1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Baf-Mutallo’nun anneleri: Hatice Albayrak ve Zehra Değirmencioğlu’nu kaybettik...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Baf-Mutallo’nun anneleri: Hatice Albayrak ve Zehra Değirmencioğlu’nu kaybettik...”

A+A-

Ulus Irkad

(Ulus Irkad, Baf-Mutallo’nun anneleri, Hatice Albayrak ve Zehra Değirmencioğlu’nu kaybetmemiz ardından, onlarla ilgili hatıralarını kaleme aldı... Teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)

Her olaydan her acıdan onlar yani anneler etkilenir. 16 Şubat 2025 tarihinde, 1950’lerden itibaren evlatlarının olaylardan bir zarar görmemesi için hep dua eden, Allah’a yalvaran iki fedakar kadını yitirdik: Hatice Albayrak ve Zehra Değirmencioğlu... Yaşları 90’lı yaşların üzerinde olması gerek. Anıları önünde tüm Değirmencioğlu ve Albayrak ailelerine taziyelerimi de belirterek saygı ile eğiliyorum…Mutallolu annelerin savaşta hem kocalarına, hem de evlatlarına ve de yakınlarına bir şey olmaması için ne kadar endişeli ve de acılarla dolu yalvardıklarını çok yakından biliyorum. O olaylara hep şahit oldum. Gerek 1963-64 gerekse 1974 yılında aralarındaydım. Çekilen korku ve acıların ne kadar etkili olduğunu çok iyi biliyorum. Her iki annemize de rahmet diliyorum…

 

BAF-KONİA’DAKİ ANILAR

1962 yılının içinde Baf-Gonia veya Konia (Konya) mahallesinden ayrılıp Mutallo’da Sinanların veya Albayraklar’ın evine gelip yerleşmiştik. Kiracıydık… Kardeşimiz Hamza, Konia’daki mahalede karşımızda komşumuz olan Çeleboların bahçelerindeki derin havuza dadanmıştı. Daha bir-buçuk, iki yaşlarındaydı ve o metrelerce derin havuza düşüp boğulabilirdi. Annem ve rahmetli babam bu yüzden kiracı olduğumuz o güzel evden ve o karma mahalleden ayrılma kararı vermişlerdi. Hamza’nın hayatını ancak öyle kurtarabilirdik. Kardeşimiz ele avuca sığmıyordu. Yaramazdı. Yaşı da çok küçüktü.

 

EV SAHİBİMİZ ALBAYRAKLAR-SİNANLAR’DI

Ev sahibimiz Albayraklar-Sinanlar ailesinden Hatice-Ali Albayrak ailesiydi. Hatice abla ev hanımı, hatırladığım kadarıyla sayısı dört olan evlatlarına bakmaya çalışan, Ali  dayımız ise Baf’ta hanlardan birinde nalbantlık ve Baf Camisi’nde din adamlığı yapan önemli bir kişiydi. Mehmet abi, Eren abi, Pembe abla ve benim akranım olan Arif Albayrak eğitimde başarılı olan ve de Baf Kurtuluş’ta öğrenci olan başarılı gençlerdiler (Arif Albayrak o zamanlar benimle ilkokula gidiyordu.) Arif, kardeşim Tema ve ben (Arif benden bir yaş daha büyük, Tema da ondan bir yaş büyüktü) Baf Gazi İlkokulu’na giderdik. Arif’in kaşkaval peynirini ne kadar sevdiğini, bazen kahvaltıları bile birlikte yaptığımızı hatırlıyorum. Ali Dayı’nın 1963 öncesi Hacca gidişi ve Baf halkı olarak onu otobüslerle Baf dışında karşılayışımız, Han’da çalışırken Arif ile onu seyredişimiz, hayvanlara nal çakışını hiç unutmam. Unutamam… Hele bir gün Hasan Kunter, ben ve Arif’in bahçelerindeki havuza biri düşerken diğerini de tutarak üç-dört arkadaş birden havuzun içine düşüşümüz bile hep aklımdadır.

 

VE KORKULAR ENDİŞELER BAŞLIYOR

Bir gece tüm mahalle halkının telaşla Mavrali yakınlarından daha içe çekildiklerini, çarpışma veya savaş korkularının nüksettiğini, sonra da o acımasız çarpışmaların başladığını hatırlıyorum. Tüm insanlar en fazla da anneler korkuyordu. Zehra Değirmencioğlu ablamızın ve kocası Salih Dayı’nın, iki küçük oğlu; İbrahim ve Turan için ne kadar telaş ettiğini, onlara sarılarak, gerek 1963 yılında, gerekse 1974 yılında onlara bir şey olmaması için mücadele ettiğini de hatırlıyorum. Hatice ablanın, 1964 yılında Erenköy’e çıkan oğlu Mehmet Albayrak abimiz için endişelerini, haykırışlarını, diğer Erenköy anneleri gibi acılarının, gözyaşlarının yakından tanığıyım.

 

BİR SABAH YATAKLARDAN UYANMADIĞIMIZDA

Bir sabah uyandırılmadık. O gün okula gidemedik. Aralık 1963’tü… Okuldan ayrılış iki üç sene sürecekti… O sabah Hatice abla ile mahalledeki anneler, Lefkoşa’da olaylar çıktığını ve çocuklara bir şey olmaması için aralarında konuştuklarını, şimdi de duyar gibiyim. 62 sene öncenin tüm olayları beynimden ve de gözlerimin önünden gelip geçiyor. Mutallo’nun anneleri hep acılar içinde telaşlı, her anne gibi “Aman oğlum, aman evladım kendinizi gözetleyin size bir şey olmasın” deyişlerini, aynı korku ve telaşların 1974 yılında da devam ettiğini, çok iyi biliyorum.

 

MUTALLOLU ANNELER VE FEDAKARLIKLARIYLA EVLAT SEVGİLERİ UNUTULMAYACAK

Dün Hatice Albayrak ve Zehra Değirmencioğlı teyzelerimizi sonsuza uğurlarken benim duygularımın hep böyle olduğunu, artık dünyada savaş korkularının, Baf’taki ve Gazze’deki gibi acıların yaşanmamasını, bu acıların bizlere bir ders vermesini diliyorum. Barışın önemini vurguluyorum. İnsan hayatının değerini önemsiyorum.

Daha mutlu ve barış içinde bir Dünyanın özlemini buradan tekrarlıyorum.

Hatice ablamıza da, Zehra ablamıza da rahmet dilerken, ailelerine ve torunlarına başsağlığı diliyorum…

sayfa-17-resm-b.jpg

sayfa-17-resm-004.jpg


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...

“Faşizmin uzun gölgesi...”

Ali BULUNMAZ/BİANET

Tarihçi Federico Finchelstein, Trump’ın ilk döneminden ve 2024 kampanyasından hareketle tarihsel faşizm ve popülizm ile günümüzdeki durum arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları incelediği Faşizme Heves Etmek’te, demokrasinin tehdit altında olduğunu anlatırken yakın geçmişin otokratlarıyla günümüzdekileri karşılaştırıyor.

 

FAŞİST ÖZENTİLERİ...

Tarih tekerrürden ibaret değil. Böyle bir tekrar olsaydı tarih ve tarihyazımı imkânı ortadan kalkardı. Fakat geçmişteki olaylar, kişiler ve eylemler arasında benzerlikler bulunabiliyor. Popülizm bu manada âdeta patlamaya hazır bir volkan gibi; için için kaynıyor. Bugün Avrupa’da, Latin Amerika’da (özellikle Arjantin’de) ve ABD’de faşizme çalan popülizm yanardağı lav püskürtüyor. Patlamanın eşiğinde. Pek çok araştırmacı gibi Finchelstein da bu gerçeğin farkında ve hâliyle geçmiş ile bugün karşılaştırması yaparak meseleyi anlaşılır kılmak isterken şöyle diyor: “Küresel popülizm faşizme evriliyor ve bu eğilim, demokrasinin geleceği için büyük bir tehdit oluşturuyor.”

“Faşizmin uzun gölgesi”nin dünyanın üzerine düştüğünü söyleyen Finchelstein, “faşist özentisi” siyasetçilerin neden olduğu tehlikeyi hatırlatıyor. Kendi tutkuları, iradesi ve planları doğrultusunda hareket eden ile bu yolda tereddüte düşenler arasındaki ayrımı Mussolini’nin 1924’teki sözleriyle anımsatan yazar, “iktidar yolunda tökezlemeyen” ve “faşizmi arzulasa da ikileme kapılan” faşistlerden bahsediyor. Bu bağlamda 2021’deki tereddütleri nedeniyle Trump’ın (ve Bolsonaro, Bukele, Modi, Orbán gibi “mini-Trumpların” da) faşist özentisi kategorisinde yer alması gerektiğini söylüyor: “Faşist özentiler aynı yollardan geçiyor ve faşist siyaseti bir meslek olarak benimsiyor. Bu kişilerin uyguladığı şiddeti, yabancı düşmanlığını, söylediği yalanları ve diktatörce davranışlarını tanımlarken faşist sözcüğünü kullanmaktan çekinmemeliyiz. Trump, Bolsonaro, Modi ve Orbán gibi liderler günümüzün aşırı sağ popülizmini faşist köklerine geri götürüyor. Tarzları ve davranışları faşist yönetimin temel özelliklerini yansıtıyor: Şiddetin yüceltilmesi ve siyasetinin militarizasyonu; ırkçılık, ayrımcılık ve Nazi propaganda şefi Joseph Goebbels’in öncüsü olduğu propaganda teknikleri.”

Finchelstein, yoğunlaştığı günümüz popülizminin çekirdeğinde tarihsel faşizmin izlerine rastlıyor: Siyasi şiddet, propaganda ve dezenformasyon, yabancı düşmanlığı ve diktatörlük. Bunlara bilim karşıtlığını, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma girişimlerini ve hakikati eğip bükmeyi de ekleyebiliriz.

Demokrasiye tutunan bir parazit misali hayat bulup yol alan popülizm ile faşizm arasındaki temel farkın gözden uzak tutulmaması gerektiğini belirtiyor Finchelstein: “Popülizm demokrasinin bozulmasına yol açarken faşizm onu yok eder.” “Aşırı sağın karşı devrimci yapılanması” faşizm ile “demokrasinin otoriter bir biçim alması” diye tanımlanan pragmatizm olan popülizm arasındaki geçişleri unutmamak gerektiğini, geçmişteki ve güncel örnekler üzerinden anlatırken sözü Trump’ın özentiliğine getiriyor: “Trump, faşizm ve popülizmi beklenmedik şekillerde yeniden birleştiren ve faşist ‘özentisi’ olarak tanımlanabilecek yeni bir küresel otoriter lider türünü temsil ediyor. Bu yeni tür popülist siyasetçi genellikle yasalara uygun olarak seçilmiş bir liderdir ve faşizmden uzak duran eski popülistlerin aksine totaliter yalanlara, ırkçılığa ve demokrasiyi içeriden yok etmeye yönelik yasadışı yollara başvurur. Faşist özentisi, faşizmi arzulayan bir popülist diye tanımlanabilir. Ancak bu özentilik henüz emekleme aşamasındadır; tam anlamıyla faşizm değildir çünkü henüz diktatörlüğe dönüşmemiştir ve şiddet tekelini sınırsız biçimde kullanmak için teröre başvurmamıştır.”

1945 sonrasında Arjantin’de Juan Perón’la başlayan faşist özentilik ya da faşizme çalan popülizm örnekleri Trump’ın selefi olarak nitelenebilir: Brezilya’da Getúlio Vargas, Venezuela’da Rómulo Betancourt ve Bolivya’da Víctor Paz Estenssoro; demokrasiyi kendine göre düzenleyerek kurumların meydana getirdiği denge ve denetim mekanizmasına saldırıyor, dini kullanarak iktidarını pekiştiriyor, toplumsal ve siyasal kutuplaşmayla yerini sağlamlaştırıyor. İktidara gelmelerini ve koltuklarını korumalarını sağlayan seçimle demokrasiyi eşleştiriyor. Başka bir deyişle görünürde ya da kâğıt üzerinde bir demokrasi var fakat uygulamada durum farklı.

Trump ise 2020 seçim sonuçlarını tartışmaya açıp sonra kabullenerek popülizmde bir kırılma yarattı Finchelstein’a göre; faşizme çalan popülizmin yeni bir kolu ortaya çıktı: Trumpizm ya da Trumpçılık.

 

MAĞDURLAR VE KURTARICILAR...

Trump ve muadillerinin benzersizliğini ve eylemlerini çözümlemek yerine, onların neden ve nasıl faşist davranışlar sergilediğini, neden ve nasıl faşist özentisine dönüştüğünü anlatan Finchelstein, ilk olarak siyasetin şiddetle şekillendirilişini, yalanların hakikati bastırmasını ve düşmanlaştırma politikalarına hayat verilişini hatırlatıyor. Öfkeli kalabalıkları ve takipçileri mağduriyet söylemiyle diri tutma girişimlerinin, kendisini demokratik seçenek biçiminde göstermenin Trump gibi faşist özentilerinin önemli özelliklerinden olduğunu ekliyor. Kutuplaştırma ve itaat istenci, faşizme çalan popülizmin temelinde bulunduğunu ancak savaşın ve şiddetin paranteze alındığını da anımsatıyor.

Şiddetin ideolojik olarak yüceltilmesi dışında, faşist özentisi liderlerin başvurduğu ve kullanmayı sevdiği bir diğer şey yansıtmalarla, tekrarlarla, yalanlarla, tehlike ve savaş korkutmasıyla, medyanın ve kitlenin manipülasyonuyla biçimlendirilen propaganda. Finchelstein’a göre Trump ve benzeri popülistler, “yalanlarının gerçeğe hizmet ettiğine inanıyor” ve takipçilerini de buna inandırıyor. Yazarın yalan ve manipülasyon bağlamında bir notu var: “Trump, Bolsonaro ve diğer faşist özentisi liderler, yıkıcı politikalarının yol açtığı acılar için suçu başkalarına atarken Goebbels’in yaptığını tekrarlıyordu ve tıpkı onun gibi söylediği yalanlara inanıyordu. Bu yalanların sonuçları tarihe geçmiştir ve tümü felakete yol açmıştır. (...) Trump, Bolsonaro, Orbán, Milei ve diğerleri özgür basını kendi politikalarının önemli bir düşmanı diye görmekle beraber, onu aynı zamanda bir manipülasyon aracı olarak da değerlendirdi. Bağımsız medyanın ‘iki tarafın da görüşlerine yer verme’ çabası tehlikeli yalanların yayılmasına zemin hazırlayabilir. Faşist diktatörler, özgür medyanın rolünün demokrasi karşıtı propagandalarıyla çeliştiğinin uzun zamandır farkındadır, tarih bunu bize söyler. Ancak kendi lehlerine kullanabilecekleri bir fırsat yakaladıkları anda özgür medyayı kullanmaktan kesinlikle geri durmazlar.”

Yalan ve manipülasyonla bir lider kültü yaratmaya girişen, bu yolda dinî referanslar kullanan faşist özentisi figürler, Finchelstein’ın ifadesiyle takipçilerinin inancına talip oluyor ve onların kurtarıcısı rolüne bürünüyor.

 

DEMOKRASİ İÇİNDE GELİŞEN DEMOKRASİ KARŞITLIĞI...

Düşünmeden eyleme geçme, faşizmde nefretle ve bertaraf etme arzusuyla yarattığı düşmana yaptığı muamelenin ilk ve önemli hamleydi. Başka bir deyişle “Biz” ve “Onlar” ayrımından sonra gelen edimdi. Finchelstein, bu ayrımın faşist özentisi liderler tarafından da tercih edildiğini belirtiyor. Bunun önemli bir nedeni var: “Popülistler, sürekli mağdur rolü oynamak için düşmana ihtiyaç duyar. Bu düşmanlar, faşizmdeki gibi hem içeride hem de dışarıda olabilir.

Gerçeklere alerjisi olan popülistlerin, faşistlerin ve faşist özentilerin düşmanlaştırdığı kesimlerin başında özgür basın ve tarihçiler geliyor Finchelstein’a göre. Trump ve benzeri faşist özentileri, bir mit meydana getirip hikâye yazar ve uydurma bir geçmiş yaratırken basın ve tarihçiler, onların yoluna kolayca taş koyabilir. Kısacası bu iki kesim, faşist özentileri “mağdur” edebilir veya “mağduriyetlerini” artırabilir.

Finchelstein, faşist özentilerin ve popülistlerin, tarihsel faşizmle bağlantısını anlatmaya uğraşırken Trump örneğine takılıp kalmamak gerektiğini fakat Trumpçılığın bir bütünün önemli bir parçası olduğunu hatırlatıyor: “Trumpçılık, esasen demokrasinin içinde gelişen küresel bir demokrasi karşıtı saldırının parçasıdır. Bu durum Trumpçılığı küresel otokratik hareketlerin yeni eğilimleriyle bağlantılı hâle getirir. Demokrasiyi içeriden hedef alan bu otokratik yıkım, faşizm ve benzeri geçmiş ideolojilerin izlerini taşır. Trump’ın popülizmi bu uzun tarihsel sürecin en güncel aşamasını temsil eder.”

(Faşizme Heves Etmek, Federico Finchelstein, Çeviren: Zeynep Şarlak, İletişim Yayınları, 254 s.)

(BİANET.ORG – Ali BULUNMAZ – 18.2.2025)

Bu yazı toplam 597 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar