1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Babam, Vakıflı köyünün Çakı dedesiydi…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Babam, Vakıflı köyünün Çakı dedesiydi…”

A+A-

YÜZLEŞME ATÖLYESİ…

Ohannes Keskin

İki kız kardeşiyle birlikte çok küçük yaşta yetim kalmıştı, dayıları sahip çıkmıştı onlara, çocuk yaşta ırgatlığa başlamıştı , hiç okula gidememişti, 1939 yılında Hatay Cumhuriyeti Türkiye’ye katılma kararı verilince Musa dağı Ermenileri kendilerini güvencede hissetmeyip bir kez daha topraklarını bırakarak Lübnan’a göç ettiler, babam o sıra 13 yaşındadır ve amelelik yapmaktadır, yıllar yokluk yoksulluk yıllarıdır ve dayıları göçe katılmama kararı vermişlerdir, göç başlarken yolda oynamakata olan kız kardeşlerini görenler  “Bu kızları Türklere bırakmayalım” diyerek göç eden kamyonlardan birine atıvermişler. Akşam işten eve dönen babam acı gerçeği görür ve hıçkırıklara boğulur. Artık yapayalnız kalmıştır. 1939 yılından sonra kızkardeşleri ile irtibatı kesilir, bu arada büyür, evlenir ve bizler dünyaya geliriz . 1973 yılında iki kız kardeşi sürpriz yaparak babamı ziyaret edene kadar.

1973 yılında 14 yaşımdayken benim de tanık olduğum onların kavuşma anını nasıl anlatsam ki size, hangi sözcüklerle, hangi romanda, hangi filmde bu kadar sahici, bu kadar duygu dolu, hıçkırıklarla, birbirlerine tek kelime söyleyemeden, dakikalarca sarsılarak, sarılarak bu gerçek buluşma sahnesi anlatılabilirdi, tarifi imkansızdı. 15 günlüğüne gelmişlerdi, gidişleri de tarifsiz bir duygusallıkla oldu.

Bu görüşmeden sonra bir daha birbirini hiç göremediler. İlk önce büyük kızkardeşinin ölüm haberi geldi, eğildi başı, bize gözyaşlarını göstermedi. Sonra benim düğün gecesi davetlilerden birisi bir mektup uzattı babama, mektup Lübnan’dan gelmişti, sevindi babam, “Al, oku” dedi bana, mektubu açtım okumaya başladım küçük kızkardeşinin ölüm haberi veriliyordu mektupta, yarıya kadar okuyabildim, gerisini getiremedim, mektubun içinden bir de fotoğraf çıkmıştı. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü, yıkıldı babam, düğün gecemiz zehir oldu, o gece benim düğün gecemde hiç oynamadı babam, müzik ve gürültünün içinde onu uzaktan izlerken, hep oturdu ve gözleri uzaklara, çok uzaklara, belki de çocukluğuna daldı gitti...

O gerçek anlamda bir emekçiydi, bir taş ustasıydı, taşları yontar,  şekil verir taş evler inşa ederdi, taştan bahçe duvarları örerdi, aranan bir ustaydı, gündüzleri başkasına çalışmaya gider, geceleri gaz lambasıyla kendi bahçesinde çalışırdı.

1997 yılında köyün kilisesi onarılmaktadır. Babam yaşlanmıştır artık. Dışardan ustalar getirilmiş, kilisenin kabasını yaptıktan sonra “biz kubbesini yapamayız” diyerek çekip gitmişlerdir. Köydekiler ne yapacaklarını bilememektedirler, babam araya girmiş ve gençlere "siz ne biçim Ermenisiniz, Ermeniler tarih boyunca taş işlemişlerdir" diyerek onlara öncülük etmişti.  "Şimdi ben ne dersem onu yapın" diyerek gençleri yönlendirmiş, bugünkü kilisenin kubbesini inşa etmişlerdi.

Bir keresinde hiç unutmam, köyde bir cenaze var ve biz gençler mezar kazıyoruz,  bir yere kadar kazdıktan sonra bir kaya parçasına rast geldik sırayla iniyoruz vuruyoruz, vuruyoruz, kayadan bir parça kopartamıyoruz, hepimiz kan ter içinde kalmışız, biraz sonra babam geldi gördü halimizi.  “Çekilin şöyle" dedi, indi mezara, kayanın üstünü bir güzel temizledi, sonra kayada bir damar aradı, o damarı bulduktan sonra iki darbeyle kayayı yardı biz de mezarı ancak o sayede açabildik.

