Baf’ta tarih ve bombalanan gemi
Baf’ta tarih ve bombalanan gemi
Tuncer Bağışkan
Hatırlanacağı üzere geçen haftaki yazımda 13-14 Mayıs 2013 tarihlerinde Enorasis kulübüyle ziyaret ettiğimiz Akama yarımadası ile Akama’ya gidiş yolu üzerinde bulunan doğal ve arkeolojik yerleri anlatmıştım. Akama’dan Lefkoşa’ya dönüşümüzde ise bu sefer de Baf kazasının batı kıyı şeridini izlediğimizden, bu günkü yazımda da ziyaret ettiğimiz Baf kasabasındaki Mehmet Bey Ebubekir camisi ile hamamını anlatacağım. Ancak konuya bir bütünsellik kazandırmak amacıyla bir süre önce ziyaret ettiğim Dip Baf’taki Osmanlı dönemi eserlerini de bu yazıma katmam gerekti.
Eski Baf, bir yandan aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in doğum yeri olarak bilinmesi, bir yandan Lüzinyan Dönemi öncesinde adanın başkenti olması, bir yandan da barındırdığı doğal, arkeolojik ve tarihi kültürel zenginlikler itibarıyla her daima bir ilgi odağı olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Nitekim ilkin 1981 yılında “UNESCO Dünya Mirası Kentleri” listesine girmeye hak kazanırken, 2013 yılında ise Lefkoşa ile Limasol kentleriyle yarıştıktan sonra, 2017 yılında “Avrupa Kültür Merkezi adayı’ olması UNESCO tarafından karara bağlanmıştır.
KHLORAKA’DA KAYALARA OTURAN GEMİ
Akama yolculuğunun ikinci günü Druşa köyünden ayrılıp Baf’a doğru yol alırken, Khloraka bölgesinde kıyıya oturmuş durumda olan iki gemi kısa bir süre önce ilgimi çekmişti. Gemilerden biri kıyıda, diğeri ise sahilden biraz içerdeki kayaların üzerindeydi. Kayaların üzerine oturmuş durumdaki gemiyle ilgili olarak emekli Albay sn. Halil Sadrazam’dan aldığım bilgi ise şöyleydi: “Bu gemi 1974 yılında Türk Hava Kuvvetleri tarafından Kocatepe muhribi yanlışlıkla batırılırken de orada karaya oturmuş durumdaydı. Hatta uçaklar bunu Yunan konvoyuna ait bir ikmal gemisi sanarak saatlerce bombalamış ve genelkurmaya verilen raporda, vurulan iki gemiden birinin battığı, diğerinin ise hareketsiz kaldığı belirtilmiştir.”
MEHMET BEY EBUBEKİR HAMAMI (BAF YENİ CAMİ HAMAMI)
Yukarı Baf’a (Kasaba’ya) uğradığımızda ilk durak yerimiz Yeni Cami Hamamı adıyla da bilinen Mehmet Bey Ebubekir Hamamı avlusundaki restoran oluyor. Hamam 1991-1995 yılları arasında Kıbrıs Cumhuriyeti Antikalar Dairesi ile Baf Belediyesi’nin işbirliğiyle restore edilmişti. 2004-2005 yıllarında ise meslektaşım Anna Marangou ile ekibinin hamamda gerçekleştirdikleri sergileme çalışmaları sonrasında burası 28 Haziran.2005 tarihinde bir müze olarak ziyarete açıldı. Sergileme süresince ekibe Türk Hamamları konusunda bilgi desteğinde bulunmuş olmam nedeniyle hamamın resmi açılış töreninde yanlarında olmam istenmişti. Müzede Kıbrıs hamamlarıyla ilgili araç, gereç, fotoğraf ve konu hakkında bilgiler sergilenirken, müzenin dışındaki saçaklığın altında ise Baf’ın tarihi geçmişi görsel ağırlıklı metinlerle anlatılmıştır.
Hamam, Baf Sancak beyi Mehmet Bey Ebubekir’in 6 Kasım 1592 tarihinde Baf Aya Sofya Camisi için oluşturduğu Vakıfa dahil edilmişti. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, ya Ortaçağda, ya da vakfın kurulduğu sırada yapıldığı tahmin edilmektedir. 1940’lı yılların sonu veya 1950’li yılların başına kadar hamam olarak işlevini sürdürdüğü anımsanmaktadır. Ancak Baf Bölge Müzesi’nin 10.9.1953 tarihindeki Baf depreminde yıkılması üzerine geçici müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. Diğer hamamlar gibi alttan ısıtılan bu hamamda da, soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan odaları bulunmaktadır.
