1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Babama mektup…”(2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Babama mektup…”(2)

A+A-

***  Dr. Hale Erel’den  Kaymaklılı merhum babası Derviş Erel’e mektup…

Dr. Hale EREL

Kurşun sesleri arasında onlardan gelen feryatları hatırlıyor musun? ''Bu da gitti yanlış yere indiler hanım'' diye her seferinde arkasına saklandığımız duvarın gölgesinden çıkıp yeniden yerine çöküşünü ben unutmadım babam, sen unuttun mu o feryatları, o kulak tırmalayan feryatları. Karşıda Rum askeri ve Türk askeri karışık, biz saklanıyoruz, inmişlerdi de yanlış yere inmişlerdi hatırlıyor musun?
Hem ben sana çok da öfkelenmiştim biliyor musun? İnsan 5 sene haftanın her gecesi asker nöbeti tutar mı baba ya? Bu nasıl bir askerlik ki bitmemişti sende. Ben çok ağlıyordum her akşam seni beklerken pencerede… Ben galiba senin hep benim yanımda olmanı istemiştim.  Annemle ne çok geldik senin dükkana hatırlıyor musun, sen marangoz dükkanında askerin masasını sandalyesini yaparken, iki abim de seninle yarışırken beceride, ben elimde çekiçle ne çok çivi çaktım masaların ayaklarına. Beni oyalamanın bir yolunu bulmuşlardı abiler, eline bir çekiç, üç beş mıh, oyalansın çocuk, yoksa o günlerde anlamışlar mıydı benim, yıllar sonra  babaya ihtiyacım olacağını? Bense ne çok keyif yapmıştım sizinle geçirdiğim o zamanda. Bu günlerden kalmadır kendi işimi kendim halletme alışkanlığı bilirsin.
Bir sabah uyandığımda senin gözlerin kan çanağına dönmüş öylece otururken buldum seni, hiç unutamam. Kucağına atlamıştım neden evdesin diye. Sen söyleyememiştin annem söylemişti ''evimizin yandığını'', ben ne çok ağlamıştım benim de bir yatağım olacaktı yeni evimizde, şimdi yine olamayacak ben ablamlarla yatmak istemiyorum demiştim. Sen sarılmıştın boynuma ''kızım gel bakalım tekne kazıntım, tabii ki olacak, artık burada oturmayacağız, senin ayrı odan olacak demiştin'' ve kısa süre sonra yeni bir eve çıkmıştık. Kendi evimiz bir gecede yanmış, biz yine Kaymaklı’ya dönememiştik. Yıl 1968 değil miydi? Hani hepimizin büyük umutlarla gece gündüz çalıştığımız, evimizi yeniden yaptığımız o yıl...1968…
Baba sen sadece bizim için yaşadın biliyorum. Bazen diyorum ki acaba bizler 5 çocukla bir akşam ortada kalsak devam edebilir miyiz bu hayata? Bir akşam ne çok yalvarmıştım sana ''İstanbul’a geliyorsun değil mi?''
Ne çok istemiştim benimle İstanbul’a gelmeni. Sen sadece ''Kader, Kısmet'' demiştin hatırlarsın. Ben tepinirken ''Kader yok, kısmet yok baba'' diye, ''Hanım deli bu kız” demiştin, “kaderin önüne geçilmez kısmetten ziyadesi olmaz''. Halbuki bilmeliydim Kıbrıslı en çok kadere ve kısmete inanır. Çünkü Kıbrıslı bilir ki gece yattığında sabah savaş çıkmış olabilir, bilir ki bir akşam hakkında verilen kararları birileri uygulamak için gelmiştir. Kıbrıslı'nın kaderi masa başında yazılır. Ne çok hayatlar kararır, ne çok umutar kaybolur kimse hesaplamaz bunları. Kıbrıslı için'' kısmet'' duadır aslında.  ''Kader'' vazgeçilmezdir.
