Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?
Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?
1980’li ve 1990’lı yıllarda hararetle ne olduğu ve etkileri tartışılan küreselleşme hakkında konuşan insanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. Peki ya sonuçları? Mal, ticaret ve emeğin serbestçe dolaşması, içinde yaşadığımız dünyanın gelişmesine ne oranda, ne gibi katkılar sağladı? Buradaki soru, “kuru kuruya” sorulan ve dünya ülkeleri etraflarına birbirlerinin erişemeyecekleri duvarlar örsün demek değil elbette. Aksine, adına küreselleşme denilen olgunun karanlık taraflarının da olduğunu, hatta, bu karanlık tarafların küreselleşmenin faydalarından bahsedenler gibi olmadığını ortaya koyan soru ekleri olarak düşünülebilir. Tam bu noktada şu soru önemli: “Tarihin sonu” geldi de ne oldu? Aydınlanma filozoflarının tahayyül ettikleri gibi, “rasyonel” olan insanlar olarak hep daha iyiye, müreffeh bir noktaya doğru mu gidiyoruz? Yoksa, tarih eleştirisi yaparken Walter Benjamin’in belirtmiş olduğu gibi tarihin değil sonu, hâlâ başlangıç noktasında durmaya devam mı ediyoruz?
Tarihin gerek başında, gerekse sonunda olsak da değişmeyen unsur içinde yaşadığımız sistemin bizzat kendisi. Kapitalizm salt ekonomik bir sistem olmanın çok ötesinde. Adam Smith’in Ulusların Zenginliği’nde, aydınlanma esaslarına dayalı bir bireycilikle, mal ve emeğin serbestçe dolaşımının sonuç olarak toplumun da refahına yarayacağı düşüncesinin altından sular akıp gideli çok oldu. Ellen Wood’un Küreselleşmeyi Anlama Kılavuzu’nda küreselleşmenin ne olduğunu anlatırken Adam Smith’in görüşünden bahsettiği noktada belirttiği üzere, Smith ‘alıcılar ve satıcılar arasında eşitlik olduğu’ fikriyle, hem alıcıların, hem de satıcıların piyasa fiyatlarını belirleyemeyeceğini ifade etmekle, her iki tarafın da eşit bir şekilde kazanç sağlayacağı düşüncesine sahipti. Lakin, “iktisadi aklın” böyle işlemediği bugün bir sır değil. Adına kapitalizm denilen ve küreselleşme adıyla güçlünün güçsüz üzerinde kurduğu tahakkümü pekiştiren neo-liberal anlayışın içinde bulunduğumuz dünyada yaptıkları üzerine küçük ama önemli bir müdahale Zygmunt Bauman’ın Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır? Kapitalizm ve komünizme kendince mesafeli bir şekilde yaklaşan Bauman, bu yapıtı ile aslında apaçık ortada olanları, küreselleşmenin “kirli çamaşırlarını,” iyice görebilmemiz için gözlerimizin önüne sererken, kitabın başlığı ile aslında provoke edici şu soruyu sorup, cevabı için bir yandan kitabı okumamız, diğer yandan ise konu üzerine esaslı bir şekilde düşünmemizi sağlıyor.
Bauman’ın bizlere vermiş olduğu cevap, neo-liberal düşüncenin her ne kadar çoktan iflas ettiğini gösterse de, kapitalizmin sonunun tahayyül etmenin neden Žižek’in söylemiş olduğu gibi dünyanın sonunu tahayyül etmeye kıyasla hâlâ daha imkânsız olduğuna dair ipuçları da içeriyor. Tüketimle, metalaştırdıkça ya da ürünlerin serbest dolaşımı sayesinde olacak olan “ekonomik üretim ve büyüme”nin bir hurafeden öteye gitmediğini, neo-liberal anlayışın geçmişte belirtildiği gibi gelişen ekonomi sayesinde fakirlerin de bundan pay alacaklarını; başka bir deyişle, ‘zenginliğin aşağıya damlamadığını’ yeri geldiğinde rakamlar ile aktarıyor. Konu ile ilgili rakamlar ürkütücü: 2013 yılından bir veriye göre “Merkezi Helsinki’de bulunan Dünya Gelişim Ekonomisi Araştırma Enstitüsü’ne göre, şu anda dünya nüfusunun en zengin yüzde 1’lik kesimi daha fakir olan yüzde 50’nin neredeyse 2.000 katı kadar zengin” (s. 14). Küresel ölçekte durum bu kadar vahim iken, “eşitsizliğe neden katlanıyoruz?” sorusuna yanıt ararken Bauman’ın verdiği yanıt Marx’ın ifade ettiği “yanlış bilinç” değil. Onun yerine, Mark Fisher’in Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok Mu? sorusuyla aradığı yanıta benzer bir şekilde, gerçeklik algısının önemli bir rol oynadığını iddia ediyor Bauman. Başka bir deyişle, değişmez olmadığı hâlde, toplumların büyük bir çoğunluğunun var olan sisteme inanıyor oluşu, sistemi meşru kılan etkenlerden bir tanesi. Kapitalizm, eşitsizlik ve insan doğası arasındaki ilişki açıklanırken, bunlar arasında hiç de doğrudan bir bağ olmadığı, bizzat liberal düşünceden hareket edilerek, J. S. Mill ve Keynes’ten örneklerle açıklanıyor. Tüketmenin, tüketici olmanın her şeyden önemli olduğunu aktaran Bauman’a göre, günümüzde alışveriş yapmak “... hayatın anlamından yoksunluğun lekesidir” (s. 51).
Çözüm için denemek gerektiğinin altını çizen Bauman, bunun yolunun da sorgulamadan geçtiğini belirtiyor. Çünkü “toplumun üst kesiminde biriken ekonomik zenginlik ‘aşağılara damlamadı,’ geriye kalanları zenginleştirmedi, bizi kendi geleceğimiz ya da çocuklarımızın geleceği hakkında daha iyimser, daha güvenli veya mutlu kılmadı...” (s. 12).
(Zygmunt Bauman. Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır? Çev. Hakan Keser. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014)