1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'Babam kaybolduğunda 12 yaşındaydım, 60'ıma geldim, daha ne kadar beklemem gerekir?...'
Babam kaybolduğunda 12 yaşındaydım, 60ıma geldim, daha ne kadar beklemem gerekir?...

'Babam kaybolduğunda 12 yaşındaydım, 60'ıma geldim, daha ne kadar beklemem gerekir?...'

Babası Halil Ziya Desteban “kayıp” edildiği zaman henüz 12 yaşlarında bir çocuk olan “kayıp” yakını Nurten Öztürk, 17 Mayıs 1964’te babası “kayıp” edildiği zaman henüz 12 yaşında bir çocukmuş, “12 yaşındaydı

A+A-

 

 

Babası Halil Ziya Desteban “kayıp” edildiği zaman henüz 12 yaşlarında bir çocuk olan “kayıp” yakını Nurten Öztürk, 17 Mayıs 1964’te babası “kayıp” edildiği zaman henüz 12 yaşında bir çocukmuş, “12 yaşındaydım” diyor, “şimdi 60’ıma geldim... Çocuktuk, büyüdük, gocadık, hala babamızdan geride kalanların bulunmasını beklerik... Yaşımızı alıyoruk, tansiyon ettik. Daha ne kadar beklemem gerekir?” diye yakınıyor.

“Bu bekleyişi çocuklarıma miras bırakmak istemem, gözüm açıkken babamdan geride kalanların bulunduğunu göreyim, cenaze töreni yapayım, babamı göreyim ve rahatlayım... Bunun için daha kaç sene beklemem gerekir? Beklemekten çok yoruldum” diye konuşuyor...

Dün bizi telefonla arayan “kayıp” kızı Nurten Öztürk, “Madem ki babamın olası gömü yeri olan Pervolia’daki (Bahçalar) kuyu belirlendi, bir an önce kazılsın ki biz da babamızdan kalanları alıp gömebilelim, ölmeden o günü görebilelim... Bu bekleyişi çocuklarıma miras bırakmak istemem” diyor.

Babası 1964’ten beridir “kayıp” olan Nurten Öztürk, babasının olası gömü yerini bulabilmek için, İki Toplumlu Kayıp Yakınları İnsiyatifi’yle birlikte çok yoğun çaba harcamış, babasının “kayıp” edildiği bölgeyi ziyaret ederek, köylülerle konuşmuş, televizyon programlarına çıkarak, Kıbrıs’ın güneyinde çeşitli etkinliklere ve uluslararası konferanslara katılarak çağrılar yapmıştı... Kıbrıslırum okurlarımız Halil Ziya Desteban’ın öldürülüp cesedinin “kayıp” edilmesine ilişkin bildiklerini bize anlatmışlar, biz de bu bilgileri okurlarımızla ve Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum yetkilileriyle paylaşmıştık. Bir Kıbrıslırum okurumuz Halil Ziya Desteban’ın “Muhammed’in tarlasında bir kuyuya gömüldüğünü” anlatmış ve biz de bu bilgileri bu sayfalarda yayımlamıştık. Tüm bu bilgiler ışığında Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum üye yardımcısı Ksenofon Kallis, Kıbrıslıtürk üye yardımcısı Murat Soysal ve Kazılar Koordinatörü Okan Oktay’la birlikte “kayıp” Halil Ziya Desteban’ın olası gömü yerini bulabilmek için birlikte Pervolya’ya (Bahçalar) gitmiştik ve burada kapatılmış olan bir kuyu bulmuştuk. Kayıplar Komitesi’ne ulaşan bilgilere göre, bu kuyu Halil Ziya Desteban’ın olası gömü yeri olabilirdi. Sözkonusu kuyu, “kazılacak yerler listesine” konmuş bulunuyor ancak henüz bu kuyuda kazı yürütülmedi.

 

HALİL ZİYA DESTEBAN BAHÇECİLİKLE GEÇİNİYORDU...

 

Halil Ziya Desteban, “kayıp” edildiği zaman 53 yaşında yedi çocuk babasıydı, 17 Mayıs 1964’te Pervolya’dan (Bahçalar) zerzavat alarak bunları Larnaka’da satmak üzere evden çıkmıştı. O gün geri dönememişti çünkü öldürülmüş ve cesedi de “kayıp” edilmişti. Aslen Softalar köyünden olan “kayıp” Halil Ziya Desteban, hiç kimseye zararı olmayan, bahçecilikle evlatçıklarını geçindirmeye çalışan emekçi bir insandı.

 

KIBRISLIRUM OKURLARIMIZ KONUŞMUŞTU...

