Baf’ın Gurtunyaları...
Ulus Irkad
Baf’ın nemi olan sığ ve terkedilmiş, unutulmuş, insan eli pek değmeyen ücra köşelerinde, daha fazla da kullanılmaz suların veya yağmur sularının aktığı viranelik yerlerde, genelde Baf’ta “Gurtunya” denilen bir bitki çıkardı. Bayağı nemli havada dediğim gibi gür bir ağaç gibi dalları da olurdu bu bitkilerin.
O zamanlar Baf halkı bu bitkiyi hep olumsuz olarak görürdü çünkü bu bitki daha fazla olumsuzlukların sembolüydü. Mesela birinden mi nefret ediyorsunuz, bu bitkiyi verirdiniz. Karşılıklı iki rakip takım mı karşılaştı, rakiplere moral bozmak için gurtunya hediye edilirdi. Veya gizlice, yenilen takımın taraftarlarının evlerine, geceleyin, insanın beş parmağı da açık eli gibi olan bu uğursuz denilen ağaçın dalları konurdu kapı eşiklerine.
Ben gurtunya denilen bitkinin aslında bu kadar faydasız ve uğursuz olduğunu bilirken, Öğretmen Koleji’ne başlayıp da tarım dersinde tarım öğretmenimiz, Müfettiş Soner Arca Bey bize bu “Gurtunya” bitkisi hakkında bilgi verince, aslında bu bitkinin ne kadar faydalı olduğunu öğrendim.
Aslında “Gurtunya” diye Baf’ta bildiğimiz bu bitki dünyada endüstri alanında kullanılan, makine yağı üretiminde bayağı faydalı olan bir bitkiydi ve Latince adı da “Ricinüs Komünist”ti. Hatırlıyorum, arkadaşlar bu dersi gördükten sonra şaka olarak birbirlerine şu soruyu sormaktaydılar;
-Dünyada “Komünist” olan tek bitki hangisidir?
-Tabii ki Ricinüs Komünist, demekteydiler.
Maçlarda rakip takımlara da saha içine gurtunya atılırdı genelde.
İnanışa göre gurtunyanın uğursuzluğu o takımı maçın sonunda mağlup çıkaracaktı.
Gene eski İkinci Dünya Gazisi amcalarımızdan da gurtunya hakkında bilgiler edinmiştim. Söylendiğine göre İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilere esir düşen bizim Kıbrıslılar, Nazi toplama kamplarında, bu gurtunyaları kaynatıp içmekte ve bu gurtunya da onlara birkaç gün sürecek sıcaklık vermekteymiş. Böylece bu yüksek sıcaklığı olan Kıbrıslıları gören Almanlar, sırf kamplara ve Alman askerlerine sıtma ve tifo gibi hastalıklar yayılmasın diye, ya bizimkileri salıvermekte, ya da onları sanatoryumlara yatırmakta, bizimkiler de bu işin rahatlığına yatmaktaymışlar.
Gurtunyayı da bıraktım, bazı gaziler, diş macunu da yuttuklarını ve aynen gurtunyanın verdiği sıcaklık gibi diş macununun da aynı işlevi verdiğini anlatmıştı bana.
Tüm bu bilgileri verdikten sonra gelelim Gurtunya hakkındaki öykümüze. Sene 1970’li yılların başları;
Baf’ın mücahit komutanlarından biri elinde el feneri, bir geceyarısı, Baf Ebubekir Camisi yanında nöbetçi kulübelerini kontrole çıkar. Fakat tam Kemal Coşkun veya eski ismiyle Gavur İmam Sokağı’ndan geçmektedir ki, o sırada önündeki Baraka araba garajına, taşların düştüğünü farkeder. Aslında orada barakanın olması daha da seslerin duyulmasına sebep olur. Durmadan, tahminine göre Kıbrıslı Rum tarafından, yani Bandabuliyo’dan (Çarşıdan), Türk tarafına taşlar gelmektedir hem de durmadan. Biraz da korkak olan bu komutan derhal alarm ilan eder ve mücahitler ellerinde silahlarla o mahalleye doluşurlar. Gerçekten Rum tarafından Türk Bölgesi’ne taşlar durmadan gelmektedir. Derhal Birleşmiş Milletler yetkilileriyle de temas kurulur ama buna rağmen hala daha taşlar yağmaktadır Rum tarafından.
Alarm uzatılır, ertesi gece de taşlanma devam eder.
Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Komutanı aracılığıyla Rum tarafına haber edilir.
Eğer taş gelmeye devam edilirse atanlar derhal vurulacaktır.
İşi ciddiye alan Rum tarafı da önlemler alır ama ne yazık ki alarm devam etmesine ve ihtar yapılmasına rağmen taşlar gelmeye devam eder. Ama Birleşmiş Milletler Komutanı yapmış olduğu kulis faaliyetleri ile diplomatik girişimlerinde, Kıbrıslırumlar’ın böyle bir eyleme tevessül etmediklerini söyler. Türk tarafı iddiasında ısrarlıdır; gerçekten bunca önleme ve temasa rağmen taşların gelmesi devam eder.
Nihayet gene bir gece, bu taşlar gelmeye devam ederken bakılır ki Rum tarafından gelen taş yok. Neymiş? Komutanın geçtiği yolun hemen yanında suların döküldüğü ve viran harap olan bir fırının içindeki, etrafındaki gurtunya ağaçları, yazın ortaya çıkan meyvelerinin kurumasından sonra, bu tohumlar taş atılır gibi patlayıp çatlamakta ve aynen bir insanın taş atması gibi aynı hızda çevreye yayılıp gürültüler yapmakta, etrafı da bilhassa geceleyin hem korkutmakta hem de rahatsız etmektedir.
İşin sırrı çözülünce, komutan da korkularının boşuna olduğunu anlar.
İşte bu bitkiler arasında “En komünist” bitkinin marifetlerinden biri de böyleymiş ve siz o tohumlarını çatlayıp da taş atar hızda etrafa yayılmasından sanki de taşlanıyormuş hissine kapılıyorsunuz.
İşte maçlarda uğursuz diye kullanılan ve de endüstride makine yağı olarak üretilen “Ricinüs Komünist” veya nam-ı ismiyle Gurtunya’nın birçok marifetleri varmış da birçok insan bunları bilmiyormuş...
BASINDAN GÜNCEL...
“Mustafa Gençsoy’a veda ederken...”
Ertanç HİDAYETTİN
Toplumumuzun çınarları birer birer yaşamdan kopmaya devam etmekte. Her göçen değerimiz toplum olarak bizi biraz daha yoksullaştırmaktadır.
Geçen hafta içinde iki koca çınarımız birden göçüp gitti. Eğitim ve kadın hareketine büyük emeği geçen Akıle Işın ve Londra’da ilk Kıbrıs Türk Derneği olan Kıbrıs Türk Cemiyetine uzun yıllar liderlik yapan Mustafa Gençsoy.
Bu hafta yazımın konusu sevgili Mustafa Gençsoy. Mustafa abi diye hitap etim hep ona. Eğitim yaşamımda bana yol gösterenler arasında başta gelenler arasındaydı Mustafa Gençsoy.
Öğretmen koleji yıllarımda tanıdım onu. Eşi Kıbrıslı Rum bir arkadaşımla Kıbrıs konusunda bir proje yapmaya karar vermiştik. Cemiyete gidip ona danıştım. Hemen beni o zamanki Temsilci Faik Müftü zade ile tanıştırdı. İngiliz arkadaşımla Faik Bey ile 2 saatlik güzel bir sohbet etmiştik.
Koğuşta kaldığım için bazen sıkılırdım. Böyle zamanlarda Cemiyete gidip Mustafa abi ve Osman Türkay ile sohbet etmeyi çok severdim.
Yeni filizlenmeye başlayan politik bilincim dolayısıyla onlarla ters düştüğüm konular olurda çoğu kez. Ama yine de karşılıklı saygı çerçevesinde bu iki değerli insan ile sohbet çok zevkli idi.
Öğretmen olarak mezun olurkenden Mustafa Gençsoy’un önerisi ile Cemiyetin Türk dili ve kültürü okullarında öğretmenlik yapmaya başladım. 1976 idi sanırım. Çok yararlı bir deneyim olmuştu benim için o süreç.
Mustafa Gençsoy bağımsız, güçlü, hür bir iradeye sahip birisi idi. Uzaktan kumandalı, direktif üzerine hareket eden biri olmaması yüzünden sağ kesim onu çok sevmezdi.
Sağ tarafından öcü olarak görülen sol kesimden kişilerle olan dostluğu yüzünden dışlandığı, hor görüldüğü çok zamanlar oldu. Konseyin kurucuları arasında olmasına rağmen Konsey çevreleri ona hep soğuk davrandı.
