Bakarsanız görürsünüz…
“Bekledikçe, zaman geçtikçe, sahadaki gerçekler, demografik yapı, ekonomik yapılar değiştikçe, Türkiye ile entegrasyon ilerledikçe, olay daha da zorlaşır. Ada’nın iki kesimi arasındaki bölünme daha da artar. İşte bu yüzden şimdi, aciliyeti görmek lazım.”
İngiliz Yüksek Komiseri Irfan Siddiq’ın arkadaşımız sevgili Ödül’e (Aşık Ülker) söylediklerinden bir paragraf sadece…
Bu sözlere itiraz edecek olan var mı?
Olmaması gerekir ama tabii ki atamalardan Ersin Tatar ve Tahsin Ertuğruloğlu’nun görevleri icabı! yaptıkları itirazı saymazsak…
Siddiq üstüne üstlük bir de “İki devlet ve KKTC’nin tanınması mümkün değil” deyince Tatar ve Ertuğruloğlu’nun konuşturulmaması mümkün olur muydu!
***
Zaman geçtikçe sorunların daha da büyüdüğünü ifade etmenin yanlışlığı nerede!
Demografik ve ekonomik yapının değişmesiyle sorunların büyüdüğünü anlatmanın neresi yanlış!
Türkiye ile entegrasyonun ilerlemesiyle olayın daha da zorlaştığını söylemenin yanlışlığı nerede!
İki kesim arasındaki bölünmenin artacağı endişesinin dile getirilmesinin doğruluğu yanında Kıbrıs için ne gibi bir sakıncası var!
***
Siddiq’ın bu söylediklerini yıllardır yazanlar, çizenler, burada yaşayanlar, gelişmeleri görenler, okuyanlar, dinleyenler, izleyenler görmüyor mu?
Kaldı ki Siddiq, (Sanırım 2022’den itibaren) bunları gözlemliyor, söylüyor ama biz yaşıyoruz ve özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde gelişen olumsuz ortamın endişesini duyuyor ve gailesini çekiyoruz.
Siddiq, işi gereği söylüyor, olması gerekeni, olmaması gerekeni yine işini iyi yapmak bağlamında ifade ediyor, yorumluyor ama biz geleceğimizin endişesini duyarak yazıyoruz, çiziyoruz ve söylüyoruz.
***
Zamanın acıların azalması anlamında önemli olduğu söylenir ama burada bir kayıbın ardından geçen zamandan bahsetmek doğru değil. Bir küçük ülkenin ikiye ayrılmasından sonra geçen zamandan söz ediyoruz.
İki toplumun birbirini daha iyi tanımasını engelleyen sınırlardan, Ada’nın bir tarafında günden güne eriyen bir toplumdan, dışarıdan gelen ve son yıllarda üçüncü ülkelerden de gelip buraya yerleşen insanların, buranın insanlarını toplum dışında bırakırcasına artmasından sözediyoruz.
Daha önceleri 1974 sonrası iş ve tarım gücü olarak Türkiye’den buraya getirilen insanların farklı kültür ve yaşam biçimlerinden yakınıyorduk.
Sonraları o insanlar buranın toplumuyla içiçe geçip yaşamlarını paylaşırken, tırnaklarını bu topraklara geçirirken 80-90 sonrası ne için bu Ada’ya geldikleri belli olmayan başka bir popülasyonla karşılaştık.
Daha sonra bu kitlenin içinde büyüyüp serpilen, ne iş yaptıkları belli olmayan, kirli işler yapan, daha daha sonraları da açıkça kara para aklama, çek-senet işleri ve mafya yapılanmasına doğru evrilen bir süreç yaşadık ve yaşıyoruz.
Siyasi ilişkilere kadar yansıyan, hatta içli dışlı olan, bazı siyasi partilerin seçim finansmanının karşılanmasına kadar vardığı iddia edilen, bu söz edilen insanların tam tersi olması gerekirken el üstünde tutulduğu bir ortamı yaşıyoruz şimdilerde…
Bu ilişkilere şimdilerde üçüncü ülkelerden gelen, yine yukarıda sözü edilen amaçlarla Adamıza geldikleri söylenen insanlar da eklendi.
“Görünen o ki geçmişte güneyde bulunmuş ve kuzeye taşınmış olanlar ve Kuzey’e gelmeyi tercih edenler var çünkü kuzey onlar için ‘daha rahat!’” diyor özellikle Rusya’dan gelenler için yine İngiliz Yüksek Komiseri Siddiq.
Ben de, “Tanınmamışlık mutlaka ki bazı gizli işler, bazı suçlar ve kara paranın aklanması için bulunmaz bir fırsat olabilir iddiasını ortaya atabilirim. Hani demiştim ya; KKTC’de otorite yok, ‘nerden buldun’ sorusu yok, uluslararası normlar yok, yasaklar yok. Ne var peki? Büyük bir rahatlık. Gelene, geçene, yapana, edene büyük bir özgürlük!” demişim daha Kasım ayındaki bir yazımda.
***
Demek ki bu toplumun içinde yaşayan biriyle, iki topluma aynı pencereden bakıp anlamaya, çözümlemeye çalışan biri burada yaşananları aynı şekilde görebiliyor…