Baf Hakkında Beynimde Kalan Bilgi Kırıntıları -12-
Ulus Irkad: Baf ziyareti için Rauf Denktaş ve diğer yakınları ile 18 Nisan 1959 Cumartesi günü dört araba ile Lefkoşa’dan hareket etti. Limasol yolu ile Baf’a gidildi. Pazar günü Baf’ta geçirilip Pazartesi sabahı Lefkoşa’ya dönüldü
Ulus Irkad
Baf ziyareti için Rauf Denktaş ve diğer yakınları ile 18 Nisan 1959 Cumartesi günü dört araba ile Lefkoşa’dan hareket etti. Limasol yolu ile Baf’a gidildi. Pazar günü Baf’ta geçirilip Pazartesi sabahı Lefkoşa’ya dönüldü.
Bu gezinin izlenimleri, yol boyunca uğradıkları Türk köylerindeki karşılama törenlerinde olup bitenler ile çekilen nutuklar Dr. Küçük’ün bir adamı tarafından ses makinesi ile kaydedildi. Sonra bütün bunlar çok acemice bir uygulama ile ses makinesinden hiçbir düzeltme ve düzenleme yapılmadan daktilo edildi. Nutuk çekenlerin söyledikleri, ağızlarından nasıl çıkmışsa, ne söylemişlerse, noktasına virgülüne dokunulmadan 21 Nisan 1959 Salı günkü Halkın Sesi gazetesinde yayımlandı.
Halkın Sesi O yıllarda büyük boy ve dört sayfa olarak yayımlanıyordu. Dr. Küçük gazetesinin 21 Nisan 1959 tarihli sayısını sekiz sayfa olarak sanki bir “nutuk özel sayısı” şeklinde çıkardı.
İleride Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa bir süre önceki durumunu araştıracak olanlara, gazeteyi mutlaka görüp incelemelerini öneriyoruz. Halkın Sesi’nin ilk kez sekiz sayfa olarak yayımlandığı ve adı bu kitabın yazarı tarafından “nutuk özel sayısı” konan, bu çok ilginç yazılarla doldurulmuş gazete, tarihi bir belge niteliğindedir.
İşte 21 Nisan 1959 tarihli Halkın Sesi gazetesinin yedi sütuna çekilmiş manşeti: Bu manşette üç ayrı ve büyük iri harf çeşidiyle gazetenin önemli bir bölümünü kapsayan, üç ayrı başlık kullanılmış...
Birinci başlık: NEVZAT KARAGİL, SADUN TANJU BEYLER İLE AKİS VE KİM MECMUALARINA İTHAF
İkinci başlık: DR. FAZIL KÜÇÜK BAF BÖLGESİNDE MUHABBETLE KUCAKLANDI
Üçüncü Başlık: LİDERLERE BAĞLILIĞI TEYİD İÇİN KARADA GEMİ YÜRÜTÜLDÜ-LEFKOŞA’DAN DÖRT OTOMOBİLLE HAREKET EDEN LİDERLER BAF’A DÖRT YÜZDEN FAZLA OTOMOBİLLE GİRDİ
Bu başlıkların hemen altına “Dr. Fazıl Küçük’ün Baf Kurtuluş Lisesi’nde toplanan kalabalığa hitap eden” dört sütunluk bir resmi konmuş ve resmin hemen altına, “DR FAZIL KÜÇÜK’ÜN BAF’TA YAPTIĞI KONUŞMA” başlığı atılmıştı. Bu konuşma ön sayfada başlatılıp, devamı yedinci sayfaya aktarılmıştı.
İşte bu konuşma ses makinesinden daktilo edilerek Dr. Küçük’ün ağzından çıktığı şekliyle, hiç değişiklik, ekleme veya çıkarma ve düzeltme yapılmadan aynen yayımlanmıştır.
Dr. Fazıl Küçük bir kalabalığa nasıl hitap ederdi? Nasıl konuşurdu? Nasıl cümleler kurardı? Söze nereden başlayıp nerelere götürdü? Bunu bilmeyip öğrenmek isteyenler aşağıdaki konuşmayı dikkatle okumalıdırlar:
“Sayın ve sevgili kardeşlerim. Baf’a birçok defalar geldik. Birçok toplantılar yaptık. Fakat bu sefer her seferkinden daha başka, daha manidar bir topluluk içinde konuşuyorum.
Biz mücadelemize bugün başlamış olmuyoruz. Dün de başlamış değiliz. Burada karşımızda duran şu genç çocuklar hatırlamıyor. Mücadelemiz 1929’da başlamıştır. 1929 senesinde, o zaman yine cemaatın çektiği ve maalesef diyeceğim, cemaatın sinesinden çıkan bir mektep komisyonu mensubu şöyle demişti: “Türk cemaatına, Türk milletine ve Türk gençliğine milli karakter ve seciye öğretmek için mekteplerimizin başına bir İngiliz Müdür getirelim.”
O zaman ben burada bir arkadaşımla bu söz üzerine Kıbrıs’ta intişar etmekte olan Söz gazetesine ilk yazımı yazarak bu hususta fiilen mücadeleye atıldık. Ne yazık ki, Türk cemaatı içinde yetişen, Türk cemaatının parasını alan, Türk milletinin evladı olan bir zat, Türk’ün yüksek seciye ve karakterini anlayamayarak başımıza İngiliz müdür getirmek istemişti ve maalesef bunu yaptı da... O zaman tek lisemizin ve kız mektebinin başına birer İngiliz müdür ve müdire getirilerek, programları tamamen İngiliz mekteplerine göre uydurulmuş, kitapların içindeki milli yazılar kaldırılmış, büyüklerimizin resimleri yırtılmış, milli günler yasak edilmiştir. Hatta o kadar ileri gidilmişti ki 29 Teşrinievvel Cumhuriyet Bayramı günü mektebe gitmeyen talebeler tardedilmiştir. Öyle zannedilmiştir ki bu Türk gençleri kısa bir zaman içinde milli seciye ve karakterini kaybedip dejenere bir cemaat haline gelecektir. Fakat bekledikleri olmadı. Çünkü bu adamlar Türk milletinin tarih boyunca hiçbir zaman esir olmamış, köle olmamış, kimseye uşaklık etmemiş olduğuydu. Çünkü Türkler en müşgül zamanlarında pazusuna dayanarak hürriyetini ve istiklalini kazanmasını bilmiş bir millet idi.
İşte arkadaşlarım, Türk cemaati olarak kanımızdaki cevher, Anavatandaki kardeşlerimizin kanındaki cevherin aynıdır. Onların tuttuğu yolu tutarak mücadeleye atıldık. Ölüm insanlar içindir. Ölmesini bilmeyen bir millet hür yaşamaya layık değildir. Bunu gösterebildiğimiz için bahtiyarım. Bu otuz senelik müddet içinde korkmadan çalıştık. Bugünkü mesut neticeye vardık. Bu netice artık bizi korkulu rüyalardan uyandırmıştır. Bugün yeni bir hükümet kuruluyor. O hükümet içinde, biz Türk cemaatının eşit hakları vardır. Biz bu siyasi cepheyi kazanmak için büyük fedakarlıklar gösterdik. Çoluğumuz ve çocuğumuz, köylümüz şehirlimiz ve hatta kadınlarımız Anavatandaki kardeşlerimizin verdiği İstiklal savaşının bir nümunesini vermiştir. Bununla yalnız ben ve arkadaşlarım değil yüz yirmi bin Kıbrıslı Türk, ebediyete kadar iftihar edecektir. Bu yarınki nesillere vereceğimiz en güzel bir örnek olacaktır. Biz bu cepheyi kazanırken bugüne kadar mevcut olan iktisadi gerilik ile karşılaştık. Siz de biliyorsunuz, Türk cemaati eğer iktisaden yükselmeyecek olursa, sanatta ileri gitmeyecek olursa, yine esir olmaya mahkumdur. Şimdi açtığımız mücadele iktisadi mücadeledir. Bundan sonra iktisaden mücadele etmek bu cemaatın her grubunun üzerine düşen vazifedir. Yanımızda senelerden beri iktisaden mücadeleyi başarmış bir Rum cemaati vardır. Bizim Rumlarla muvazene temin etmemiz icap etmektedir.
Bugün, ileride hükümet içinde çalışmalarımız başladığı zaman, eğer bizler Rum cemaati yanında fakir bir cemaat olarak kalacak olursak bu işin yürümesi çok güçtür. Bunun için bazı Ermeni vatandaşlarımız kendilerine boykot yaptığımızı, cemaatler arası ayırımcılık yaptığımızı iddia ediyorlar. Bu mübalağadır arkadaşlar. Biz kimseye boykot yapmış değiliz. Yalnız kendilerine söylediğimiz şu olmuştur. Siz Ermeniler bundan otuz sene kadar evvel bu adaya geldiğiniz zaman nasıldınız? Bugün iktisaden en kuvvetli bir cemaat haline geldiniz. Bu nasıl oldu?
Bunları söylediğim Ermeni bana cevap vermediği için sorumu yine kendim cevaplıyorum. Hepimiz biliyoruz ki bir Ermeni bir kutu kibrit almak için yakınındaki sıra sıra dükkanları dümdüz geçerek bir Ermeni dükkanı buluncaya kadar gider.
Sevgili kardeşlerim! Siyasi cephede olduğu gibi iktisadi cephede de muzaffer olacağımıza inanıyoruz. Şimdiye kadar ne kazandıksa, birlik ve beraberliğimiz sayesinde kazandık.
Bozguncular
Bu birlik ve beraberlik içinde bizler çalışırken, Anavatana yerleşen bazı Kıbrıslı Türklerin ve destekçilerinin çatlak seslerine bu muazzam kalabalık önünde cevap vermek istiyorum.
Bildiğiniz gibi bu adamlar arasında, babasının evinden kovulup geceleri uyuyabilmek için o günlerde matbaama sığınan Nevzat Karagil adında bir adam vardır. Bu adam bundan bir ay kadar evvel Kıbrıs’a gelmiş, Karpaz köylerini dolaşmış ve aklınca benim aleyhimde konuşmalar yapmış! Güya ben Cumhurreisi yardımcısı olunca kendi çıkarlarımı kollayacakmışım. Karpaz köylülerini Parti ve Federasyon aleyhine cephe almaları için teşvik etmeye koyulmuş. Bu kadarla da yetinmeyip İstanbul’a döner dönmez bir basın toplantısı düzenleyerek safsatalarla Parti’yi ve Federasyon’u parçalamak için faaliyetlere girişmiş bulunuyor.
Bu bozguncu herife soruyorum. Dört sene bu cemaat yokluk içinde, bin bir tehlike ile karşı karşıya kalarak kötü günler geçirdi. Acaba, on beş gün olsun gelip o kara günleri bizimle beraber aramızda geçirdi mi? Niçin sulhun gelmesini bekledi? İşte arkadaşlar, bu gibi faaliyet ve yazıların hedefi aslında şahsım değildir. Bunları yapanların ve yaptıranların başka emelleri vardır. Cemaatımızı bundan otuz sene evvelki haline düşürmek, parçalamak ve ezmek istiyorlar. Bu oyuna gelmemeliyiz. Karagil samimi ise neden bizim köy köy dolaşıp aleni yaptığımız toplantılara iltihak etmedi? Neden kış uyukusundan uyanan yılanlar gibi masum kimselerin ayakları arasında dolaşmaya başladı? Kendisini bu kürsüye davet ediyorum. Gelsin, burda cemaat önünde hesaplaşalım.
Bu bozguncular, cemaati parçalayarak ne kazanacaklar?
Yine bu Nevzat Karagil değil mi ki babası tarafından evinden ve köyümden kovulduğunda ben kendisini himaye ederken, o zamanki mevcut başka bir partiden aldığı üç beş kuruşla şahsım ve partim aleyhine propaganda yapıyordu. Görülüyor ki Nevzat Karagil’in bana olan husumeti çok eskiden başlamıştır. Ben, bu zavallıya daha fazla bir şey söyleyecek değilim. Çünkü onun da benim de karakter ve seciyemiz meydandadır. Para için her şeyi yapanları muhatap olarak karşıma almak istemiyorum.
Diğer Bir Bozguncu
Makarios’un adaya avdetinde Kıbrıs’a gelen Türkiye’de muhalif cephede bulunan Sadun Tanju ismindeki gazeteciye gelince... Bu adam da bana ve partime karşı Vatan gazetesinde ve Kim mecmuasında, binbir yalan ve iftiralarla hücumlarda bulunuyor. Güya ben Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve erkanına düşman imişim. Onları karşıma almışım.
Sadun Tanju’nun bu iddiaları tamamen yalan ve iftiradır. Bu adam İstanbul’dan Kıbrıs’a geldiğinde oradaki bazı Kıbrıslı serserilerin verdikleri yanlış ve kasıtlı bilgilere inanarak aramıza sokuldu. İlk günden bize düşman nazarıyla baktı. Türkiyeli gazetecilere verdiğim bir ziyafette Demokrat Parti’ye ve Başbakan Adnan Menderes’e, terbiye ve nezaketten uzak hücumlarda bulundu. Bu sözlerine dayanamayarak mukabelede bulunmamı bir cürüm sayıp benim orada bir “VATAN CEPHESİ” nutku çektiğimi iddia edecek kadar saçmaladı.
Halbuki inkar edilemez bir hakikattir ki Kıbrıs Türklerinin ve benim Demokrat Parti olsun Cumhuriyet Halk Partisi olsun, Türkiye’deki bütün partilerin hepsine hürmetimiz vardır. Ne birine, ne de diğerine, ne bugün, ne de yarın asla dil uzatmayız.
Eğer ben Sadun Tanju adındaki bu adamı o günkü ziyafet masasında susturmuşsam, bu hareketim, Demokrat Parti büyükleri aleyhine savurduğu küfürlere son vermesi için olmuştur. Eğer yazıp söylediklerinde samimi ise kendisini Kıbrıs’a davet ediyorum. Gelsin huzurunuzda bu kürsüden konuşsun! Hakkımda yazıp söylediklerinin doğru olduğunu ispat etsin! Yoksa, biz Kıbrıs’ta dört sene boyunca kan ve barut kokuları arasında mücadele verirken, İstanbul kaldırımlarında dolaşarak, Beyoğlu’nun lüks meyhanelerinde kadeh tokuşturan bu adamın yazıp söylediklerini suratına fırlatırım ve yine Cumhuriyet Halk Partisi erkanına hiçbir zaman hüsumetin olmadığını ve kendilerine son derece hürmetim olduğunu, huzurlarınızda bir defa daha tekrar ederim.
Akis ve Kim Mecmuaları
Akis ve Kim mecmualarına gelince, bunların da hakkımda yazdıkları baştan başa yalan ve iftiradan başka bir şey değildir. İstanbul ve Ankara’ya yerleşen bazı kaçak, frengili anne babadan gelen dejenerelerin söylediklerine ve telkinlerine inanarak, bu yazıları kaleme almışlardır. Bahusus benim AKİS ve KİM mecmualarını sattırmadığımı ilan etmeleri tamamen uydurmadır. Zaten bu mecmuaların yazdıklarının hiçbir Kıbrıslı üzerinde en ufak bir tesiri yoktur.
Şimdi ben sizlerin huzurunda AKİS ve KİM mecmualarından beşer kişilik birer heyeti, bütün masrafları bana ait olmak şartıyla Kıbrıs’a davet ediyorum. Gelsinler ve her şeyi yerinde görsünler. İşte o zaman yazdıklarının bir kıymeti olur”.
Halkın Sesi gazetesinin 21 Nisan 1959 tarihinde, sekiz sayfa olarak çıkarılan sayısı, dört beş gün içerisinde İstanbul’da Nevzat Karagil’in eline ulaştı.
Dr. Fazıl Küçük’ün Kıbrıs’ın Baf kasabasında çektiği nutuk sırasında Karagil, Sadun Tanju, Akis ve Kim dergileri hakkında söyledikleri, Nevzat’ı kızdırmak yerine keyiflendirdi. Çünkü yeni basın toplantıları düzenleyerek yeniden Dr. Fazıl Küçük’e yüklenmek ve kendisini Türkiye basınının gündeminde tutmak için eline büyük bir fırsat geçmişti.
Yaptığı ilk iş kendisine gönderilen Halkın Sesi gazetesini alarak Nuriosmaniye Caddesindeki Emek Han’a gitmek oldu. KİM dergisi, Emek Han’ın dördüncü katında, kiralanmış iki odada hazırlanıyor ve Yeni Sabah gazetesinin matbaasında basılıyordu. Burası Nevzat’ın avukat yazıhanesine çok yakın olduğu için sık sık uğradığı bir yer idi.
İçeri girdiğinde Sadun Tanju, masasında daktilosu başına geçmiş, Vatan gazetesinde bir gün sonra yayımlayacağı yazısını yazıyordu.
Nevzat’ın gülerek odasına girdiğini görünce KİM dergisine niçin geldiğini hemen anladı. Çünkü Nevzat’a Kıbrıs’tan gönderilen 21 Nisan tarihli Halkın Sesi gazetesi KİM dergisine de postalanmıştı. Sadun, Dr. Küçük’ün Baf’ta çektiği nutku az önce okumuştu...
Devam edecek…