1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bafra Köyüne Bir Ziyaret
Bafra Köyüne Bir Ziyaret

Bafra Köyüne Bir Ziyaret

Bafra Köyüne Bir Ziyaret

A+A-


Tuncer Bağışkan


Güney Kıbrıs’taki Asinou, Gagobedria, Omodoz ve Vasa’da Eko ile Agro Turizm uygulamalarını, yaşlıların turizme nasıl entegre edildiklerini ve böylelikle de bu köylerin eski özellikleriyle nasıl korunup geliştirildiklerini gördükten sonra, Karpaz’daki Bafra köyünde durumun ne olduğunu görmek için orayı da ziyaret etmiştim. Ziyaretimin bir nedeni ise, bu köyün bir Eko-Agro Turizm merkezi olarak kurulup geliştirilmesine 1988 - 2000 yılları arasında Halk Sanatları Derneği’nin (HAS-DER) katkı sağlama girişimlerinde bulunmuş olmasıydı. Bafra ile yakın çevresinin bir turizm merkezine dönüştürülmesi yönündeki planlar 1988 yılında ESKA Tatil Köyü’nün temellerinin deniz kenarına atılmasıyla başlamıştı. Bir Alman firması tarafından üstlenilen işletmede Has-Der’in kurucularından olan Bülent Kanol da yönetici olarak çalışmaktaydı. Firmanın üzerinde durduğu turizm şekli ise “Soft turizm” adıyla da bilinen Eko-Agro Turizm modeliydi. Bu modele göre inşa edilecek olan tatil köyü bölgedeki köylerle entegre bir şekilde turizm yapacaktı. Bu projenin geçim derdinde olan Bafralılar tarafından da desteklenmiş olması memnuniyet verici bir gelişmeydi. O sıralarda Alman firması ile zamanın Has-Der başkanı Kani Kanol arasında bir mutabakat sağlanmıştı. Köydeki kemerli güzel bir ev restore edilip bir ‘müze ev’ olarak düzenlenecek, burası Kıbrıs yemeklerinin sunulup Kıbrıs folklor gecelerinin organize edileceği bir lokantaya dönüştürülecek ve bu evin kullanımıyla işletmesi Has-Der’e ait olacaktı. Böylece taraflar arasında imzalanacak olan protokol hazırlanmış, restore edilecek ev belirlenmiş ve bölgedeki köylerden folklorik malzemelerin derlenmesi çalışmalarına başlanmıştı. Alman şirketi adına satın alınan folklorik malzemeler şantiyede depolanıyordu.  Bunların arasında büyük küpler, Karpaz’da un depolamak amacıyla kullanılan torpido şeklinde bir ‘Pilin’, değirmen taşları, mutfak eşyaları ve diğer folklorik malzemeler vardı. Ancak 1990 yılında Alman işletmesi ile yerli ortakları arasında anlaşmazlık baş gösterdiğinden tatil köyü projesi o yıl iptal edilmiş, toplanan folklorik malzemeler yitirilmiş ve yarım kalan inşaat ise 2000 yılına kadar sahipsiz kalmıştı.

KÖYÜN ADI VE GELİŞİM SÜRECİ

Köyün eski adı Vokolida idi. Eski Yunanca bir sözcük olan Vokolida ‘sığır çobanının kızı’ anlamına gelirken, ‘Voukolo’ sözcüğü ise ‘Sığır Çobanı’ anlamına gelmektedir. Ancak 1975 yıllarında Karpaz yarımadası bir tütün üretim merkezi olarak görüldüğünden, köye Türkiye’de üretilen bir sigara markası olan ‘Bafra’ adı veriliyor. Buna karşın o gün bugündür köyde tütün üretilmediği de köylüler tarafından bilgimize getiriliyor. 