MEHMET BEY EBUBEKİR CAMİSİ
Baf Kasabasında aynı adla bilinen Hamamın üst başında yer alan bu cami kentin en görkemli yapıları arasında yer almaktadır. Vakıf kayıtlarında adı “Baf Ayasofyası” ile “Mehmet Bey Ebubekir Camisi” olarak geçerken, halk arasında “Cami-i Kebir”, “Büyük Cami”, “Ulu Cami” ve “Orta Cami” adlarıyla da bilinmektedir. Osmanlı dönemi öncesinde Ayia Sophia adıyla bilenen bu yapı M.S XV’inci yüzyıla ait bir Bizans veya bir Venedik Kilisesiydi. Ancak 1578-1606 yılları arasında Baf Sancak Beyi görevinde bulunan Mehmet Bey Ebubekir tarafından,1592/93 yılında, kiliseye mihrap, minber, minare ve son cemaat yeri eklenmek suretiyle camiye çevrilmiştir. Kilisenin camiye çevrilmesi sırasında, yapıya bir minare eklenmesi için tahsisat ayrılmış, caminin avlusuna bir sıbyan okulu inşa edilmiş ve bu amaçla 6.11.1592 tarihli bir vakıf da oluşturulmuştur. Ancak minaresi 1894 yılının kış ayında yıldırım isabetiyle tehlikeli bir hal alınca 1900 yılında yıkılarak yerine şimdiki minare yapılmıştır. Ancak bu minare de 10.9.1953 tarihindeki Baf depreminde cami ile birlikte zarar gördüğünden, 1954-1956 yılları arasında tamir edilmiştir.
Caminin güneydoğu köşesindeki türbe olarak kullanılan ek odanın ortasında 1803-1885 yılları arasında yaşadığına inanılan Nakşibendi tarikatı mensuplarından Hafız İbrahim Sıdkı Efendi’nin mezarı yer almaktadır. Halk arasında kökleşen ermiş kişilerin en büyüğü olduğu inancı ve Baf’ta ilk kez bir medrese kurması (1850) itibariyle “Büyük Hoca Efendi” adıyla bilinmeye başlanmıştır. Rivayet göre ölümünden bir hafta önce arkadaşları ile camide sohbet ederken, şimdiki mezarının bulunduğu yeri göstererek buraya türbesinin yapılmasının uygun olacağını söylediğinden vefatı üzerine buraya defnedilmiş. Çok talebeler yetiştirmesinin yanı sıra, cömert, güler yüzlü ve mütevazi bir kişi olarak bilinmekteydi. Ermiş bir kişi olması itibariyle kendisine bazı kerametler de atfedilmiştir. Kendisine atfedilen kerametler arasında, halıya binip uçma, ayni anda değişik yerlerde veya dilediği anda dilediği yerde bulunma veya dilediği anda Hacca gidip oradan hemen dönme vasıfları bulunmaktadır.
Bir zamanlar caminin batı ile kuzey yanı mezarlık olarak kullanılmaktaydı. Bu mezarlığa ise Hafız İbrahim Sıdkı Efendi’nin aile bireyleri ile aynı adla anılan vakfın mütevelli heyeti üyeleri defnedilmekteydi. En ünlü mezar ise, Kıbrıs’ın eski müftüsü Dana Efendi’nin babası ve Büyük Hoca Efendi’nin damadı olan Hacı Hafız Ali Faik Efendi’ye ait olandır. Avlusunun kuzeydoğusunda ise 2 Şubat 1964 tarihinde oluşturulan ve şimdilerde bakımsız durumda bir şehitlik bulunmaktadır. Burada, 14 Şubat 1964 (6 şehit), 9 Mart 1964 (14 şehit), 22.8.1967 (1 şehit) ve 1974 (8 şehit) Baf savaşlarında şehit olan 29 kişinin mezarı ve 9.3.1964 tarihinde açılışı yapılan “Baf Şehitler Anıtı” bulunmaktadır.
DİP BAF KALESİ (AKÇA KALE)
Dip Baf limandaki anıtsal yapıların en önemlilerinden biri olan kale, Osmanlı döneminde “Akça Kale” ile “Kale-i Baf” (Baf Kalesi) adlarıyla bilinmekteydi. Burada önceleri bir Bizans kalesi bulunmaktaydı. Ancak M.S 1222 yılında yer sarsıntılarıyla yıkılınca üzerine Lüzinyanlar tarafından bir kale yapılır. Ancak bu kale de Venedikliler tarafından tahrip edilir. Nihayet 1592 yılında şimdiki kale Kıbrıs’ın 13’üncü Beylerbeyi Ahmet Paşa tarafından yıkılan kalenin kalıntıları üzerine inşa edilir. Bu bilgiler de kalenin giriş kapısının üst başındaki mermer yazıtta yer almaktadır. Kalenin ilkin 1570 yılında halktan toplanan vergilerle ve İçel Sancak Beyinin Silifke’den göndereceği Sipahiler yardımı ile yapılması kararlaştırılmıştı. Amaç ise, o sıralarda Kıbrıs’ın iskelesi sayılan Silifke’deki Ak Limanı korumaktı. Ancak baş gösteren salgın hastalık halkı telef ettiğinden yeterli para toplanamamış, bu nedenle de yapımı 1592 yılına sarkmıştır.
Kalenin girişindeki köprüden geçildikten sonra yer katında merkezi bir hole girilmektedir. Osmanlı döneminde holün iki yanındaki küçük odalar zindan olarak kullanılmaktaydı. Uzun süreli hapse mahkum olanlar, burada bulunan yeraltındaki iki küçük hücreye hapsedilirlerdi. Üst kat odaları askeri garnizon tarafından kullanılırken, merkezi oda ise cami (mescit) olarak kullanılmaktaydı. Kalenin en üst kısmında 12 top mazgalı bulunmaktadır. Bu toplar adanın İngilizlere teslim edildiği 1878 yılında Osmanlılar tarafından sökülüp başka bir yere taşınmıştır. Kale 1878-1935 yılları arasında tuz deposu olarak kullanılmış, o tarihten sonra da Antikalar Dairesi’ne devredilmiştir.
DİP BAF HASAN AĞA TEKKESİ VE HAMAMI
Hakkında fazla bilgi bulunmayan Dip Baf’taki Hasan Ağa Tekkesi ile Hacı Mehmet Buba (Baba) türbesi, zaman sürecinde mescit, yardımcı odalar, mezarlık ve hamam kısımlarının eklenmesiyle bir külliyeye dönüşmüştür. Yakın geçmişimizde dini bütün Kıbrıslı Türkler tarafından kutsal sayılan önemli ziyaret, ibadet ve adak yerleri arasında yer almaktaydı.
Ermiş biri olduğuna inanılan Hacı Mehmet Buba’nın kişiliğine ilişkin bilgiler halk arasında anlatılan değişik rivayetlere dayanmaktadır. Adından genellikle Hacı Mehmet Buba (Baba) olarak söz edilmesine karşın, halk arasında “Hacı Mehmed”, “Hacı Mehmet Veli” ve “Mulla Mehmedler” adlarıyla da bilinmektedir. Arap akınları sırasında burada şehit olduğu anlatılırken, Osmanlıların Kıbrıs’ı fethi sırasında (veya daha sonra) İzmir’den gelip burada şehit olan Bektaşi Babası veya Alevi-Bektaşi şeylerinden bir olduğu da anlatılmaktadır. Ayrıca XVII. yüzyılda Kıbrıs’a geldiği, Mehmet Bey Ebubekir Paşa’nın vakıflarına bakmakla görevlendirildiği, Aşağı Baf’ta kurduğu Tekke ile medresede din dersleri verdiği ve Hacca gidecek olanlara yardımcı olmasının yanı sıra onlara refakatçi olarak katıldığı da anlatılan rivayetler arasında yer almaktadır. Keramet sahibi olduğu, aynı anda değişik yerlerde bulunduğu, Perşembe geceleri denizin üzerine yazdığı seccadeye binip Kabe’ye gittiği ve Cuma günü geri döndüğü söylentileri yaygın olarak bilinmektedir. Bu özelliklerinden dolayı vefatından sonra kurduğu tekkeye gömülmüştür. İki mekandan oluşan yapının bir odası mescit, diğer odası ise türbedir. Mescit’in kuzeydeki giriş kapısının üst başında 1283 H (1866/67) tarihini taşıyan yazıtta, binanın, iyilik ve hayır sahibi olan Baf’ın mullası (okumuşu) Muhsin Ağa tarafından yaptırıldığı kayıtlıdır. Mescidin batısındaki bir kapıdan bir zamanlar Hacı Mehmet Buba ile Arap Lalasının mezarlarının bulunduğu türbe odasına girilmektedir.
Rivayet göre Hacı Mehmed ile Arap Lalası, biri kara, diğeri ise beyaz yılan şeklinde Dip Baflılara görünürmüş. Bir seferinde Dip Baflılar türbeden çıkan bu iki yılanı öldürmeye teşebbüs etmişler. Bunun üzerine Hacı Mehmed Buba onlara “40’ınız 41 olmayasınız” diye beddua etmiş. Ancak Hacı Mehmed’in bu bedduası başka şekilde de anlatılmaktadır. Anlatıldığına göre Hacı Mehmet Buba Baf kasabasında mucizeler yaratması nedeniyle Kıbrıs genelinde itibar gören saygın bir kişiymiş. Ancak bir gün, onun hiçbir özelliğinin olmadığına inanan Dipbaflı bazı Türklerle Hıristiyanlar ona hakaret edip taşlamışlar. Bunun üzerine o da kollarını havaya kaldırarak onlara “İlahi Tanrım 40’ı 41 olmasın” diye beddua etmiş. O günden sonra da Dipbaf’ın nüfusu 40’ı geçmemiş.
