“Baf’tan güzel komşuluk öyküleri…” 1
Araştırmacı-yazar Ulus Irkad, Baf hatıralarını YENİDÜZEN için yazdı…
Ulus Irkad
Araştırmacı yazar Ulus Irkad, Baf hatıralarını YENİDÜZEN için yazdı… Baf’ta geçtiğimiz günlerde bir kültür-sanat festivaline katılarak burada Baflılar’ın çok büyük ilgisiyle karşılaşan Ulus Irkad’dan, burada yaşadığı duyguları ve hatıralarını kaleme almasını istedik. Ulus Irkad’ın yazısı şöyle:
“Geçenlerde beni arayan saygın, büyük Kıbrıslı yazar ve şairlerden İbrahim Aziz bana Baf’ta, Hloreka sanatseverlerinin düzenlediği bir fuarın olduğunu ve ikimiz birden katılırsak çok iyi olacağını teklif etmişti. İbrahim abiye, düşündükten sonra yabancı dilde ABD’de çıkan bir kitabım ve İngilizce olmasına (Güney’de de bizdeki gibi İngilizce kitaplar az bir okuyucu tarafından tercih ediliyor) rağmen olumlu yanıt verdim ve bu teklifini Kabul ettim.
BAF’A GİTMEK ÜZERE YOLA KOYULUYORUZ
16 Kasım 2018 tarihinde, sabah saat 9:00’da, Çin üzerinde Goethe Enstitüsü’nde toplantı bittikten sonra İbrahim Aziz abiyle anlaştığımız gibi saat 15:00’de Kıbrıslırum Polisi’nin kulübelerinin önünde beni arabasıyla aldı ve Baf’a doğru yola koyulduk. İbrahim abi ile giderken Baf’ta nasıl konuşma yapacağım konusunda strateji çizmeye çalıştık. Ona göre oradaki kitleyi etkilemek için başından itibaren konuya girip mesela orada yani Baf’ta ve Hloreka köyünde kimleri tanıdığımı anlatmamı söyleyip, tanıdığım insanlar hakkında bilgiler vermekle aslında en etkili konuşma olacağını kararlaştırmıştık. Bu şekilde hareket etmeye karar verdik ki aslında İbrahim Aziz abi Kıbrıslırum toplumunu (Hoş, aslında Kıbırslıtürkler de böyle) yakından tanıdığı için onun tecrübesinden yararlanmak en mantıkisiydi ve İbrahim abinin öğütlediği gibi davrandık. Gerçekten de etkili bir konuşma olacaktı. Her neyse, İbrahim abi ile konuşa konuşa Baf’a kadar dayandık. Bu arada Limasol çıkışında Baf yolu üzerinde beş-altı arabanın da bulunduğu büyük bir kaza gördük. Bu sırada, yol üzerinde trafik de bayağı yavaşlamıştı. Kaza yapan arabaların yanından yavaş yavaş geçerek İbrahim abinin de güzel, hafif ve de yavaş sürüşüyle Baf’a vardık. Önce otelimize geçerek biraz dinlendikten ve duşumuzu da aldıktan sonra eskiden Elektrik Dairesi olarak kullanılan Baf Kültür Merkezi’ne vardık. Merkez, benim ve ailemin 1974 öncesi kaldığımız Bandabulyo (Çarşı) yakınlarındaki Gavur İmam Sokağı’na çok yakındı. Orada geniş bir salonda kitap fuarı ve de bizim konuşma yapmamız için bekleyen yüzlerce insanla karşılaştık.
BAF KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ’NE KUCAĞIMIZDA KİTAPLARLA VARIYORUZ
Kitap fuarı devam etmekte, televizyon ekipleri oradaki yazarlarla devamlı röportajlar yapmaktaydı. Önce İbrahim abi ile ropörtaj yapıldıktan sonra benimle de ropörtaj yapıldı. Televizyon kanalına, 1957 yılında Baf’ta doğduğumu ve 18 yaşımda Baf’ı terkettiğimi söyledim. Elbette Baf’ı hala daha anmakta ve hatırlamaktaydım. Ve elbette ben de her Kıbrıslı gibi Kıbrıs’ın birleşmesinden yanaydım.