 

Bölgeden Kıbrıslırum okurlarımız bize Halil Ziya Desteban’ın kimler tarafından nasıl alınıp öldürüldüğünü anlatmışlardı. Onun gömü yerini bilen şahısların isimlerini de bize vermişlerdi. Biz de bu bilgileri Kayıplar Komitesi yetkilileriyle gönüllü olarak paylaşmıştık. Bir Kıbrıslırum okurumuz, “kayıp” Halil Ziya Desteban’ın Bahçalar (Pervolia) köyünde “Muhammed’in tarlasındaki bir kuyuda gömülü olduğunu” bizimle paylaşmıştı. Kayıplar Komitesi yetkilisi Kallis, bu konuda araştırmalarını derinleştirmiş ve ardından Murat Soysal, Okan Oktay ve Ksenofon Kallis’le birlikte “Muhammed’in tarlasına” giderek sözkonusu ağzı kapatılmış kuyuyu bulmuştuk.

 

KIBRISLIRUM POLİSİNİN İLANI

 

“Kayıp” Halil Ziya Desteban’ın kızı Nurten Öztürk, Kıbrıslırum polisinin gazetemiz YENİDÜZEN’de de çıkan “kayıpları”ndan geride kalanların bulunup da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açmış olan bazı “kayıp” yakını Kıbrıslıtürkler’le ilgili ilanını görünce üzüldüğünü, yerindiğini, kendi “kayıp” babasından geride kalanların hala bulunmayışını bir kez daha hatırlayarak “Daha ne kadar bekleyeceğim?” dediğini anlattı.

Sözkonusu ilan, “kayıpları” henüz bulunmamış olan “kayıp” yakınları arasında endişe yaratmış bulunuyor. İlanın çıktığı günden bu yana telefonlarımız hiç susmadı ve “kayıpları” henüz bulunmamış “kayıp” yakınları bizi sürekli arayarak çeşitli kaygılarını, endişelerini, üzüntülerini dile getiriyorlar...

 


 

 

 

KAZILARDA SON DURUM... KAZILARDA SON DURUM...

 

Maşera’da bir “kayıp” Kıbrıslıtürkler’ten daha geride kalanlara ulaşıldı

 

Kayıplar Komitesi kazı ekibinin Maşera’da yürüttüğü kazılarda bir “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten daha geride kalanlara dün ulaşıldı. Maşera’da bir dere yatağında yürütülmekte olan kazılarda bulunan bu “kayıp” şahıstan geride kalanlar, bu dere yatağına gömülen “kayıp şahıs” sayısını üçe çıkardı. Geçtiğimiz günlerde aynı dere yatağında iki “kayıp şahıs”tan geride kalanlar bulunmuştu.

Maşera’da yürütülmekte olan kazılarda böylece kalıntılarına ulaşılan “kayıp” Kıbrıslıtürk sayısı yediye ulaşmış bulunuyor.

Bu “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gruplar halinde bu alana getirilerek öldürüldüğü ve gömüldüğü tahmin ediliyor. 1963-64 “kaybı” olan bu grupların bir keresinde iki kişi, bir keresinde bir diğer iki kişi ve bir diğer keresinde de üç kişi olmak üzere ayrı ayrı bu alana getirilerek öldürüldükleri ve gömüldükleri sanılıyor.

Bu yedi “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün kimler oldukları ancak Antropoloji Laboratuvarı’ndaki analizden ve daha sonra da Genetik Enstitüsü’nde DNA analizinden sonra anlaşılacak.

Bu “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in 1963-64 döneminde yollardan alınarak “kayıp” edilen ikili ve üçlü gruplar oldukları tahmin ediliyor.  Bunların, yollarda kurulan barikatlarda tutuklanıp, sonra bir merkezde sorgulandıktan sonra infaza gönderildikleri tahmin ediliyor. Maşera’da bulunan “kayıp” insan sayısına bakılacak olursa, bu bölgenin bir “infaz alanı” olduğu anlaşılıyor.

Kayıplar Komitesi’nin Maşera’da kazıları yürütmekte olan kazı ekibindeki arkeologlarımız Fatma Keseroğlu, Güliz Bürüncük, Sofia Harçotis, Hristiana Zenonon ve şirocu Bay Stavro’ya “kolay gelsin” diyoruz...

 

 


 

 

Kayıplar Komitesi “çoğalıyor”!...

 

Kayıplar Komitesi çalışanlarının bir kısmının ilk bebekleri dünyaya “merhaba” derken, bazı arkeologlar da gün sayıyor.

Geçtiğimiz günlerde Kayıplar Komitesi’nin deneyimli arkeologlarından Arzu Deniz Solak doğum yaptı... Bir oğlu oldu... Adını “Kuzey” koydu... Arzu Deniz-Aydın Solak çiftini kutlar, minik Kuzey’e, “Dünyaya hoşgeldin bebek!” deriz.

