Ayşe ve Maria’nın hayatlarının inanılmaz benzerliği… 2
Şimdi Gaziveran’daki cenaze töreninde Özer Ekrem Emin’in oğlu Hüseyin konuşma yapıyor – zorlukla konuşuyor çünkü duygularla dolup taşıyor, bunca yıldır o kadar çok gözyaşı biriktirmiş ki… Sanki de gökler yarılıyor ve sağlam bir yağmurla sırılsıklam oluyoruz… Sanki de doğa Hüseyin Yücelten’in çığlığını duyuyor ve kendi gözyaşlarını mezarın üstüne yağdırıyor… Tümümüz yağmurda sırılsıklam oluyoruz, bu ailenin acısını paylaşıyoruz…
Komikebirli Kiriakos’un kendisi gibi aynı ismi taşıyan torunu Kiriakos, Dromolakşa’daki kilisede cenaze töreni konuşmasını yapıyor… İngiltere’den bu cenaze töreni için Kıbrıs’a geldi ve dedesiyle paylaştığı hatıraları anlatıyor… Tarlalara çalışmaya gittiğinde dedesi küçük Kiriakos’u da yanında götürürmüş, yaşı çok küçük olduğu halde dedesi traktörü sürmesine izin verirmiş… Dedesini son görüşünü de çok iyi hatırlıyor, dedesi Komikebir’de kalmakta ısrarcı olmuş çünkü korkacak hiçbirşeyi yokmuş – hiçbir yanlış şey yapmamış, hiçbir olaya karışmamış… Kıbrıslıtürkler’le iyi ilişkileri varmış… Ancak köyden bazı Kıbrıslıtürkler, ona ait bir çakıl makinesini çalmışlar – Kiriakos güveyisine ait bu çakıl makinesini geri getirmezlerse onları polise şikayet edeceğini söylemiş. Aynı akşam köyden bazı Kıbrıslıtürkler, Kiriakos’u evinden alarak “kayıp” etmişler – onu yakındaki Sazlıköy’e (Livadya) götürerek öldürmüşler ve bir kuyuya atmışlar… Bu kuyuyu yıllar sonra bazı Galatyalı okurlarım bana gösterecekti, ben de Kayıplar Komitesi yetkililerini bu bölgeye götürecektim… Sonuçta Kiriakos’tan geride kalanlar bu kuyudan kazılar sonucunda çıkarılacaktı… İşte bugün son noktaya vardık: Kiriakos’un tabutunu eşi Maria’nın bulunduğu mezara defnediyoruz nihayet…
Hem Maria Hanım, hem de Ayşe Hanım artık onca yıldır beklemiş oldukları “kayıp” kocalarından geride kalanlara kavuşuyorlar… Bu artık bir “son”…
Maria Hanım’la Ayşe Hanım’ın ve evlatlarının hayatlarının çarpıcı benzerliği, cenazelerden sonra günlerce kalbimde kalıyor…
“Kayıp” eşlerinin sonuçta nasıl da onlarla birlikte defnedildiğini düşünüyorum… 11 yıl arayla benzer acılar, benzer deneyimler paylaştılar… Hayatları neredeyse birbirinin aynı gibiydi… Benzer acılar, benzer bekleyiş, benzer ızdıraplar… Neden bu adada ister Kıbrıslıtürk, ister Kıbrıslırum olsunlar, çok büyük bir çoğunluğun benzer acılar çektiğini göremiyoruz ve sadece kendimizi “kurban” gibi göstermeye çalışıyoruz? Bu hayati önemdeki bilgi neden okullardaki çocuklarımızdan saklanıyor, eğer bunu öğrenmiyorlarsa okulda nedir öğrendikleri? Ve buna “öğrenme” denebilir mi?
Bu adada “ayrı hayatlar” yaşıyoruz ve tüm hayatımız boyunca içinden geçmiş olduğumuz deneyimlerin ne kadar benzer olduğundan “habersiz” yaşatılıyoruz…
Bu adanın taksimi en büyük “suç” olmakla kalmıyor, aynı zamanda birbirini görmeyen, onca benzerliğe ve onca benzer deneyime karşın birbirini “görünmez” kılan insanlardaki mentalite değişikliğine yol açmış olduğu için tümüyle kabul edilmez oluyor…
Maria Hanım’la Ayşe Hanım’ın hayatları okullarda okutulmalıdır, hem Kıbrıslıtürk, hem Kıbrıslırum okullarında… Çocuklar onların Dromolakşa ve Gaziveran’daki mezarlarını ziyarete götürülmelidir… Böylece çocuklar Kıbrıs’taki hayatlarımızın da, acılarımızın da nasıl da ortak olduğunu, çok benzediğini görebilirler…
Politikacıların “Kıbrıs sorunu” hakkındaki “büyük düşünceleri”ni dinlemek yerine, Maria Hanım’la Ayşe Hanım’ın ve benzer pek çok insanın öykülerini duymalıyız – böylece belki bir gün bu adada kaderimizin de ortak olduğunu kavrayabiliriz…