1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Babaannem 100 Yaşında”
“Babaannem 100 Yaşında”

“Babaannem 100 Yaşında”

“Babaannem 100 Yaşında”

A+A-

 


Simge Çerkezoğlu

İstanbul’da sanat ve tiyatro ile dolu geçen on beş yılın ardından sanatçı
Özlem Özkaram Kıbrıs’a, doğduğu topraklara geri dönme kararı alıyor ve 2005 yılından bu yana Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nda çalışıyor. Salon olmasa da sözleşme yapılmasa da hatta bilet satılacak gişe bulunmasa da, perdeler “Babaannem Yüz Yaşında” oyunu ile bir kez daha açılıyor. Aslında günümüz hayatlarının kısa bir kesiti olan doyumsuzluğun, tükettikçe tükenmenin anlatıldığı bu kara komedide Özlem Özkaram yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Bir yandan izleyiciye keyif veren oyun, öte yandan izleyiciyi yaşadığı hayata dair de düşündürüyor.  

 

Toplumun genelinde devlet tiyatrolarına karşı önyargı hakim, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?  
Yıllar içinde yapılmış bir takım hatalardan kaynaklanan önyargılar var. Bir kere maalesef hala tiyatronun stratejisi oluşturulamadı. Tiyatroda vizyon oluşturmak günlük ya da yıllık planlarla yürütülecek bir şey değil. Özellikle de devlet tiyatrosunun Kıbrıs’taki varlığının tanımlanması gerekiyor. Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları, tiyatroyu ihtiyaç haline getirecek ve standartları oluşturacak kurum olarak var. Standartları oluşturmak için de önce kendi bünyesinde çıtayı yükseltmek ve her seferine daha da yükseltmek için geleceğe yönelik planlar doğrultusunda ilerlemeli. Bunlar hala yapılabilmiş değil. Hala bu günü, bu ayı ya da bu sezonu kurtarmak üzerine hareket ediliyor. Bunlar da toplumda önyargıya sebep oluyor. Elbette ben ve arkadaşlarım bunun için mücadele ediyoruz, bir gün çözümün gerçekleşeceğine de inanmak istiyoruz. Aksi taktirde sadece günü kurtarmak için atılan adımlar yaptığınız işi değersizleştirmekten başka işe yaramıyor.

“BİR EVİMİZ YOK”

Tabii seyircinin bunları hissetmesinde hala hayata geçemeyen tiyatro binasının da etkisi olmalı…
Bir evimiz yok bizim. Konuklarımızı ağırlayacak yerimiz yok. Kumpanya, gezici tiyatro gibiyiz. Neresi bize yer verirse orada sahneye çıkıyoruz. Tabii ki turneye gidiyoruz ama bu başka bir şey. Tiyatronun vazgeçilmez unsurları oyuncu ve seyircidir. Bu ikili olmazsa tiyatrodan söz edemeyiz ama onun yanında mekân da gerekiyor. Artık bunu konuşmaktan bile sıkılıp, yoruldum. Yine de bu çok önemli bir eksiklik, seyirci adres bilmiyor o sebeple de alışkanlık edinemiyor. Ayağı alışamıyor, beklenti geliştiremiyor, Devlet Tiyatroları gölgede kalıyor.  Biz bu oyunun provalarını yanan binanın fuayesinde yaptık. Oyunu ise Atatürk Kültür Merkezi’nde oynuyoruz. Bu alanı başka etkinliklerle paylaşıyoruz. AKM’de prova yapmaya fırsat bulamadan sahneye çıktık. Belli standarta ulaşmak, profesyonellik yakalamaktan söz ediyorsak birtakım olmazsa olmazların olması gerekiyor. Fakat maalesef bizim koşullarımız bu. Bunun yanında personel eksiğimiz ve teknik donanım yoksunluğumuz da var. Seçtiğimiz oyunları duruma uydurmaya çalışıyoruz.

“BABAANNE DIŞINDA HER ŞEY NORMAL”

“Babaannem 100 Yaşında” dünyada çok popüler olan ve Türkiye’de de iki farklı tiyatro tarafından sahneye taşınan bir eser. Sizin oyunu bu dönemde seçmenizin özel sebebi var mı?
Dünyada çok oynanan bir oyun. Arjantinli yazar Roberto Cossa’nın 70’li yıllarda kaleme aldığı daha sonra film versiyonu da çekilen ve hala
özellikle de Arjantin’de oynanmaya devam eden önemli bir eser. Beni içeriği ile kendine çekti. Tiyatroda kalın kalın bir şeylerin altını çizmekten hiç hoşlanmam. Biz oyunumuzu oynarız, sözümüzü bağırmadan söyleriz seyirci keyifli vakit geçirir ve gider. Gittikten sonra kafasında birtakım cümleler oluşmaya başlarsa sorgularsa işlevi yerine gelmiş olur. Bu metin o anlamda tam istediğim gibiydi. Benim de yaşadığım hayata, içinde yaşadığım dünyaya dair fikirlerim var. Bu anlamda onların bir kısmını dillendiren ama hiç de bir şey söylemiyormuş gibi söyleyen bir oyun. Seyirci geliyor eğleniyor, biz de eğleniyoruz ama bir kısmının kafasında bir şeyler oluşsun,  hiçbir şey oluşmayan seyirci de iyi vakit geçirmiş olsun. Oyunda her şey çok doğal babaanne dışında, her şey çok sıradan babaanne dışında ama işte o babaanne de her şeyi belirleyen aslında.    