Dağdan getirdiği meşe ağaç dallarından tahta kaşık, kepçe, bıçak sapı yapar satardı..

Hala onun yaptığı tahta kaşık ve kepçeyi saklarım.

Kamıştan çok güzel irili ufaklı sepetler yapar satardı. Yükü omuzuna vurup durup dinlenmeden çalışırdı. Kasketi hiç olmadı ancak sakkosu yaz kış üstündeydi..

Fırtınaydı, çok öfkeli küfürler ederdi, çok sertti.. Çalışırken veya yalnız olduğunda yanık türküler söylerdi, sesi de çok güzeldi.

Bana "Sen okumalısın oğlum "derdi ve henüz 7 yaşımdayken İstanbul’a bir Ermeni Yetimhanesi’ne yazdırmıştı beni,  hasretliği, yalnızlığı, babasızlığı ilk orada yaşadım.. Yazları köye gelip koyunlara çobanlık yapardım..

O benim tüm babalar gibi kahramanımdı, hayatı tam bir romandı, o benim roman kahramanımdı, o Vakıflı köyünün Çakı dedesiydi..

Bir Haziran günü bahçede çalışırken bırakıp gitti bizi, ani bir kalp kriziyle toprağa düştü, güneş alnını, toprak ellerini öptü…

Şimdi ben onun diktiği ağaçlarda, onun gölgesi altında, onun kartal yuvasında ışığını açık tutup yanık türküler söylemeye devam ediyorum…”

(YÜZLEŞME ATÖLYESİ - Ohannes Keskin (BOLŞEVİK OHANNES) - Vakıflı köyü – 14.6.2019)

 


BASINDAN GÜNCEL…

 

Kıbrıs’taki olayları NATO talimnamelerine veya özel harp psikolojik savaş yöntemlerine göre yorumlamak -15 b-

 

“Türk Özel Harp Dairesi, her şeyden haberdardı…”

 

Ulus IRKAD

 

ÖZEL HARP DAİRESİ KIBRIS HAREKATINDA TÜRK ORDUSUNA FAYDALI OLMADI İDDİASI

Özel Harp İstihbaratı Çöküyor

“Başbakanlık koltuğunda Bülent Ecevit var.

Türk silahlı Kuvvetleri 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a çıktı. Kıbrıs Harekatı’nın hazırlıklarında aktif görev alan birimlerden biri de Özel Harp Dairesi oldu.

Türk Mukavemet Teşkilatı’nın varlığı nedeniyle harekatla ilgili istihbarat faaliyetlerinin yürütülmesi görevi daireye verildi.

Ancak hareket için son günlerde  yaklaşılmasına karşın daireden Genelkurmay Başkanlığı’na ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na herhangi bir bilgi gelmiyordu.

Sonunda Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan bizzat Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak’tan  adadaki askeri tesis ve hedefler, Rum birliklerinin sayıları ve gücü, kıyı ve planlar hakkında yeniden bilgi istedi.

Yine bilgi gelmedi.

Sonunda bu görevi Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı üstlendi ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na istihbarat sağlandı. Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Şubesi’nin sağladığı bilgilerden de yararlanıldı.

Yamak’a göre ise Kemal Kayacan istediği tüm bu bilgilerle ilgili detaylı çalışma yapıldı ve bunlar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na iletilmesi için bilgi kartı ve albüm haline getirildi. Ancak bu bilgiler çok gizli damgalı olduğu için askerler tarafından, ilgili komutanlıklara gönderilmek yerine arşive kaldırılmıştı.

Özel Harp Dairesi’nin istihbarat toplamaması nedeniyle harekatın başladığı ilk gece Genelkurmay ile adaya çıkmaya çalışan ve çıkan birlikler arasında hiçbir irtibat sağlanamadı. Ankara’daki Genelkurmay Karargahı’nda gergin bir bekleyiş vardı. Genelkurmay Başkanı dahil herkes adeta elleri kolları bağlı bir şekilde adadan gelecek haberi bekliyordu.

Bir taraftan da yıllardır  adada gizli örgüt kuran ve onlarca subayı bulunan Özel Harp Dairesi’nin bilgi getirmesini bekliyorlardı. Bunun için Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, İkinci Başkan Adnan Ersöz ve Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya, Genelkurmay’ın ilgili başkanlıklarının başındaki generallerin bulunduğu ekip, Özel Harp Dairesi  Başkanı Kemal Yamak’ı Genelkurmay’a çağırdı.

Ancak Kemal Yamak eli boş geldi.