Sonra ne oldu biliyor musun baba, soğuk bir Ocak günü seni toprağa verdik. Sonra Lefkoşa'nın yarısı mezarlığa geldi. Diğer yarısı bizim evden geçti. Derviş Usta için ağladı dükkan komşusu, asker arkadaşı, dostu, ailesi, esnaf, bürokrat, doktor, avukat, yoğurtçu, yumurtacı, camcı , ayakkabıcı. Ben en çok senin soğukta üşüyen ayakların için ağladım. Hani nöbete giderken annem senin ayakkabılarının içine gazete kağıdı koyardı sıcak tutsun diye, ben hala denerim bazı zamanlarda seni yanımda hissetmek için. Sonra seni bıraktık ve öylece geldik o soğukta, o toprakta. Kader dedik kısmet diyemedik. Bir insanın kalbinin bunca savaşa  dayanamayacağını hep bildik hiç dile getiremedik. Bir insanın 5 çocukla sokakta kalamayacağını hiç hesaplayamadık. Bir akşam ve sonra kaç akşam,  hayatının başına ve sonuna sıfır katılabileceğini hiç ama hiç kabul edemedik.  Bir insanın 5 yıl asker nöbetine gidemeyeceğini anlayamadık. 63 savaşı tam bitmişken, bırakıp kaçtığı evine bir daha gidememenin acısını yüreğinde çok ağır yaşayacağını hesaplayamadık. 68’de evi yandığında çocuklarının yüzüne bakamayacağını, hissedeceği mahcubiyeti hiç anlamadık, aslında biz anladık da onlar anlamadılar. 74’te iki oğlunu savaşa gönderip, kızını yabancı askerlerin zorbalığından korumak için gece yarısı bir meçhule doğru yola çıkmak zorunda kalmanın ne büyük bir acı olduğunu hiç hesaplayamadık. Bunun hesabını soracak kimseyi bulamadık karşımızda. Kendimizle hesaplaştık kendimize sorduk durduk, sorduk da cevabını yine bulamadık.
59 yaşındaydı dediler, kalp krizi dediler. İlk kriz çok ağır geldiği için kurtaramadık dediler. Her şeyi söylediler. Ben sadece baktım bunları söyleyenlerin yüzüne, sesim çıkmadı, gözyaşım durmadı, inanmadım bu yalanlara, içimden bir ses ''Bu kadar yaşaması bile mucizeydi, bu acılar tahammür edilmezdi babam'' dedi. Sonra; aslında sonrası yok, hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmadı benim için ama hiçbir şey. Kendime iki baba seçtim, ağladığımda boynuna sarılacağım, sevindiğimde paylaşacağım iki baba. Onlar bunu bildiler, kabullendiler, baba oldular bana,  bir kadının hangi yaşta olursa olsun bir babaya ihtiyacı olduğunu hep hatırladılar.
Annem mi? Annemin Alzheimer denilen bir yoldaşı var bu günlerde, kendi dünyalarında ikisi birlikte yaşıyorlar, biz kapıyı aralamaya çalışıyoruz, içeri girmek için uğraşıyoruz ama çok anlamlı olmuyor. Bazen fotoğrafları alıyorum oturuyorum dizinin dibine, Alzheimer’i kovalıyoruz oralardan. Tek tek bakıyoruz birlikte, sonra senin fotoğrafına geliyor sıra, alıyor eline bakıyor, bakıyor ''Baban” diyor “erken gitti…''
“Erken gitti anne” diyorum, gülüyor ''Kaymaklı’da çocukları rahat etsin diye en büyük evi yaptırmıştı” diyor, “çok iyiydi, hiç şikayetim olmadı” diyor… Başımı kaldırıyorum, yüzüne bakıyorum, ne bir damla yaş gözünde, ne bir isyan sözlerinde. Alzheimer’i yeniden çağırıyorum yanımıza, hatırlamasın istiyorum, o evde çok kısa bir süre oturduğunu hatırlamasın. Ağlamıyor, hatta hafifçe gülüyor, sonra ben onun yerine de ağlıyorum, hatırladığım her geçmiş için.
Huzurla yat Babam, huzurla. Bu gün 16 Ocak, benim kara günüm. ''Kader''in benim hayatımı benden aldığın gün, ''Kader ve Kısmet''e her Kıbrıslı kadar inanmaya başladığım gün.
Bugün 16 Ocak...
(Dr. Hale EREL)

Bu yazı toplam 3114 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar