Baf Hakkında Beynimde Kalan Bilgi Kırıntıları -11-
Ulus Irkad: 1950’li Yıllarda Kıbrıs’ta, şimdiki Kıbrıstürk liderliğinin resmi ideolojisinin belirlenmesi için Kıbrıstürk liderleri ile muhaliflerinin hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de çok şiddetli çatışmalar ve tartışmalar içine gird
Ulus Irkad
Yapılan Tartışmalardan Yansımalar ve Özker Yaşın’ın Kitabı Nevzat ve Ben
1950’li Yılları Anlamak
1950’li Yıllarda Kıbrıs’ta, şimdiki Kıbrıstürk liderliğinin resmi ideolojisinin belirlenmesi için Kıbrıstürk liderleri ile muhaliflerinin hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de çok şiddetli çatışmalar ve tartışmalar içine girdiklerini görüyoruz. Eski belgeler incelenirse 1957-58 öncesinde de bir tartışmanın olduğu görülmektedir. Esasında bu belgelerde Türkiye dış siyasetinde Kıbrıs Sorunu’ndaki değişiklikler ve evrimleşmeyle ilgili yansımaları görebiliriz. Pek tabi ki bu değişiklik ve evrimleşmede, Kıbrısrum toplumu içindeki milliyetçi dinamiklerin etkisi de oldukça önemlidir ve onları da birlikte değerlendirmeliyiz diye düşünmekteyim. 1950’li yıllar oldukça önemlidir, çünkü Kıbrıs’ta belirgin olarak Dr. İhsan Ali ölçekli olan muhalefet, aslında bu kadarla sınırlı değildir. Aynı dönemlerde Türkiye ve Kıbrıs’ta düşünen onlarca muhalif aydının mevcudiyeti bilinmektedir. Özker Yaşın’ın Nevzat ve Ben adlı eserleri (üç cilt) incelenirse bunlar hakkında etraflı bilgilere ulaşmak mümkündür. Bu arada Baf’ta varlıklı bir gazeteci ve aydınken 1953 (sürgünü 1954’te gerçekleşmiş olabilir) yılında bir gece tutuklanıp ansızın Türkiye’ye sürgün edilen ve bugün ismi Kıbrıs’ta unutulanlar listesinde olup resmi ideolojinin hiç anmadığı bir aydın- gazeteci olan Talat Taşer’den de burada söz etmek gerekmektedir. Eskiler ve bilhassa hem Dr. İhsan Ali’nin hem de Talat Taşer’in çok yakın arkadaşlarından biri olan dedem Hamza Erdoğan bana Talat Taşer’i anlatırken, “O Baf’ta gelmiş geçmiş Baflıların arasında en fazla okuyan ve kütüphanesinde binlerce kitabı olan bir aydındı” diye söz etmektedir. Bu arada gene akrabalarından olan Baflı Selçuk Çavuş ise İngiliz İdaresi tarafından 1954 yılında sürgün edilirken kütüphanesinin tümünü en yakın arkadaşlarından Derviş Ahmet Raşid’e bıraktığını da bana anlatmıştır. 1980’li yıllarda öldüğünde ardından bir makale yazan Özker Yaşın onun için “Kıbrıs’ın Yüzbaşı Selahattin”i tabirini kullanmıştır. Talat Taşer ömrü boyunca Kıbrıstürk liderlerine kalbi kırık olarak Türkiye’de yaşamış ve hatta 1974 sonrasında bile Kıbrıs’a gelmemiştir. Ankara’da Tarhan Kitabevi’nin 1960’lı yılların sonlarına kadar idareciliğini yapmıştır. Ecevit’le yakın dostluğu ise Ecevit’e Kıbrıs ve Dr. İhsan Ali konusunda çok şeyler kazandırmıştır. Nevzat Karagil ve Talat’ın temasta olduğu Türkiyeli aydınlar da daha fazla AKİS ve KİM dergileri çevrelerindendir. Tabi bu arada o yıllarda Türkiye’de çıkmakta olan bu iki dergi de bizlere bayağı bilgi vermektedirler bu tartışmalar hakkında. Yani çoğunlukla sanıldığı gibi o 1950’li yıllarda salt Dr. Fazıl Küçük ve Rauf R. Denktaş ile onların karşılarında Dr. İhsan Ali’nin muhalefeti söz konusu değildir, aynı anda resmi politikalar karşısında farklı bir muhalefet cephesinin varlığından da söz etmek mümkündür. 1958 yılında AKİS dergisinde yer alan yazılardan birinde Türkiye’nin taksimden hala “son hal çaresi” olarak bahsetmesine karşın, adada statükoculuğa dönüldüğü belirtilirken, Türk tezlerinin adım adım gerilediği ifade ediliyor. Önce adanın ilhakından bahseden Türk tezinin, sonra taksimi savunduğundan söz ediliyor. Ardından taksime en yakın olan birinci MacMillan planının “… ne hikmettir bilinmez esaslı hüsnü kabul” gördüğü ifade ediliyor… “Şimdiyse Türk tarafı -yabancı basında yer almasına rağmen Türkiye’ye yansımamasına karşın- yeni tavizlere zorlanıyor”. Ortada tez diye bir şey kalmamasından yakınan dergi, artık Vatan Cephesi’nin radyosunda da Kıbrıs haberlerinin bir iki dakikaya sığdırılıp ardından sürekli Kıbrıs marşlarının çalındığını, eskisi gibi Taksim tezinin anlatılması/savunulması yerine kaç Rum ve kaç Türk’ün öldürüldüğünü konu edindiğini belirtip bu değişimin farkında olan halkın tepkisini sunuyor: “Madem bu işten bir şey çıkmayacaktı, o halde hükümet bizi niye heyecanlandırdı?” (Hasgüler, M. (2005), Kimin Adası? Kıbrıs’ın Akisi, İstanbul, Nobel Yayın Dağıtım, s. 115).
AKİS dergisi de 15 Eylül 1959 yılında, s. 12-14’te şu değerlendirmeleri yapmaktadır:
“Hatırlardadır: “Ya taksim, ya ölüm” tezini tam manasıyla benimseyip, miting sloganı yaptıran DP iktidarı Zürich’te “Kıbrıs Cumhuriyeti”hal çaresine yanaşınca, Dışişleri Bakanı Zorlu’ya B.M.M. kürsüsünden bu iki kutup arasındaki büyük mesafeyi örtme vazifesi düşmüş ve Bakan D.P.’nin politikasını şu sözlerle açıklamıştır: “Bir yere varmak için bazen başka yoldan gidilir. Biz Zürich’teki büyük avantajlar taşıyan statüyü elde edebilmek maksadıyla taksim fikrini ileri sürmüştük. Bu bir taktikti ve gaye taviz koparmaktı.
Ama D.P.’nin bu “görülmemiş” taktiği de mutadı veçhile ters tepti. Yüz bin Kıbrıslı inandıkları-yahut inandırıldıkları-taksim havasından-Zorlu gibi taktik üstadı olmadıklarından-sıyrılamadılar. Zorlu’nun Averofla, Dr. Küçük’ün Makarios’la el sıkışıp hemhal olmaları bile onlara tesir etmedi. Ve “Kıbrıslı Rum kardeşlerinin” boyunlarına sarılamadılar. Zaten Rumların da dostluk ellerini uzatmaya hiç mi hiç niyetleri yoktu.
Başka türlü de olamazdı. Bugün Yeşil Ada, ucube cumhuriyet daha doğmadan bu “zorlu taktik”lerin ıstırabını çekmektedir. Ana karnındaki cenin, aileyi şimdiden büyük ihtilaflara sürüklemiştir” (Hasgüler, s. 153).
Rahmetli Özker Yaşın, (1997), Nevzat ve Ben, C.II, adlı kitabında “Türkten Türk’e” kampanyası hakkında da bizlere bilgiler vermekte ve o günlerde artan baskılarla halkın nasıl bezdirildiğini anlatmaktadır. Yaşın, “Rumların Türkleri, Türklerin Rumları en fazla öldürdüğü, Rum Türk düşmanlığının en doruğa ulaştığı o üç ayı Türkiye’de geçirip Kıbrıs’a döndüğüm gün, arabamla Lefkoşa’daki Lokmacı Barikatı’ndan Türk bölgesine girip Mecidiye sokağındaki dükkânımın önüne geldiğimde, peşime takılan iki adam, bavullarımı açtırıp bir gümrük memuru titizliğiyle içlerinde Rum tarafından alınmış bir mal olup olmadığını kontrol etmişlerdi” diye yazmaktadır (s. 509). Yaşın, Kıbrıstürk liderliğiyle gerek Türkiye’deki muhalif aydınlar ve buradakiler hakkında da bizlere detaylı bilgiler vermekte ve o günlerin makaleleri ve konuları hakkında da bizleri aydınlatmaktadır.
Özker Yaşın’ın üç cilt kitabını okumak ve 1940’lar sonrası Kıbrıstürk toplumunun içindeki siyasal muhalefeti öğrenmek kanımca oldukça önemli. Şundan ki, geçmişteki uygulamalara bakmadan şimdiyi yorumlamak yeterince mümkün değildir.
Dr. Küçük, Nevzat Karagil ile Türkiye’deki Muhalif Basına Cevap Veriyor
Dr. Fazıl Küçük Türkiye’deki gazete ve dergilerde kendisini eleştirenlere, Nevzat’ın İstanbul’da yaptığı basın toplantılarında kendisi hakkında söylediklerine, fena halde kızmıştı. Halkın Sesi gazetesinde bunlara okkalı bir cevap vermeyi planlıyordu.
Önce Halkın Sesi gazetesinin 14 Nisan 1959 tarihli sayısının ön sayfasında, “NEVZAT KARAGİL’E AÇIK MEKTUP” başlığını taşıyan bir yazı yayımladı.
Vefa Fırtına imzasını taşıyan bu yazıda, Nevzat Karagil’e ılımlı bir üslupla Dr. Fazıl Küçük hakkında düşüncelerinin yanlış olduğu açıklanıyor ve“benden sana bir dost tavsiyesi” denerek şunlar yazılıyordu:
“...Ayağınızı denk alınız. Sonu belirsiz yollara revam olmakta ısrar etmeyiniz. Aksi takdirde bir gün tırmandığınız yokuştan kendinizi yuvarlanmış bulacaksınız. Her şeye yeniden, her şeye sıfırdan başlamak mecburiyetinde kalacaksınız… Biz Kıbrıs Türkleri Liderimiz Dr. Küçük’ün etrafında toplanmış, menfaat gütmeden idealist bir davanın yolculuğunu yapıyoruz. Eğer yüreğiniz bu vatan parçasının aşkı ile çarpıyorsa, eğer gayeniz bu cemaata hizmet etmekse, siz de bizim safımıza geliniz. Elele vererek bu davayı yürütelim. Ama sizin yaptığınız gibi parçalayıcı olmayalım, ellerin oyununa kurban gitmeyelim. Uzlaştırıcı olalım, mutedil olalım. Ve hepsinden mühimi, büyük davaları küçük hesaplara alet etmeyelim.”
Halkın Sesi’nde Nevzat Karagil’e açık mektubu yazan kişi her nedense yazısının altına gerçek adını koymaktan çekinmişti. Nevzat Karagil, Vefa Fırtına’nın kim olduğunu hemen anlamıştı. Gerçek adında “V” arkada idi. Takma adında bunları ters olarak kullanmıştı. Son Kıbrıs gezisinde tanışıp konuşmuşlardı. Her ikisi de Karpaz bölgesinin insanlarıydılar.
Vefa Fırtına’nın yazısından dört gün sonra 18 Nisan 1959 tarihli Halkın Sesi’nin yine ön sayfasında, “Karagil’e Açık Mektup” başlığı ve Salahi Ali Rıza imzasıyla başka bir yazı yayımlandı.
Nevzat Karagil, Salahi’yi yakından tanıyordu. Lefkoşa’da bir çorapçı dükkânı vardı. Hürsöz gazetesi sahibi Fevzi Ali Rıza’nın kardeşi, Derviş Manizade’nin yeğeni idi.
Açık mektubunun bir yerinde şöyle diyordu Salahi Ali Rıza:
“... Muhterem liderimiz Dr. Fazıl Küçük’e o sözleri nasıl söylediniz? Bu adada Dr. Fazıl Küçük’ü sevmeyen Türkler bulunduğunu nasıl iddia edebildiniz? Ey Nevzat Karagil! Adamızda bulunduğunuz birkaç gün içerisinde etrafınızı sarıp zehrini saçmaya ve sizi kandırıp bu asılsız beyanatlarınızı yaptırmaya sebep olanlar, kötü ruhlu, kanı bozuklardır. Her ne olursa olsun onlar bilmelidir ki Kıbrıslı Türklerin çok sayın lideri Dr. Küçük etrafındaki bizleri kimse dağıtamayacak, bizi onu desteklemekten hiçbir kuvvet, yanlış neşriyatlarıyla baltalayıp koparamayacaktır. Bir zamanlar büyük dahimiz Mustafa Kemal’imizi bile çekemeyen kötü ruhlular türemişti. Fakat Atatürk bildiği yolda yürümesine devam etti. Yılmadı ve korkmadı. İşte Nevzat Bey, Dr. Küçüğümüz de yılmayarak korkmayarak yoluna devam edecektir. Sizlerin yanlış beyanatlarınızla Dr. Küçük’ü yolundan döndüremeyeceğinizi, bunun için artık Türkiye’de yanlış beyanat yapmamanızı, cemaatımız ve gençliğimiz adına size hatırlatıyorum.” (Yaşın, Nevzat ve Ben, C. II, s. 444).
Halkın Sesi gazetesinde yayımlanan bu tür yazılar gerçekte konuya “giriş taksimi” idi. Dr. Fazıl Küçük asıl büyük cevabını, Nevzat Karagil ile Türkiye basınında aleyhinde yazı yazanlara kendisi verecekti.
Bu cevabı 19 Nisan 1959 Pazar günü Baf’ta verdi.
Devam edecek…