Dışişleri Bakanlığı istihbaratının sağladığı ilk bilgiler,haberler vardı. Bu bilgileri değerlendirip daha sağlam bir irtibat kurmaları için bir heyet gece yarısı Özel Harp Dairesi’ne gitti. Ekipte Onur Öymen de vardı. Adaya çıkan Türk birlikleriyle ancak bir sonraki gün irtibat sağlanabildi.

Ecevit’in Pişmanlığı

Harekatın birinci aşamasının sonunda barış görüşmeleri başladı.

Cenevre’de yapılan barış görüşmelerinde Dışişleri Bakanı Turan Güneş başkanlığındaki bir heyet Türkiye’yi temsil etti.

Heyette Dışişleri Balkanlığı bürokratları, Ercüment Yavuzalp, Ümit Bayülken, Ecmel Barutçu ve Coşkun Kırca’nın yanı sıra üç de asker vardı. Harekat Daire Başkanı Tümgeneral Süreyya Yüksel ve bir de Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak.

İkinci Cenevre Konferansı’na da aynı heyet gitti ama bir farkla; heyette üç asker değil iki asker vardı: Süreyya Yüksel ve Kemal Yamak.

Konferans devam ederken “Rumların oyalama taktiğiyle zaman kazanmaya çalıştıkları” gerekçesiyle 14 Ağustos’ta adadaki Türk birlikleri yeniden ilerlemeye başladı. Adanın üçte birlik bir bölümünü kontrol altına aldılar. Kıbrıs’ın bugüne kadar  gelen durumu o gün oluştu.

Özel Harp Dairtesi’nin harekat sırasında hiçbir istihbarat sağlamaması dairenin üzerine Kıbrıs nedeniyle gitmeyen Ecevit’e pişmanlık yarattı.;

“Diyorlardı ki, Rum tarafında Özel Harp Dairesi’nin adamları varmış, onlardan bilgi almıyormuş. Oysa bunlarla harekat sırasında telsiz irtibatı bile kuramadık”(Kılıç,2008,193-195).

Aslında yalan da söylemeyeyim, Güney Kıbrıs’ta, burada Ecevit’in iddiasını doğrular nitelikte bir emekli subay, savaş anılarını anlatırken bana buna benzer bilgiler de vermiş ve her iki Özel Harp Dairesi’nin birbirleriyle temasları olduğunu iddia etmişti. Aşağıda Türkiye’nin en kıdemli gazetecilerinden merhum Cüneyt Arcayürek de benzer bir konuya parmak basıyordu:

Kıbrıs Harekatlarında Özel Harp Dairesi’nin İşlevi Ne oldu ?

Cüneyt Arcayürek’in “Darbeler ve Gizli Sevisler”(1989)  adlı kitabında bazı bilgiler aslında çok ilgi çekicidir:

“Kıbrıs harekatında MİT’in bir yararı dokundu mu?”

“Oralara gitmezdi” dedi Ecevit: “Ama Özel Harp Dairesi Kıbrıs’ta her yere adamlar yerleştirmişti”.

İlgimi çektiğini görünce, acı bir gülümseyişin ardından ekledi:

“Harekat boyunca, Özel Harp Dairesinin adamlarından ‘tek bilgi gelmedi’ dedi.

Kıbrıs harekatı “açık istihbaratla” başarıya ulaşmıştı. Soru üzerine kesik kesik bilgiler…Ya MİT’in casusluk faaliyeti?

“Vardır herhalde.” Dudakları soru işareti gibi kıvrıldı.

“Ama ne kadar?”

Mahir Kaynak?… Ecevit, MİT’e buyruk veriyor, kışkırtıcı eleman istemem, diyor. Oysa kışkırtıcı ajanların “hası” o sırada MİT’te görevli…”(Arcayürek,1989,202).

Özel Harp Dairesi ile Ecevit’in sorunları aslında Kıbrıs Harekatı başlamadan da olacaktı. Nitekim Özel Harp Dairesi uzmanlarından Kemal Yamak’ın “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” adlı kitabında (2006) bu konuda yer yer değinmeler de vardır.

 

KAYNAKÇA

Arcayürek, C. (1989) Darbeler ve Gizli Servisler, Bilgi Yayınevi, İstanbul.

Yamak, K. (2006) Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, İstanbul.

Kılıç, E.(2008) Özel Harp Dairesi-Türkiye’nin Gizli Tarihi, Güncel Yayıncılık, İstanbul.

-DEVAM EDECEK-

(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 15.6.2019)

 

 

Bu yazı toplam 2656 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar