“Baf’tan güzel komşuluk öyküleri…” (2)
Araştırmacı-yazar Ulus Irkad, Baf hatıralarını YENİDÜZEN için yazdı…
Ulus Irkad
Araştırmacı yazar Ulus Irkad, Baf hatıralarını YENİDÜZEN için yazdı… Baf’ta geçtiğimiz günlerde bir kültür-sanat festivaline katılarak burada Baflılar’ın çok büyük ilgisiyle karşılaşan Ulus Irkad’dan, burada yaşadığı duyguları ve hatıralarını kaleme almasını istedik. Ulus Irkad’ın yazısının son bölümü şöyle:
“Burada kendisinden söz etmezsem hata olacak, çok değerli bir Yunanistanlı hanımefendiyi de tanıtmam gerekiyor. Adı Dulla’ydı…
Dulla, Yunanistan’ın Atina şehrinden Baf’a gelin gelmişti. Hemen Konya’daki evimizin yanıbaşında genç ve yakışıklı kocasıyla çok güzel bir evde kalmaktaydı. 1960’lı yılların başlarında bile Dulla’yı yıpranmış, yaşı kırkların sonlarında zayıfça ama güzel olduğu da belli bir hanımefendi olarak hatırlarım. Yüksek Yunanca konuşurdu ve çevrede kendi şivesinde konuşabilen tek annem vardı. Annemin Yunancası bayağı güzeldi. Yunan aksanıyla konuşurdu. Dolayısıyla Dulla, vaktini daha fazla bizimle geçirirdi. Dulla, ne yazık ki hayatından memnun değildi ve Baf’a geldiğine pek de memnun olmamıştı. O Yunanistan’daki kültürel hayatı özlüyordu. Bu arada kendinden çok genç ve tanınmış bir avukat olan kocasından da memnun değildi. Çünkü kocası hem kendinden küçük, hem de çapkın bir adamdı. Dulla’nın hatırladığım kadarıyla bir kızı vardı ama Yunanistan’dan mı geliyordu, yoksa Baf’ta mı kalıyordu, onu hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla annemin üç çocuğa bir anda bakamayacağını bilir ve zaman zaman öğleden sonraları beni ve kardeşim Tema’yı alır, kocasıyla arabalarında gezmeye götürürdü. Bazen annem de küçük kardeşimizi kucağına alıp bize katılırdı çünkü hepimizin babamızla gezmeye çıkması imkansızdı. Babamın sadece bir Lambretta moturu vardı. O motoru da sadece beni ve Tema’yı gezdirmek, bir de her gün okuluna gitmek için kullanırdı. O zamanlar araba kullanmak pek yaygın değildi.
Bir gün kardeşim Tema arka tarafımızda mahallenin çocuklarıyla oynarken annem benden onu çağırmamı istemişti. Sanırım o gün Tema ile arka bahçemizde haylazlık olsun diye birçok cam şişe kırmıştık. Herhalde oyun olsun diye yapmıştık ama bu cam kırıklıkları başıma bir kazanın gelmesine sebep olacaktı. Annemin Kamil Çavuş Dayı’nın oğlu Özker’le oynayan Tema’ya çağırmamı istediği anda, duvara tırmanıp onu çağırma isteğiyle koştuğum sırada, o koşturma sırasında ayağım kaymış ve kırdığımız camların üzerine düşmüştüm. Düşmemle sağ kolumun damarları yerde bulunan camlardan dolayı kesilmiş ve bir anda kanlar içinde kalmıştım. Annem beni kanlar içinde görünce hemen bayılmıştı. Bayan Dulla ise bu durumda hemen beni kucağına alıp koşturarak yaklaşık bir kilometre uzakta olan hastaneye yetiştirmişti. Hatırlıyorum, o acele acele beni hastaneye götürürken akan kanlarımdan dolayı üstü başı hep kan olmuştu. Dulla’nın bu fedakarlığını hayatım boyunca hiç unutamadım. Dulla’yı daha sonraları 1973 yılında bizi ziyarete geldiği Yeşil Hat’ta gördüm. Bizi aradan geçen 11 sene sonra çok göresi gelmiş ve gelip sınırda bir anne şefkatiyle sarılarak kucaklamıştı. Onun hayatımı kurtaran o fedakarlığını da unutamadım. Annem Kuzey Kıbrıs’a geçtikten sonra, Yurtsever Kadınlar Birliği’nin Güney’de olan bir toplantısında, onu tanıdık bazı Kıbrıslırum Baflılara sormuş ve öldüğünü 1990’lı yıllarda haber almıştık.
BAFLI SAVAGİ HACI MARKU-POSTACI SAVAGİ VE DR PAPADOPULOS
Aslında Baflıları Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk olarak burada anlatmaya çalışsam bir kitap kadar yer tutar ama yer yok ve ülkemizde de kitap çıkarmak için sizi motive eden bir yardımcı durum yok. Kitap çıkarmak benim mali durumumu çoktan aştı. Her şey aklımızda kalıp sonunda öteki dünyayı boylayacağız diye düşünüyorum. Savagi Hacımarku Bandabuliya’da 1967 sonrasında bakkalımızdı. Babamı çok iyi tanırdı çünkü sattığı gıda maddeleri ucuz olduğu için onu tercih ederdi. Savagi’nin en büyük özelliği Türkçe’yi çok iyi konuşmasıydı. Babam 1969-70 döneminde Masterlik için Wales-İngiltere’de eğitime gittiği zaman bize çok kolaylıkları oldu ve alışverişlerimizde bize çok yardımcı oldu. Onun inceliklerini unutamam. Postacı Savagi ise oldukça kısa boylu ama ayakları eğri, iyi yürekli bir insandı ve babamızın İngiltere’den mektupları geldiğinde bizlere yardımcı olur hemen mektupları bize verirdi. Son zamanlarda Baf’a gidip de onu sormama rağmen ya Peya veya Cisonerga köylerinde ikamet ettiğini söylediler ve onu göremedim. Postacı Savagi de çok iyi Türkçe biliyordu. Dr. Papadopulos ise aile doktorumuzdu ama halk arasında çok aşırı bir Yunan milliyetçisi olduğu söylenirdi. Papadopulos buna rağmen nine ve dedeme çok iyi davranırdı. Bir gece ninemde ekzama-alerji olduğu için saat sabahın 2:00 sularında ona refekat ederek Rum tarafına geçmemizi istedi annem. Sınırı geçerek vakit geç olmasına rağmen sınıra çok yakın kliniği ve evi olduğu için Dr Papadopulos’un evine vardık. Klinikte ona yardımcı olan hanım derhal onu dışarıya telefon ederek aradı. Papadopulos, yeni yıl balosundaydı. Derhal geldi ve iğne salarak alerjinin ninemi daha fazla rahatsız etmesini önledi. Bu sırada gözleri bana ilişti ve nineme sordu:
-Bu genç beyefendi kim?
Ninem:
-Torunum…
-Sana bu geç saatte refakat ettiğine göre çok ince ve düşünceli olması gerek. Ona tercüme et, büyüyünce çok iyi bir aydın olacak. Yüzüne bakıp anladım, dedi.
Konuşmamda Papadopulos’la bu karşılaşmamı ve konuşmayı anlattım. Herkes memnun oldu. Bu arada baloya tekrar giderken bizi Mersedes arabasıyla sınıra bırakıp yoluna devam etti. Bu inceliğini unutamam.
Baf için anlatacağım o kadar güzel anılar var ki hangisini yazayım diye düşünüyorum. O kadar çok olay ve anı var ki… Ama şunu da yazayım Konya’dan kaçmamıza neden olan kardeşimiz Hamza’nın maalesef yaşı ikiye geldikten sonra evin kapısını açık gördü mü evden kaçmasıydı ki bu annemizi bayağı endişelendiriyordu. Konya Mahallesi’nden sonra Baf’ın Mutallo’suna gittik ve 1963 olaylarını da orada yaşadık. Anaokula ve ilkokulun birinci sınıfına başlayışım da orada oldu.
Baf’ta yaptığım konuşma, yukarıdaki düşünce ve anılarımın ışığında oldu. Tabi özetiydi.
İKİNCİ GÜN BAF AYDINLARIYLA BAF’TAKİ 1963-64 VE 1974 OLAYLARINI TARTIŞIYORUZ
Ertesi gün saat onda da gene kitapları olan yazarlar yaklaşık 20’şer dakikalık kitap tanıtımlarında bulundular. Bu arada İbrahim abi de kendi şiir ve öykü kitaplarını tanıttı. İbrahim abiden önce bir yazar hanımefendi 1570 yılında Lefkoşa Osmanlı tarafından fethedildikten sonra Saray’da hareme gönderilen Maria Singlisici adlı bir Kıbrıslı kadının, bir gemide eline meşaleyi alarak oradaki cephanelik içine dalmasını ve bir filoyu batırmasını ele alan çalışmasını yansıttı bizlere. Ona ben de Maria Singlisici’nin Kıbrıslı ve bizden biri olduğunu tüm Kıbrıslıların kalbinde yaşadığını söyledim. Katerina Kornaro’nun bile aslında Kıbrıs’ı Venediklilere vermemek için direndiğini ve işkencelere boyun eğmediğini belirttim. Yine tartışmalar sırasında bir hanımın romanının tartışıldığı oturumunda, EOKA’daki bir gencin idama giderken düşünce ve hayalleri yansıtıldı. O gencin de hanımının, bu arada İngiliz Vali’nin sekreteri olduğu da söylendi. Ben de oradakilere eğer gerçekten bir iyi liderlik olup da, Rum-Türk tüm Kıbrıslılara ortak liderlik yapıp, Kıbrıslılar ortak olarak, hep birlikte İngiliz’e karşı bir mücadele verselerdi, belki de şimdiki durumları yaşamayacağımızı, asıl konuşulması gerekenin Kıbrıslılık şuuru ve bilinci olması gerektiğini onlara belirttim. Onlara iki örnek verdim. Öncelikle Rahmetli Arif Hasan Tahsin Hoca’nın bir anısından yola çıkarak, bir EOKA kahramanı olan Markos Drakos’un, aslında kendini bir Kıbrıslı gibi gördüğünü ama bu düşüncesinin daha sonra onun İngiliz’e ispiyonlanarak ortadan kaldırılmasıyla sonuçlandığını söyledim. İkinci öyküm ise annemden , 12 yaşında yaşamış bir öyküydü. 1948 yılıydı, annem ilkokul VI. Sınıfa gidiyordu, birgün Ülkü Yurdu Mahallesi’nden yola çıkarak Gazi İlkokulu’na giderken, Baf Polis’inin önünde bir cipin durduğunu ve o cipten Mida ile arkadaşı Ornihari’nin çıktığını, bu iki zatın yıllarca dağlarda yakalanmayarak İngiliz’i çok uğraştırdığını ve cipten yere inerlerken o sırada oraya biriken Rum-Türk onbinlerce halkın onları alkışlamaya başladığını, bunun da Kıbrıslı halkında bir ortak mücadele için kullanılabileceğini ama Kıbrıslıları ortak bir noktada birleştirecek olan öğenin pek liderlikler tarafından görülmediğini ekledim.
İkinci olarak Baf’ta 1963 sonrası olayları açtım ve 7 Mart Olaylarında, sayıları az olmasına rağmen Kıbrıslıtürklerin Kıbrıslırumları provoke ettiklerini, bu olayları yaratanların da Kıbrısıların bu misilleme yapma adetlerinden yararlanarak, Kıbrıslıları bölüp, 1974 olaylarında geldiğimiz noktayı yarattıklarını söyledim. Keşke dedim:
“1963-64 ve 1974 yıllarında da bu tip platforumları kurup tartışsak ve tüm olayları engelleseydik”. Bu konuşmadan sonra benim gibi düşünen birçok Kıbrıslırum Baflı hemşehrimin de olduğunu gözlemledim.
Baf hakkında anılarım Baf’ta böyle depreşti. Yaklaşık 50-60 yıl önceki anılar bu ziyaret sırasında şuur altından şuur üzerine çıktı. Keşke daha da çok konuşup daha da faydalı olsaydım diye düşünüyorum…”
(ULUS IRKAD – ARALIK 2018)