‘Azınlık’ hatırlatması
Hayko Bağdat, ziyaretimize geldiğinde kitabını hediye etmişti… ‘Gollik’… Futbol terimi gibi… Kitabın futbolla ilgili olduğunu sanabilirsiniz ama değil.
‘Gollik’, Türkiye’de azınlıkların günlük yaşamlarında karşılaştıkları zorlukları, bir Türk’ün veya Müslüman’ın diğer azınlıklara bakış açılarını ti’ye alır bir şekilde aktarıyor.
Birkaç gün önce başıma gelen, daha doğrusu tanık olduğum bir olay o kitabı hatırlattı bana…
Rahat okunabilecek, okuyucuyu sıkmayacak bir şekilde kaleme alınmış kitapta Hayko Bağdat, kendi hayatından kesitleri anlatıyordu;
Örneğin bir hikâyede eşi Belma’yı isteme olayını anlatıyor. Tabii ki iki taraf için de zordur böyle bir olay… Türk aile “Ermeni miymişler?” derken diğer taraf da “Türk müymüşler?” diye sormaktadır.
Sonuçta gidilir kızın evine ama aileler biraz soğuk dururlar başta… Yemeğe geçileceğinde masaya en son oturan kayınvalidenin sandalyesi çatırdayıp kırıldığında ve kayınvalide yere kapaklandığında aradaki soğukluk da erimiştir ama yılların alışkanlığı veya öğretilmişliği bir kez daha tekerrür eder…
Dünürler yan yana oturup sohbet ederlerken Belma’nın annesi ortaklarının kendilerine nasıl ‘kazık’ attığını söyleyecektir. “Keti hanımcığım, bu adamın ailemize yaptığını gâvur bile yapmaz” derken karşısındakinin nasıl karşılayacağı pek düşünülmemiştir çünkü kitapta da anlatıldığı gibi alışkanlıktır!, öğretilmişliktir!
Hatta bir Ermeni’den söz edilirken “affedersiniz Ermeni’dir” denmesi bile kanıksanmıştır çoğu bireyde, toplulukta…
Kitap, azınlıkların karşılaştıklarını, ‘öteki’ hallerini hoş bir anlatımla aktarırken aslında ‘ötekiler’in Türklerle, Kıbrıslıtürklerle ve belki dünyadaki diğer kültürlerle benzerlikleri de satırlar arasında yansıyor.
Hayko Bağdat, davetli olarak katıldığı Hatay’daki bir Ermeni köyü olan Vakıflı köyündeki bağbozumunu anlatıyor. Bölgedeki 7 Ermeni köyünden 1915 olaylarından sonra geride sadece Vakıflı köyü kalmıştır. Diğerleri Musadağı denen bölgeyi ya terk ettiler, ya da sürüldüler. 1939’a kadar Fransız idaresi altında yaşayan bölge Hatay Cumhuriyeti kurulduktan sonra referandumla Türkiye Cumhuriyeti’ne katılır. Eski yaşananlardan korkan çoğunluk Ermeni, bölgeyi terk eder, ya Beyrut’a ya da Ermenistan’a giderler. Orada sadece Vakıflı köyünde 70 aile kalmıştır. İşte orada Ağustos’un ikinci yarısında bağbozumu yapılır, etkinlikler düzenlenir. Hayko Bağdat şöyle anlatır;
“Bu geleneğin, Hıristiyanlık öncesinde, Paganizm ’den geldiği söyleniyor. Adağı olan kişiler kurban kesiyorlar ve kesilen koyun etleriyle festivalin sembolik yemeği olan Herisa ya da keşkek (parçalanmış etlerle kaynatılmış buğday) pişiriliyor.”
Sözcüğü tanıdınız mı?
Herisa, keşkek.
Bizde ise herse.
Özellikle Baf yöresinin özel günlerde, dini bayramlarda, sünnetlerde, düğünlerde yaptıkları herse…
Ermenilerde herisa, Türklerde keşkek, Kıbrıs’ta herse.
Yemek aynı. Yapılış nedeni benzer. Özel günler.
Kim kimi ötekileştirebilir ki!
***
“Bizimdir-yok bizimdir-sizin neyiniz olabilir ki!” tartışması ve ‘azınlık’ bilgilendirmesi ukalalığının hatırlattığı bu kitabı oturdum yeniden okudum. Hiç de fena olmadı.
Manzara olduğu sürece!..
Zaman zaman bıkıyoruz, bunalıyoruz sorunlardan, gitmek istiyoruz buralardan… “Burada artık yaşanmaz, dert-sorun çok” diyoruz ama tesadüfen gördüğümüz bir manzara karşısında da “burası bırakılır mı?” diye iç geçiriyoruz… Evet, Kıbrıs’ın kendi sorunlarından, siyasal, ekonomik problemlerinden, bölgenin sürekli siyasal anlamda sıcak bölge halini korumasından dolayı sırtımızda büyük yükler taşıyor gibiyiz… Başka yerlerde yaşayanlara, özellikle İskandinav ülkelerine özeniyoruz… “Oraların insanları rahat, dertleri, sıkıntıları yok, kimse kimseye karışmıyor, demokrasi sorunu yok, ekonomik açıdan da rahatlar… Keşke oralarda olsak” gibi hayıflanmalarımız yukarıdaki fotoğrafta olduğu gibi yerleri gördüğümüzde bir anda yok oluyor kafamızdan… O sırada “böyle deniz, böyle manzara, böyle güneş oralarda var mı” diye de kendimizi rahatlatmaya, üstün tarafımızı ön plana çıkarmaya başlarız… Ta ki o manzarayı görebildiğimiz sürece… Oradan gittiğimiz anda yine başlar yakınmalar… Ya o manzarayla birlikte huzurumuzu, barışımızı da sağlayabilsek!..
1 Mayıs’ın hatırlattığı…
Yapılan şeylerin, verilen uğraşların değerinin başkaları tarafından da algılanması önemlidir… İyiliklerden söz etmiyorum… O’nun karşılığını hiç beklemedim. Ancak ortada bir ürün vardır ve o ürünün ortaya çıkmasındaki emek göz ardı edilmiştir. O emeğin hiçe sayılması ve o emeğin sahibi başkasıymış gibi lanse edilmesi kırıcı olmaktan öte bir durumdur. 1 Mayıs gelirken buraya bir not düşmek istedim.
Uzaklar yakın artık…
Evden uzaklaşmaya yakın çocukların artık evle ilişkileri “dün geldiydi-bir hafta sonra gidecekti-artık üç ay sonra gelir herhalde” konuşmaları arasındaki geldikleri zaman aralıklarıdır. Bizim küçük kızımız dün yine uçtu okulu için… Haziran ortası yeniden geliş var. Bu ayrılıkların çok ‘ayrılık’ yaratmamasını internete borçluyuz. Çoğu zaman kızıyoruz internete, farklı sebeplerle bağımlılık yarattığı için ama her gece görüntülü konuşmak uzakları o kadar yakın yapıyor ki!..
Her zaman aklımızın ardı sıra gidelim, halkın taktiri de, canı isterse ardımızdan gelsin.
Montaigne