Özellikle dernekler arasında birliktelik sağlamak için yapılan girişimlerde KKTC’nin dayatmaya çalıştığı yöntemlere karşı sol ve diğer bağımsız, demokrat insanlarla birlikte hareket etmesi yüzünden çok sorunlar yaşadı.
KKTC hükümetlerinin Gençsoy’a karşı cephe alması onu hiç yıldırmadı. Bildiği, inandığı doğrulardan şaşmadan inatla mücadele etti. Prensiplerinden hiç taviz vermedi.
Değerli dostum gazeteci Faruk Eskioğlu ‘Londra’da Bizim’Kiler’ çalışmasının üçüncü kitabı olan ‘Toplumun Yüzü’ kitabında onunla ilgili şöyle diyor:
“1970 ve 1980’lerde Kıbrıslı sağın örgütlenmesinde Ramadan Güney, Asil Nadir ve Türkiye’den de Kıbrıs kökenli Alpaslan Türkeş milli davayı milliyetçi davaya dönüştürme çabalarına karşı çıktığı görülür”.
Faruk kitabında Gençsoy’un 1970’lerdeki Wimpy grevinde Cemiyetin kapısını açarak işçilere destek verdiğinden de bahsediyor.
Soho’da bulunan Kıbrıs Türk Cemiyeti ile ilgili olarak Gençsoy ile Evkaf Dairesi ve KKTC hükümetleri arasında mahkemelere intikal eden çok anlaşmazlıklar oldu.
Ne iyi etti de bu değerli abimiz onlara karşı inatla mücadele etti. Yoksa bu önemli bina belki de çoktan birilerine peşkeş çekilecekti.
Son yıllara kadar Mustafa Gençsoy Cemiyet binasındaki hizmetini sürdürdü. Birkaç kez onu ziyaret ettim. Israrla bana kendi ve eşi Omay hanımın pişirdiği yumurtalı patates ve diğer Kıbrıs yemekleri ikram etti. Uzun uzun sohbet ettik.
Çok değerli eşi, onun kadar çalışkan, iyilik meleği Omay hanımın 2015 yılındaki vefatı onu doğal olarak çok yıktı.
Mustafa Gençsoy’u çok üzen başka bir şey de kendi toplumunun vefasızlığı idi. Bu konuda hiç şikâyet etmedi. Hayal kırıklığını sadece kendine yakın olan kişilere anlattı.
2009 yılında yazdığım bir yazım toplumun vefasızlığının bir örneğidir. Yazımdan küçük bir kesit:
“Türk dili ve kültürü okulları denince akla ilk Kıbrıs Türk Cemiyetinin çeşitli imkansızlıklarla başlattığı okullar gelir, gelmelidir. Durum böyle olduğu halde Kıbrıs Türk Cemiyetine çok büyük emeği geçen, okulların başlatılmasına sebep olan ve halen Cemiyetin başkanlığını yapan Mustafa Gençsoy abimize niye bir ödül laik görülmedi? Benim komitede ilk önerdiğim isim oydu. Komitenin bazı toplantılarına gidemediğim için bu sorunun cevabını bilemeyeceğim. Ama bunun nedeninin tahmin edebilirim. Her yerde olduğu gibi araya başka şeyler girdi ve bu şahsın bu konuda yaptığı hizmetler göz ardı edildi. Daha açık söyleyeyim. Bir çoklarınız biliyor. Kıbrıs Türk Cemiyeti ile gelmiş geçmiş KKTC hükümetleri arasında Soho'daki bina konusunda mahkemelere kadar yansıyan anlaşmazlıklar olmuştur. Sanırım KKTC Londra Temsilciliğinden birisinin de bulunduğu komite bu yüzden Mustafa Gençsoy'a ödül vermekten kaçınmıştır. Anlaşılması güç, utanç verici bir durum aslında bu. Bir bakıma da biz Londra'da yaşayan toplumumuzun pısırıklığını gözler önüne seren bir olay”.
Mustafa Gençsoy’a bu ve buna benzer vefasızlığı laik görenler şimdi lütfen hiç timsah gözyaşları dökmesinler. Onunla ilgili sahte, samimiyetten uzak demeçler vermesinler.
Hoşçakal Mustafa abi. Seni hiç unutmayacağım.
(AÇIK GAZETE/KIBRIS POSTASI – Ertanç HİDAYETTİN – 30.1.2021)