Nasıl bir kadro ile oyun karşımıza çıkıyor?
Bu sezon genç arkadaşlarımızla çalıştım. Sözleşmelerden kaynaklanan bazı sıkıntılar sonucunda provalar geç başladı ama onlar da yüreklerini ortaya koydu. Ne olursa olsun biz tiyatro yapmak istiyoruz dediler. Hep birlikte sadece oyuna odaklanarak ve diğer her şeyi geride bırakarak sahneye çıktık. Tabii çok ciddi bir özveri gösterdiler ve hala da gösteriyorlar. Hepsine teşekkür ediyorum ve söylüyorum her şeye rağmen tiyatro yapıyoruz ve bir şekilde yapmaya da devam edeceğiz. Oyun da bize biraz neden tiyatro yapmak zorunda olduğumuzu hatırlatıyor. Yaptığımız işi neden iyi yapmak zorunda olduğumuzu, niye koşullara teslim olmamamız gerektiğini ve neden bize öğretilen her şeyi koşulsuz doğru kabul etmememiz gerektiğini söylüyor.

“DOYMUYORUZ”

Oyunun verdiği mesajı ben çok beğendim, ancak oyunun ne anlatmak istediğinden biraz bahsedebilir misiniz?
Oyun İtalya’dan Arjantin’e göç eden bir ailenin evinde başlıyor. Oyunda bir büyükanne var. Yeni geldiği ülkenin dilini kabul etmiyor, İtalyanca konuşmaya devam ediyor. Diğer bireyler ise yeni ülkeye adapte olmuş, hayata tutunmaya çalışıyor. Bizim aile yapımıza da benzeyen karakterler var. Pazarcı bir baba, evde ev işleri ile uğraşan, yemek yapan anne, herkesin elinden gelen katkıyı koyduğu normal çalışan ve yaşayan aile. Pazarcı baba günde on altı saat çalışıyor. Sistemin dayattığı da bu değil mi zaten sonuna kadar çalışmak. Çalışmasının tek motivasyonu var; bir gün kazandığı para ile bakkal açmak. Eşi ve büyük hala sürekli en ekonomik şekilde evi idame ettirmeye çalışıyor. Bir genç kız ve bir sanatçı kardeş ve büyükanne var tabii. Büyükanne hep aç ve ailenin yaşam mücadelesi rayında giderken büyükannenin doyumsuzluğu ile sekteye uğruyor. Çünkü büyükanneyi doyurmak başlı başına dert haline geliyor. Yarı aç yarı tok yaşıyorlar günde on altı saat çalışıyorlar fakat babaanne doymuyor. Evin küçük kızı çalışıyor ama ne iş yaptığını kimse bilmiyor. Sormaya korkuyor. Sanatçı kardeş kendi yaşam standardından ödün vermemek ve salt tembelliğini sürdürmek için pekçok entrika çeviriyor yine de hiç biri babaanneyi durdurmaya yetmiyor. İçinde yaşadığımız sistem de aslında öyle değil mi? Hepimiz çalışıyoruz. Hem de gücümüzün yettiğinden fazlasını vererek çalışıyoruz. Para da kazanıyoruz ama sürekli borcumuz var. Ödüyoruz, ödüyoruz bitmiyor. Bir yandan çalışmaya, bir yandan yoksullaşmaya devam ediyoruz. Biz de doymuyoruz çünkü sürekli alıyoruz. Öyle öğretildi bize. Niye aldığımıza bakmıyoruz. Aldıklarımızı gerçekten ihtiyacımız olduğundan mı alıyoruz yoksa onun bizi daha iyi hissettireceği beynimize kazındığı için mi alıyoruz. Gerçekten buna ihtiyacımız var mı? Ya da onu giyince, yiyince ya da takınca gerçekten daha mı iyi oluyoruz. Bunları sorgulamıyoruz ve hayatımız pahasına tüketiyoruz. Üstelik sadece kendi hayatımızı değil doğayı da tüketiyoruz. Aslında insanın dünyadaki varlığı babaannenin bu evdeki varlığı gibi. Yok olmak pahasına tüketiyoruz.

Oyun ne kadar zaman daha devam edecek?
Nisan sonuna kadar oyunumuz her Cuma Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde kapıdan ya da Devlet Tiyatroları’ndan bilet alarak izlenebilecek. Daha sonra ise Mayıs ayından itibaren turnelerimiz olacak.

Bu haber toplam 3895 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 149. Sayısı

Adres Kıbrıs 149. Sayısı