Köy, doğu ile batıdaki iki dere yatağı arasındaki bir düzlüğe kurulmuş, sırtını ise üzeri düzlük olan kuzeydeki tepeye vermiştir. Tepenin üstündeki düzlükte kayaya düzgün oyulmuş antik mezarlar ile taş kesim izleri bulunuyor. Taş kesim izlerine dayanılarak burasının bir zamanlar taş ocağı olarak da kullanıldığı anlaşılmış oluyor. Köy denizden 1 ½ kilometre uzakta olduğundan, Karpaz yarımadasındaki çoğu yerleşim biriminde olduğu gibi, denizden gelebilecek tehlikelere karşı korunmak amacıyla buraya kurulmuş olabileceği düşünülmektedir.  Köyün çevresindeki tepelerde kayalara düzgün oyulmuş antik dönemlere ait soygun yemiş oda mezarlar bulunduğundan antik bir yerleşim biriminin yerine kurulmuş olduğu anlaşılıyor. Şimdilerde kaderlerine terk edilen antik mezarların Orta Tunç devrinden (M.Ö 1850 – 1600) başlayarak Roma devrine kadar gömü amacıyla kullanıldığı tahmin edilmektedir. Nitekim köyün güneydoğusundaki mezarlık alanındaki bir mezarın giriş kapısının üst başına oyularak yapılan bir insan yüzüne dayanarak, Arkaik, Klasik ve Helenistik devirlerinde kullanılmış olduğu izlenimi edinmiştim. Ancak Mustafa Kemal Meraklı tarafından bilgime getirilen bu mezarın yerini o gün bugündür arıyor olmama karşın bulabilmiş değilim.

Köy varlığını ortaçağda da sürdürmeye devam eder. Nitekim 1542 yılında Leonida Attar, 1570 yılında Iacomo Franco ve 1573 yılında Abraham Ortelius tarafından çizilen Kıbrıs haritalarında adı ‘Vocolida’ olarak geçer. 1862 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden Mas Latrie’nin çizmiş olduğu haritasında ise bir Türk köyü olduğundan söz edilmiştir. Osmanlı döneminden başlayarak 1974 yılına kadar gerçekleştirilen nüfus sayımlarında köyün tamamının Rum olduğu görülmektedir. 1831 yılı nüfus sayımında nüfusu 22 kişi, 1881 yılında 170 kişi, 1891 yılında 188 kişi, 1905 yılında 204 kişi, 1931 yılında 354 kişi, 1946 yılında 428 kişi, 1960 yılında 337 kişi, 1973 yılında 336 kişi ve 1974 yılında 342 kişi olarak belirlenmiştir. Yine 1833 yılına ait Osmanlı Temettuât Defterine köyde 16 hane ev, 513 dönem tarla (arsa, harman vs) 1 adet değirmen, 23 zeytin ağacı ve 8 incir ağacı bulunmaktaydı.  

Köyün tarihi serüveni 1974 yılından sonra da devam eder. 1975 yılının başlarında askeri bölge olduğundan iskâna kapalıydı. Ancak 1975 yılının ikinci yarasında iskâna açılması üzerine köye ilkin Adana İli’nin Osmaniye İlçesi’ne bağlı Küllü Köyü’nden gelen 27 aile yerleştirilir. Daha sonra Antep ile Güney Kıbrıs’tan gelen az sayıda göçmen aile de köye iskân edilir. Köyü ziyaret ettiğim 2001 yılında burada 50 aile ikamet etmekteydi.

AY. YORGİ (AGİOS GEORGİOS) KİLİSESİ

Köy meydanında yer alan köy kilisesinin Bazilikal tipte olması ve tavanda haç tonoz kullanılması itibarıyla diğer köy kiliselerinin bir benzeri olduğu anlaşılmaktadır. Kilisenin güneydoğusunda bir çan kulesi yer alıyor. Kilise içerisinde bulunan tunçtan yapılmış çanın üzerinde Rumca yazılmış “Ayios Andronikos ve Athanasia Milias 1913” kaydı bulunduğundan yapılış tarihi de belirlenmiş oluyor.  Çok uzun yıllar cami olarak kullanılmış olmasına karşın, 2002 yılında yanına TC Lefkoşa Büyükelçiliği’nin mali katkılarıyla bir cami yapıldığından kaderine terk edilmiş oluyor. Kilise bahçesinin güneybatısında ise harap durumda eski bir Rum okulu bulunuyor.

AYİA THEKLA KİLİSESİ

Köyün 1 ¼ mil doğusundaki deniz kenarında yer alan ve uzun yıllar kaderine terk edilen Ay. Thekla kilisesini ilkin 2001 yılında Bafralı Kahraman Kılıç ile ziyaret etmiştim. Yaklaşık 200 yıl süreyle deniz kenarında ayakta duran küçük bir kiliseydi.  Bir zamanlar Bafra ile çevredeki diğer Rum köylerinden gelenlerin en önemli ziyaret, ibadet ve adak yerlerinden biriydi.  Bu Azize’nin isim gün 24 Eylül olduğundan, o günlerde orası ana baba gününe dönerdi. Kiliseyi ikinci kez ziyaret ettiğim 27.Ekim.2005 tarihinde, kiliseden çok yaşlı bir Rum çifti çıkmaktaydı. Kilisenin doğu apsitinin yanındaki mumlukta yeni yakılmış yağ fitilleri vardı.

Ve bu küçük kilse, gerisine Nuh’un Gemisi Oteli’nin inşa edildiği 2011 yılında buldozerli bir gece yarısı operasyonuyla izinsiz olarak tamamen yıkılıyor. İlerleyen yıllarda buraya Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından yeniden yapılacak olan kilise inşaatının Otel işletmesi tarafından engellenip buraya ulaşımın yasaklandığını da zamanın daire müdürü Emine Pilli’nin kamuoyuna yaptığı açıklamadan öğreniyoruz. Ve yıkılan kilise en sonunda Eski Eserler Dairesi adına müteahhit Hayrullah Kurt tarafından yeniden inşa ediliyor. Kiliseyi ziyaret etmek için oraya son gittiğim 21.7.2014 tarihinde kilise ile arazisinin otel sınırları içine alındığını, kilise arazi girişinde demir bir gancelli bulunduğunu, kilisenin nerede olduğu bilinmeyen bir kilitle kilitlendiğini ve otel idaresinden izin alınmaksızın kilise arazisine girişin yasak olduğunu da otel güvenliğinden öğrenmiş oluyorum.  

TARİHİ BAFRA BATIĞI 

Bafra plajının güney batısındaki TC Elçiliğine ayrılan Turizm yatırım alanının karşısında bulunan batık hakkında da bazı bilgiler vermemiz gerekiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemine rastlayan Kırım ile Kafkas savaşlarından sonra kaybedilmiş topraklardan Osmanlının merkezine doğru bir göç başlamıştı. Böylece 1864 yılı sonu ile 1865 yılı başlarında 2600 civarında göçmen Kıbrıs vilayetine sevk edilir. Ancak bu göçmenlerden birçoğunun kolera, tifüs, dizanteri gibi hastalıklardan yolda ölmelerinin yanı sıra, Kıbrıs’a gelenlerin de hastalıktan ölmeleri üzerine, geriye 218 kişi kalır. Yine Osmanlılar ile Ruslar arasındaki 1877-1878 savaşı tam bir hezimetle sonuçlandığından, Osmanlı Devleti’nin işgal edilmemiş bölgelerine doğru yoğun göçler yine başlamıştı. Böylece İstanbul, Selanik, Edirne gibi şehirlere yığılan binlerce göçmenin bir kısmının Kıbrıs vilayetine taşınması düşünülür. Mart 1878’de 600 kadar Rumeli göçmeni (veya Çerkez) Kıbrıs vilayetine nakledilir. Ancak bu gelişler yerli Kıbrıslı Hıristiyanları olduğu kadar, batılı devletler ile İngiltere’yi de tedirgin eder. O günlerde İstanbul’dan Kıbrıs’a 3000 göçmenin gönderileceği haberleri üzerine ayaklanan Kıbrıslı Rumlardan ayrı olarak, İngiliz Konsolosu da 4 Mart 1878 tarihinde Osmanlı İmparatorluğunun bu hususta dikkatini çekme gereği duyar. Ancak yine de Mart 1878 tarihinde Kavala’dan Lazkiye’ye 3000 kadar göçmen götürdüğü iddia edilen “Sphinx” adlı bir Avusturya gemisi Bafra açıklarında batar. Osmanlı kaynakları bunların Rumeli Göçmeni olduklarını öne sürerlerken, İngiliz kaynakları ile bölgedeki yaşlıların büyüklerinden öğrendikleri bilgiler ise, gemide Çerkez göçmenlerin bulunduğu ve tam teçhizatlı “Gatil Ganara” kişiler oldukları doğrultusundadır. Bölgedeki yaşlıların atalarından dinledikleri bir başka konu ise, batılı ülkelerin Osmanlı Hükümetine verdikleri notaya uymamasının bir sonucu olarak bu geminin Fransız, İtalyan ve özellikle de İngiliz gemileri tarafından Bafra açıklarında torpillenip batırıldığı doğrultusundadır. Bu kazadan sağ kurtulan yaklaşık 2500 kişi çevredeki Türk köylerine sığınırlar. Ancak Osmanlı Hükümetinin demografik yapıyı bozacak şekilde Kıbrıs ile Suriye’ye göçmen iskân etmesini Avrupalı konsolosların protesto etmeleri üzerine, Osmanlı Hükümeti bu yöndeki uygulamasını askıya almak zorunda kalır. Böylece Larnaka’ya iskân edilmek üzere yola çıkarılan 2000 kadar kişiyi taşıyan Avusturya bandıralı bir gemideki göçmenler, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa’nın emriyle, yarı yolda çevrilerek Antalya’ya çıkartılırlar. Zaten aynı yıl içinde adanın İngiltere’ye kiralanıp devredilmesiyle bu yöndeki icraatlar da tamamen durmuş olur.

KÖY İLE ÇEVRESİNDE KAYDA GEÇEN MEVKİ ADLARI

Bafra sahil şeridiyle ilgili gelişmeleri 2000’li yıllarda Galatya belediye başkanı Ahmet Beyazıt Adalıer’den dinlemiştim. O sıralarda kıyı şeridi Türkiye’den gelecek olan otel yatırımcılarına verilmek üzere 20 parsele bölünürken, bir parseli ise buranın tüm alt yapı yatırımlarını yapacak olan Türkiye Cumhuriyeti Büyük Elçiliğine ayrılmıştı.

Eskiden köyün yaklaşık 1 mil güneyinde Livadhia mevkii bulunurken, doğusundaki sahil şeridinde bazı antik yerleşim yerleri saptanmıştı. Bu mevkiinin adı, buraya altyapı yatırımı yapan bir TC Büyük elçisine ‘şükran’ çekmek için ‘Elçi Kumsalı’ olarak değiştirildi. Şimdi ise buradan dört şeritli bir yol geçiyor. 
Eskiden köyün 1-2 mil güneyinde “Vokolidha Ormanı” olarak bilinen çamlarla kaplı alçak bir orman vardı. Daha sonra adı “Kumluçam” olarak değiştirildi. Bu yeri ziyaret ettiğimde artık orası hem Turizm yatırım alanı, hem de Orman Dairesi’nin bir konstraktöre kum satması için kiraladığı bir yerdi. Şimdilerde orada ne kum kaldı, ne de çam; ama adı hala daha Kumluçam.

Eskiden köyün kuzeybatısındaki Ayios Theodhoros ile antik Tavros köyleri arasında “Theanoulia Ormanı” bulunmaktaydı. Ormanın adı ise “tanrılara ait küçük şeyler” anlamına gelmekteydi. Artık onun adı da her ne alakaysa “Oymaklı” olarak değiştirildi. Eskiden bu ormanda bol miktarda harnıp ile zeytin ağaçları vardı. Şimdi ise orada ne harnıp kaldı, ne de zeytin…

Eskiden köyün ½ mil güneyinde Vounaropoullos mevkii bulunuyordu. Adı “Kuş sürüsü” veya “Tepe Kuşları” (cikla - Pulya) anlamına gelmekteydi. Onun adı da “Boğaziçi” olarak değiştirildi. Belki de pulyaların Aytottoroluların (Boğaziçililerin) Kuzey Kıbrıs’taki simgesi olduğu düşünüldüğünden mevkiye de bu ad verildi…

Eskiden köyün 1 mil kadar güneyindeki dere “Paleomylos” olarak biliniyordu. Adını ise orada bulunan eski bir değirmenden almaktaydı. Şimdi ise mevkiinin adı doğru bir teşhisle “Eski Değirmen” olarak değiştirildi. Ancak şimdilerde orada ne değirmen kaldı, ne de değirmenci!

Eskiden köyün 1 ½ mil güneyindeki sahil şeridindeki Elea Burnu civarında  “Palloura mevkii” vardı. Burada bulunan bol miktardaki ‘Ballura’ ağacından adını almaktaydı. Bu alanda eski bir yerleşim yerine ait izler bulunmuş ve bunların batıdaki antik Cnidus kenti ile birleşme olasılığı öne sürülmüştü.  1974 yılı itibariyle burada kum tepeleri ve 3 tane de yapı vardı. Buraya da bir tatil köyü yapıldığından mevkiinin adı “Tatil köyü mevkii” olarak değiştirildi. Hatta buraya dört şeritli yol yapılırken mezarlar da tahrip edildi. Bir tanesi yıkık olarak saptanırken, yanındaki ise sağlamdı. Daha sonra oraya gittiğimde ikisinin de yerlerinde yeller esiyordu.

Bafra’daki tüm olumsuzluklara karşın deniz sahilinin gerisindeki bir arazinin 26.6.1991 tarihinde hayatını kaybeden sevgili Naci Talat’ın anısına bir çam koruluğu ile piknik alanı olarak oluşturulması memnuniyet verici. Naci Talat Vakfı tarafından oluşturulan bu koruluğun Galatya Belediyesi tarafından yeniden düzenlendikten sonra 1.Temmuz.2012 tarihinde hizmete açıldığını da öğreniyoruz. 

KÖY EVLERİ VE DİĞER ÖZELLİKLERİ

Bir zamanlar köy evleri tek veya iki katlı idi. Ev yapımında kesme ve genellikle de moloz taşlar kullanılmış, araları ise fellik taşlarla doldurulmuş durumdaydı. Damlar ekseriyetle düzdü. O zamanlar her evde fırın ile su kuyusu vardı. Köyün güneyindeki efkalipto koruluğunun bulunduğu yerde ise bir tatlı su kuyusu bulunmaktaydı. Şimdilerde Bafra, Karpaz’ın diğer yerleşim birimleri gibi, kaderine terk edilmiş durumda. Evlerinin çoğu yıkıldığı gibi, fırınları da yıkıldı, kuyularındaki sular da kurudu.  2001 yılı itibarıyla suyu yetmediğinden, Yeşilköy’den pompalanan su köyün doğusundaki tepede bulunan depoda biriktikten sonra köye dağıtılmaktaydı. Ancak o yıllarda bu deponun köyün su ihtiyacını karşılamadığı da telâffuz ediliyordu.

Köyün bakımsızlıktan çöken evleri, ekonomik yetersizlik nedeniyle blok veya delikli tuğlalarla tamir edilmiş durumda. Ancak yine de köye yeni evlerin yapıldığı da gözlemlenebiliyor.
Köyün eski Rum mezarlığı ile mezarlık kilisesi köyün kuzeybatı girişinde yer alıyor. Ancak mezarları dağıtılmış, haçları kırılmış ve kilisenin damı ise çökmüş durumda.

1974 yılında önce köyün başlıca geçim kaynağı küçükbaş hayvancılık, zeytin ve harnıp idi. Şimdilerde hayvancılık küçük boyutlarda da olsa devam ederken, harnıp ağaçlarının farelere terk edildiği, zeytin ağaçlarının ise bir evin ihtiyacını ancak karşılayabildiği söyleniyor. 1970 yılında köyde 4 balıkçı ve üç sandal vardı. Şimdi bunlar da yok. Eskiden bu köy, sanatçı Yiassoumi Georghiou’nun doğduğu yer olarak biliniyordu. Şimdi ise “Turizm yatırımcılarının” adlarıyla biliniyor! Eskiden köye gelen yabancıların ilgilerini en çok köyün evleri, tarihi kilisesi ve temiz olan deniz kıyısındaki çakılsız temiz kumsalı çekerdi. Şimdilerde ise ilgilerini neyin çekeceğini gerçekten bilmiyorum. 

Bir zamanlar kahin olmayan bir hocamız şöyle demişti : “Eğer bir arazinin spekülatif yatırım getirisi, yanındaki köyün geçim kaynaklarının rantını aşarsa o köy ile arazileri kayıp demektir. Hemen orada yapılaşma başlayacak ve oradaki köy ile çevresindeki doğal ve kültürel değerler yok olup imaj bozulacaktır”
“Bafra’ya gerçekten de öyle oldu” diyerek bugünkü yazımızı da sonlandırmış olalım…

Bu haber toplam 10709 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 191. Sayısı

Adres Kıbrıs 191. Sayısı