Dün sabah saatlerinde bir bebek daha dünyaya geldi. Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Gülden Plümer Küçük’ün asistanı olarak Kayıplar Komitesi’nde çalışmakta olan Mine Balman doğum yaptı. Bir oğlu oldu. Adını Ada Balman Baysal koydu. Mine Balman-Besim Baysal çiftini de kutluyoruz ve minik Ada’ya “Yeryüzüne hoşgeldin!” diyoruz.

Kayıplar Komitesi’nin Strovulos’ta yürüttüğü, Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın arandığı kazılarda tanışan Theodora ile Yorgos adlı arkeologlar, bir süre çıktıktan sonra evlendiler ve geçtiğimiz günlerde onların da ilk bebeği dünyaya geldi. Bir kızları oldu ve adını Maria koydular. Theodora, bir arkeolog olarak Kayıplar Komitesi’nin Antropoloji Laboratuvarı’nda, eşi Yorgos da bir arkeolog olarak Kayıplar Komitesi kazılarında çalışıyor. Theodora-Yorgos Hacıtomas çiftini kutlarken, minik Maria’ya da “Galosorise!” diyoruz...

Şimdi sırada doğum için gün sayan iki kadın arkeolog daha var: Angeliki  Antussi ve Andri Palla... Hem Andri, hem de Angeliki ikinci çocuklarını dünyaya getirmek üzere gün sayıyorlar ve önümüzdeki günlerde doğum yapmaları bekleniyor... Onlara da “kolay birer doğum” diliyoruz...

 

 


 

 

RADİKAL

 

Dersim’in “kayıp” kızları...

 

“İki tutam saçın hazin hikayesi...”

 

·        Dersimli Şemsi Karakoç'un ailesi, 70 küsur yıldır iki tutam saçla kayıp iki kızlarını arıyor. Annesinin ölene dek koynunda sakladığı saçlar, 1984'ten beri kızı Şemsi Karakoç'a emanet...

 

SERKAN OCAK

 

Şemsi Karakoç’un elinde iki tutam saç var. 75 yıl önce annesinin sımsıkı bağladığı aynı bez parçasına sarılı hâlâ. Düğümleri açarken zorlanıyor, gözyaşlarını da tutamıyor. Saç tutamları iki ablasına ait. Şemsi ve Sakine’ye...

Şemsi Karakoç, 1938’de kaybolan ablasıyla aynı adı taşıyor. Zaten aşiretinde doğan pek çok kıza ya Şemsi adı verilmiş ya da Sakine.

Annesi kızlarının ilk kâkülllerini 1936’da kesmiş. Âdetmiş. 1938’den sonra kızlarından geriye tek hatıra, bu iki tutam saç kalmış. Şemsi Karakoç, “Birden askerler basınca annemle yengem kaçmış. Babaannemle dedem dağılmış. Çocuklar dağılmış. Aşiretin yüzde 20’sinin adı Şemsi ve Sakine... Annem yıllarca ağladı. ‘Acaba açlar mı? Ne yapıyorlar?’ diyordu. Annemin yaşadığı acıları Allah kimseye yaşatmasın... Ablalarım kaybolunca tek hazinemiz bu kaldı. Annem boynunda gezdirmiş. Hiç çıkarmamış. Ölmeden önce bana verdi. Eğer öldülerse tek isteğimiz mezarına bir toprak dökmek” diyor.

70 küsur yıldır sahibini arayan iki tutam saç, 1984’ten beri Şemsi Karakoç’a emanet.

Dersim katliamı sonrasında, katledilen ailelerini çocuklarının akıbetinin ne olduğu uzun yıllar belirsiz kaldı. İki araştırmacı Kazım Gündoğan ve yönetmen Nezahat Gündoğan, Dersim’in kayıp kızlarının izini sürdü. 5 yıllık çalışmaları boyunca 72 kayıp hikâyesine ulaştı. Bu hikâyelerin bazılarını da belgesel yaparak ölümsüzleştirdi: ‘İki Tutam Saç, Dersim’in Kayıp Kızları...’

 

POLİTİK EVLATLIKLAR

Katliamda öldürülen ailelerin çocuklarının büyük bölümü, asker ailelerine evlatlık olarak verildi. Özellikle kızlar evlatlık olarak verilirken erkek çocuklarsa yurtlara yerleştirildi. Bir kısım çocuksa bindirildikleri karatrenden birer ikişer indirilerek eşrafa bırakıldı. Kimi kız çocuğu hizmetçi olarak kullanıldı, kimi tacize uğradı. Saçları sıfıra vuruldu. ‘Cumhuriyet’e uygun, kısa elbiseler, kısa çoraplar, lengerli şapka giydirildi.