Röportaj bittikten sonra bize mikrofonda konuşmamız için davet niteliğinde bir anons yapıldı. İbrahim abi benim konuşmamı Rumca’ya çevirecekti. Tam o sırada hem heyecanlandığımı hem de duygulandığımı hissetim. 44 yıl önce terkettiğim ama çocukluğumun ve birçok anılarımın olduğu Baf’ta, Kıbrıslırum hemşehrilerime konuşacaktım. Hemen konuşma yaptığım yerde, 44 yıl önce, bilhassa okul çıkışlarında arkadaşlarımla gezer ve sonra tekrar Türk Bölgesi’ne dönerdik. Evim de pek fazla uzakta değildi aslında. Zaten konuşma yaptığım yer de kaldığım evime ve mahallemiz Ülkü Yurdu Mahallesi’ne pek uzak değildi. Aslında 44 yılda çok şeyler değişmişti. Bir zamanlar görmeye alışık olduğumuz birçok sokak ve ev şu anda koruma altında, restore edilmişti ama bunun yanında gerek 1963 ve gerekse 1974 yılından kalan birçok ev veya bina da aradan geçen bunca zamandan sonra yıpranıp gitmişti. Benden istenen 1974 öncesi, hatta 1963 öncesi hatırladıklarımdı. 500’e yakın göz bana bakıyordu. Bu insanlardan birçoğu belki de tanıdıklarımın çocukları, belki komşuluk yaptığım bölgelerde arkadaşlarım veya tanıdık dostlarımızın torun ve çocuklarıydı. Bir an duygusallaştım… Ağlayacak gibi oldum ama soğukkanlı olarak duygusallaşmadan konuşmam gerektiğini kendi kendime telkin ettim. Burada anlatacaklarımın belki de çoğunu orada söyleyemedim ama heyecandan yitip gidenleri de anlatayım sizlere:
İBRAHİM AZİZ ABİNİN ÇEVİRMENLİĞİNDE ANILARIMI ANLATIYORUM
Öncelikle Baf’ta Türk Bölgesi’nde doğdum. Ülkü Yurdu Mahallesi... Çocukluğumun büyük bir kısmı da orada geçti. Ama bunun yanında 1960 -1962 yılları arasında da Baf’ta karma bir bölge olan Konya Bölgesi’nde de kaldım. Orada Kıbrıslırum tanıdıklarımız da oldu. Çocukluğumu hatırladığımda, özellikle dedem ve ninemle (Ayşe-Hamza Erdoğan) birlikte birçok Baf köyünü onlarla birlikte dolaştığımı hatırlamaktayım. Bu köylerin bir kısmı Rum, bir kısmı da Türk köyleriydi. Her köyde dostlarımız oldu. Çocukluğumdan beri Rumca ve Türkçe hep bana aşina olmuştur çünkü ninem- dedem dahil tüm büyüklerim bu dilleri çok güzel konuşmaktaydılar. Hloreka Köyü birçok dostumuzun olduğu köylerden biriydi. Çocukluğumda hep Andivoni ve Yorgo Azinas’ın Aşağıda Vikla altında, Dere Ağzı’nda bulunan bahçelerinde geçti. Bazen ninem ve dedemle birlikte onlara gider ve bahçelerini toplarlarken, onlarla piknik yapardık. Orada salatalık ve domateslerle yediğim pilavunaların lezzetini hala daha unutamadım. Arkamı Vikla’ya verir, yüzümü de denize çevirir, bir kaya üstüne oturarak yiyeceğim güzel yemekleri deniz havasının da verdiği iştahla yerdim. 1964 yılında gene onlara yaptığımız bir ziyaretten dönerken bizleri TMT’ciler durdurup yokladılar ve ninemle dedem bu durumdan pek memnun olmadılar. Bizlere yaptıkları muamele sanki de bir hain ve casusmuşuz muamelesi idi. Daha sonraları annemiz ile çıktığımız bir piknikte de birçok TMT’ci grubun bizleri takip ederek, annemizi de durdurarak bizleri yoklamaları oldu ki annem bu durumdan pek de memnun olmadı (1967 yılı-ilk Sancaktar’ın gelişi) ve Beyaz Saray’a gidip şikayette bulundu. Evet, maalesef Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin dostlukları baştakiler tarafından hep akamete uğradı, Dr İhsan Ali’nin ailesine Mutallo’da meydan dayağı çekilmesi de bu günlere rastlar. Bu arada Hloreka ve Rum tarafında bulunan dostlarımızın da, aldığımız haberlere gore EOKA tarafından baskı gördüğünü de duyuyor ve baskıların sadece bizlere değil Kıbrıslırum arkadaş, dost ve hemşehrilerimize de yapıldığını duyduk ve biliyorduk. O yıllarda Baflı Topal Enver’in (Baf’ın Rumca ve Arapça-Türkçe şarkılarını söyleyen, döblek çalan meşhur sanatçısı) Limassol’da yaşayan ve 1940’larda bir Rum kızıyla evlenen Ali adlı kardeşinin, Yeşil Hat’ta gelerek annesini görmek isterken EOKA’cılar tarafından baskıyla durdurulması olayını da unutamam. Evet, ben 1963 öncesine döneyim. 