Değişik versiyonları olan bir başka söylenceye göre Aşağı Baf’ın zenginlerinden biri Hac’da bulunduğu bir sırada adamın ailesine giden Hacı Mehmet: “Beyin canı samsı tatlısı (veya nor böreği) çekti; yapıp getirin ben ona gönderirim” demiş. Aile böylesi imkansız bir şeyi yapamayacağını sanmışlar, ama yine de hatırını kırmamak için tatlıyı Hacı Mehmet’e götürmüşler. O da deniz sahiline gitmiş, seccadesini denizin üzerine sermiş, tatlı tabağını da üzerine koyduktan sonra zengin kişiye Hac’da iken ulaştırmış. Bu olay Kıbrıs’ta duyulunca ermiş biri olduğu anlaşılmış, bu nedenle de vefat edince kurduğu medresenin içine gömülmüş.
Hasan Ağa Tekkesinin kuzeydoğusunda ise, Kıbrıs Cumhuriyeti Turizm broşürlerinde “Türk Hamamı” şeklinde tanıtılan bir hamam bulunmaktadır. 1896 yılı itibariyle Dip Baf Camisine gelir sağladığı ve Kasaba yakınındaki “Aşona” bölgesindeki su kaynağından su ihtiyacının karşılandığı bilgileri edinilmektedir.
DİP BAF CAMİSİ (MESCİDİ) VE OSMANLI ÇEŞMESİ
Dip Baf’taki Minos Sokağı köşesinde yer alan küçük caminin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte Osmanlı döneminde inşa edildiği tahmin edilmektedir. Çok eskiden Dip Baflılar bu camide ibadet ederlerdi. Ancak 1908 yılından çok önce yıkıldığından, Dip Baflılar Cuma ve özellikle de Ramazan Bayramı namazlarını kılmak için bir saat uzaklıktaki Baf Kasabasına gitmek zorunda kalmışlardı. Bu nedenle yeniden yapılması için 1908 yılında Evkaf İdaresi’ne başvuruda bulunurlar. Ancak bu konuyla ilgili Evkaf arşivinde başka herhangi bir belge bulunmadığından, mevcut mescidin kapı üst penceresinin demir parmaklığında yazılı olan 1927 yılında yeniden yapıldığı, ya da tamir edildiği tahmin edilmektedir. 10.9.1953 tarihindeki Baf depreminde hasara uğradığından 1954-1956 yılları arasında tamir edilmiş, etrafındaki ahşap saçaklık ise son yıllarda yapılmıştır.
Mescidin yanındaki yolun köşesinde sarnıçlı bir meydan çeşmesi bulunmaktadır. Çeşmenin sağır nişi içerisinde 1897 kaydı bulunduğundan bu tarihte yapıldığı tahmin edilmektedir. Yapımı sırasında çevredeki Korint sütun başlıklarından da yararlanılmıştır. 1896 yılında Dip Baf Cami-i Şerif Vakfı ile yanındaki vakıf hamamına ait olan ve iki kol halinde akan bir su vardı. Bu tarihte Kasabadaki Gümrük Dairesi yanındaki “aşar” (öşür) ambarlarına zahire getiren köylüler ile limandaki gemilere su sağlamak amacıyla, bu su yıllık 1 lira karşılığında Evkaf’tan kiralanmış ve su kemerleri aracılığıyla Kasaba’dan (Sterna su kaynağından) Dip Baf’a taşınması sağlanmıştı. 1930 yılında bu çeşmesinden akan suyun ihtiyacı olan insanlar ile hayvanlar tarafından kullanılmak üzere bir inçlik bir boruyla Baf ana yoluna, liman çevresine, limandaki mendireğin altına ve eski Ay. Yeorgios Kilisesi yanındaki çeşmeye verilmek üzere Baf Belediyesi ile Evkaf Delegesi arasında bir sözleşme imzalanmıştır.
DİP BAF OSMANLI ÇEŞMESİ YANINDAKİ HAMAM
Dip Baf Osmanlı Çeşmesi yanında bulunan hamam, resmi kayıtlarda “Frankish Bath” (Frenk Hamamı) ile “Ortaçağ-Türk Hamamları” adlarıyla geçmektedir. Osmanlı hamamları gibi soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık gibi bir düzene sahip olması itibariyle, Osmanlı döneminde, ortaçağa ait büyük bir komplekse bağlı olarak bazı eklenti ve tamiratlarla kullanıldığı tahmin edilmektedir. Bunun yanı sıra plan düzeni, yakın geçmişimizdeki zengin evlerindeki hamamlarla da bir benzerlik göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Soyunmalık olduğu sanılan batıdaki kısımların sadece temelleri günümüze kadar gelmiştir.