Kaç çocuğun bu şekilde evlatlık verildiği hâlâ belirsiz. Kazım Gündoğan, 72 kızın izine Nezahat Gündoğan’la birlikte ulaşmış. ‘Politik evlatlık’ diye nitelendirdiği çocukların hikâyesini de ‘Arananlar’, ‘Arayanlar’, ‘Birbirini bulanlar’ diye ayırıyor. Şemsi ve Sakine’nin ailesi de hâlâ, o iki tutam saçla kızlarını arayanlardan.

 

KAYIP KIZLARIN BELGESİ DE VAR

***  Kaymakamlık: Kızlar Yarbay Münip Yılmaz Türk’ün nezaretinde

Kayıp kızlar Şemsi ve Sakine’nin kardeşi Erdal Karakoç, “Dersim’de yalnız benim ablalarım değil, yüzlerce çocuk evlatlık olarak götürüldü” diyor: “Babam bu kızları çok aramış. Fevzi Çakmak’a başvurmuş. Babam İstanbul’a gitti. İki kız çocuğu getirmişler, kafaları sıfıra vurulmuş. Babam ‘Bunlar benim kızlarım değil’ demiş.”

Şemsi ve Sakine’nin kaybolmasının ardından katliamdan geriye kalan aile üyeleri Manisa Salihli’ye sürgüne gönderilmiş. Baba İsmail Karakoç’a Salihli Kaymakamlığı’nca 1941’de kızlarını almak üzere İstanbul’a gidip gelmesi için 15 günlük yol izin belgesi bile verilmiş. Belgede İsmail Karakoç’un kızlarının Yarbay Münip Yılmaz Türk’ün nezaretinde olduğu belirtiliyor. Salihli Kaymakamlığı’nın Genelkurmay’dan öğrendiği bu bilgi, aslında Dersim’in kayıp kızlarının kayıt altında olduğunun da bir göstergesi.

 

FISILTIYI HAYKIRIŞA ÇEVİREN BELGESEL:

***  Dersim’de her 5 kişiden 3’ünün bir kayıp hikâyesi vardı

Dersim’in Kayıp Kızları’nı ortaya çıkaran Kazım Gündoğan ve Nezahat Gündoğan, Dersimli iki araştırmacı. Bölgedeki insanların bildiği tarih ile resmi tarih arasındaki farkı ortaya koymak için Dersim’i araştırdıklarını söylüyorlar. Dersim’i Cumhuriyet tarihinin ‘karakutusu’ diye tanımlayan Gündoğan, belgeselin karakutuyu açtığını ifade ediyor.

Dersim’in 70 yıldır sadece Dersimliler arasında fısıltı halinde konuşulduğunu, şimdi yeniden konuşulmasının yolunun açıldığını belirten Gündoğan, “Dersim’le hesaplaşmak, Cumhuriyet tarihi ile hesaplaşmaktır” diyor.

 

PEKİ ÇOCUKLARA NE OLDU?

***  Kazım Gündoğan, 2005’te çalışmaya başlamış:

“Dersim’in tanıkları ve mağdurlarıyla görüntülü sözlü tarih çalışması yaptık. Dersim meselesinde bir ‘resmi tarih’ tezi var. Bizim ‘isyan’ olarak bildiğimiz bir görüş var. Orada da halkın bir görüşü var. Bize sürekli ‘Oğlum biz isyan etmedik, devlet geldi, bizi kırdı’ derlerdi. Resmi tarih teziyle oradaki halkın görüşü arasındaki çelişkiyi açıklığa kavuşturmak için bir araştırma başlatmaya karar verdik. Bir soru bulduk: ‘Dersim sürecinde kadınlara ve çocuklara ne yapıldı?’ Bunu belgelerden, tanıklardan, mağdurlardan inceledik. Her 5 görüşmeden 3’ünün bir kayıp öyküsü bildiğini gördük. Tabii somut delil yoktu.”

Somut delillere hikâyelerin peşine düşerek ulaşmışlar:

“2006’dan itibaren Dersim meselesinde çocuklara uygulanan politikaları inceleyerek ‘Dersim’in Kayıp Kızları’ çıktı ortaya. 30 ilde araştırmalar yaptık. Bu araştırmalar sonucunda 2009’da film gösterilebilir hale getirildiğinde yaklaşık 72 kişinin öyküsünü toplamıştık. Bu filmle Dersim artık konuşulmaya başlanmıştı.”

 

KAYIP KIZLAR KİTAP OLACAK

Gündoğanlar bugüne kadar derledikleri ‘Dersim’in Kayıp Kızları’ ile ilgili şu sıralar kitap hazırlığı yapıyor. Kitabın yeni yıla kadar çıkacağını belirtiyorlar. 2009 yılında tamamlanan ve bugüne kadar yalnız özel gösterimlerde sunulan belgeselin DVD’sini çıkarmak için de çalışıyorlar.

(RADİKAL – Serkan OCAK – 15.12.2011)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1944 defa okunmuştur