyumsadı…
“Ne farkımız var” diyorum.
“Ne fark var, yoktur… Yok anam yok! İnsan insandır… Kardeşi evlatlarımla o kadar yakınız. Çocuklarımla… Hepimiz aynı…”
85 yaşın deneyimiyle gençlere “nasihat” istiyorum.
Öylesine içten, doğal, samimi sesleniyor ki hepimiz yutkunuyoruz dinlerken…
“Ayrımcılık yapmasınlar… İnsan insandır…”

img-3589.jpg

Bu haber toplam 5866 defa okunmuştur