1963 öncesi bir aralık Baf’ın Konya Bögesi’nde kaldık. Etrafımızda Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk aileler vardı. Çok iyi geçiniyorduk. Hemen aşağımızda Baf’ın çok çocuklu ailelerinden Kıbrıslırum Çelebolar da vardı. Onlarla da iyi geçiniyorduk. Bu aile çok milliyetçi bilinmesine rağmen de anne ve babama karşı bayağı saygılıydılar. Anne ve babamın en büyük korkuları Çeleboların bahçelerindeki büyük ve derin bir havuzun olması ve bizim o havuza gidip de oyun oynarken düşmemiz idi. Hatırladığım kadarıyla bu konuda Çelebo ailesi ile konuşmuş ve Çelebolar da saygıyle anne ve babamı dinleyerek havuzun etrafını tellemişlerdi. Bilhassa ailemizin en küçüğü olan kardeşimiz Hamza’nın, o günlerde çok küçük olmasına rağmen devamlı olarak evden kaçtığı, o havuza doğru gittiğini sanırım bir gün öğrenmiş, annemizin de telaşlanması üzerine bu havuz tehlikesi başgöstermişti. Çeleboların bu konudaki anlayışlarını da unutamam. Onların da yanında Adataşlar(Hilmolar) ve Müesser ablalar kalırdı (Ezdoğan ve Erdoğan abilerin anneleri, Kenan İnatçı’nın kayınvalidesi). Sanırım o ailelerin de onlar hakkında bir şikayeti olmadı. Babam bahçe düzenlemesini Hamza Erdoğan dedemin işçi ve yakın arkadaşlarından Salamyu’lu Fui’ye yaptırırken, bahçeye salıncak ve kaykay-sıyrıldak koymayı da Çelebolara monte ettirirdi. Zaman zaman çok küçük olaylar olsa bile gene komşular kendi aralarında bunları çözerlerdi. Mesela kardeşim Tema ile birlikte komşumuz Hristagilerin balıklarını öldürdüğümüzü ve annesinin bundan şikayetçi olduğunu, bunu da babamızın tekrar bu aileye balık vermesiyle kapattığımızı çok iyi hatırlamaktayım.
Hloreka Köyü’nde en fazla tanıdığımız aile Azinalardı. Azinalarla benim ailemin geçmişi yüzlerce seneye rastlamaktaydı. Azinaları bahçelerinde ve bazen yortularını kutlamak için küçükken ninem ve dedemle ziyaret ederdik. Ninem Ayşe Beyaz Erdoğan onlara giderken muhakkak telli kadayıf veya ekmek kadayıfını da beraberinde götürürdü. Azinalar için hatırladığım bir başka önemli şeyse, ailenin küçük oğlularından Yorgo’nun 1948 yılında Yunanistan iç savaşında asker olarak bulunurken dağlarda Komünist Partizanlar tarafından öldürülmesiydi. Yorgo’nun bir heykeli Lorega Köyü’nün meydanındaki büyük kilisenin avlusunda dikili olarak dururdu.Aile,her yıl onun ölüm günlerinde zengin yemek şölenleri verir, ben, kardeşlerim, annem ve ninem ve dedem de bu şölenlere katılırdık. Azina Ailesi’nin milliyetçi bir aile olduğu ve 1955 yılında Grivas Kıbrıs’a çıktığında, onu kendi ikemetgahlarında sakladıkları da bir gerçek olarak biliniyordu. Ailenin bu özelliklerine rağmen bizim aile ile temasları hiçbir zaman kesilmedi. 1974 yılından sonra 1975 yılına kadar Baf’tayken, 1948 Yunanistan iç savaşı şehidi Yorgo Azinas için düzenlenen şölenlerden birine katılmış, ailenin büyüklerinden Makarios hükümetlerinde Tarım ve Kooperatifler Bakanı Andrutsos Azinas’ı da bu yemek şöleninde görmüş ve bana yakın zamanda beni alıp okuluma devam etmem için kendi elleriyle Kuzey’deki sınıra götürüp bırakacağı sözü vermişti. Tarım ve Kooperatifler Bakanı Andrutsos Azinas’ın adı, 1974 öncesi EOKA B’ye karşı Makarios’un Çekoslovakya’dan silah getirmesiyle de çok duyulmuştu 1970’li yıllarda. Onunla bu şölenden sonra pek görüşemedik ama o yılın Temmuz ayında ben, Karpaz’daki öğrencilerle değiştirilerek Kuzey’e geçmiştim. Bu ailenin aile mensupları arasında, balkanlar, müdürler,öğretmenler ve ordu komutanları da vardı.
(Devam edecek)