BAKMA, “kadın olmak zordur”
Serap Kanay kendisini sanatçı olmanın yanında, sosyal yorumcu olarak ifade ediyor. Sosyal davranışlara eleştirel bakış açısı geliştirerek, sosyolojik durumumuza ilişkin çıkarımlarda bulunuyor.
Simge Çerkezoğlu
Serap Kanay kendisini sanatçı olmanın yanında, sosyal yorumcu olarak ifade ediyor. Sosyal davranışlara eleştirel bakış açısı geliştirerek, sosyolojik durumumuza ilişkin çıkarımlarda bulunuyor. Türkçe konuşan Afrika kökenli Kıbrıslılara dair yaptığı çalışmalarla oldukça ses getirdikten sonra şimdi de, tüm kadınların dertlerini gün yüzüne çıkarıyor. Münferit dertlerimiz yanında, toplumda kadın olarak var olmanın zorluğunu dile getirmekten öteye, hepimize ispat ediyor. Rüstem Kitabevinde açılan Bakma sergisinin tüm detaylarını bizimle paylaşıyor.
“Politik olarak dışlandım, on yedi yaşında İngiltere’ye sürgün gittim”
“Mağusa’da dünyaya geldim. Lise eğitimimi Lefkoşa’da kolejde tamamladım. Liseden sonra İngiltere’ye gitmek zorunda kaldım. Politik olarak dışlanmıştım. Nedeni ise on altı yaşındayken, 1978 yılında dönemin Başbakanı Derviş Eroğlu’nun yasakladığı 1 Mayıs gösterisine katılmış olmamdı. Devrimci Gençlik Derneği’nin üyeleri olarak orada bulunmuştuk. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin gençlik kollarıydı. Mağusa’da çok arkadaşım olmadığı için ben de o yıllarda aralarına katılmıştım. Kitap okuyor, okuduğumuz kitapları tartışıyor folklor öğreniyorduk. 1 Mayıs geldiğinde de yürüyüş yasaklanmasına rağmen bazı örgütler, beş yüz kişi kadar bir kitle, Saray Önü’nde yürüyüş yaptık. Hepimizin fotoğrafları çekilmişti. Daha sonra da bizlere açık açık bu memlekette hayır etmeyeceğimiz söylendi. Sonuçta ben sürgün gibi buradan ayrıldım. Arada yeniden geldim ama yine bir şey yapamadım. İngiltere’ye geri döndüm. Çok zor günler geçirdim. Zaman içinde hayatımı düzene koydum. Otuz bir yaşımda üniversiteye başladım. Londra’da Guildhall Üniversitesinde güzel sanatlar eğitimi aldım. ardından Hollanda’da kültür analizi üzerine yüksek lisans yaptım. İngiltere’de yedi yılı aşkın süre toplum görevlisi olarak çalıştım. Özellikle Türkçe konuşan toplum, bölgedeki azınlıklar için çalışarak festivaller, etkinlikler, farklı hizmetler düzenler, belediye gazetesi hazırlardık. Pek çok sivil toplum kuruluşunda sınır dışı edilmelere, ötekileştirmeye karşı gönüllü olarak çalıştım. Zaman içinde siyasetin etkisi ile bu aktiviteler azaldı tabii. Bugün her şey daha da kötü oldu.”
“Afrika Kökenli Kıbrıslıları toplumsal bir konu olarak araştırdım”
2000 yılında Türkçe konuşan Afrika kökenli Kıbrıslıları araştırmak üzere yeniden adaya dönen Kanay, bir anlamda o gün bu gündür, kendi geçmişinin de peşine düşüyor…
“1996 yılında İngiltere’de bir başvuru için forum doldururken, önüme sunulan kimliklerden hiçbir kategoride yer alamadığımı fark ettim. Tek seçeneğim vardı öteki olmak. Öteki olmayı istemedim. Kendimi tanımlayacağım bir kimliğim olmalıydı. Türkçe konuşan siyah Kıbrıslı olarak kendimi tanımlayabileceğimi düşündüm ama gerçekten böyle bir sınıflandırma olabilir mi diye de düşünmeye başladım. Sonuçta kendi kimliğimin peşine düştüm. Kendini böyle tanımlayan başkaları da var mı diye araştırmaya başladım. İlk İngiltere’de bu konuda çalışmaya başladım. Benim gibi daha başka Kıbrıslılar da olduğunu fark ettim. 1999 yılında bu konuda yaptığım araştırmalardan küçük bir sergi açtım. 2000 yılında dedemin, amcamın ölümüyle birlikte Kıbrıs’a geldim. Bu konuyu araştırmaya başladım. Hayatı hep bir futbol sahası gibi düşünürdüm, dedelerimiz, nenelerimiz corneri tutar, içinde de biz oluruz. Böylece kendimizi sağlama alırız. Doğduğumda bir dedem ve nenelerim vardı. Daha sonra diğer dedem de hayatını kaybedince fark ettim ki aileyi bir arada tutacak kimse kalmadı. Artık top bendeydi. Kıbrıs’a gelince de bu konuda araştırmalar yapmaya devam ettim. Fotoğraflar çektim, röportajlar yapmaya başladım. Sonuçta İnanç Sıçramaları isimli uluslararası bir çalışmanın parçası olarak bu konuda da Kıbrıs’ta bir sergi açtım. Böylece konu daha da gelişmeye başladı. Bunu güneyde Lefkoşa Modern Sanat Müzesi’nde bir başka sergi takip etti. Bu konuda daha başka sergiler de açmaya da devam ettim. 2014 yılında Anıtsal Öyküler Yerleşmesi isimli sergiyle aynı konuyu ailemizin kadınları üzerinden araştırdım. Anıtlara da gönderme yaptım. Bu çalışmam Mağusa’da, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde bir sunum olarak ve İsveç’te sergi olarak açıldı. Bu konuyu ifade etme biçimim her ne kadar sanat olsa da ben Afrika Kökenli Kıbrıslıları toplumsal bir konu olarak araştırdım. Kıbrıs’ta çözüm konusunun dışında kalan ama insanları etkileyen, fakat üzerine zihin yormadığımız pek çok konu var. Kıbrıs konusu çözülemiyor oysa hayat devam ediyor. Benden önce bu kadar ciddi bir çalışma yapılmadı. Şimdiki projem tüm bunları bir kitapta ölümsüzleştirmek, bunun için de kaynak arayışındayım.”
“Yapmak istediğim her zaman sanata dair çalışmaktır”
2003 yılında rehberlik eğitimi alarak bu alanda çalışmaya başlayan Kanay, hala bağımsız rehber olarak çalışmaya devam ediyor…
“2004 yılında geçişlerin başlamasıyla benimle birlikte yaklaşık on kişi rehber olarak işe başladık. Altı yılı aşkın bir süre çalıştım. Fakat o dönem Derviş Eroğlu’nun cumhurbaşkanı olmasının ardından sadece beni işten çıkardılar. Aynı kader beni bir kez daha gelip buldu. Sanat çalışmalarımın ve araştırmalarımın yanında hala bağımsız olarak rehberlik yapmaya devam ediyorum. On yedi yaşında İngiltere’ye beni sürgün ederek bana büyük bir kötülük yaptılar. Çünkü çok zor günler geçirdim ama daha sonra 2010’da beni rehberlik görevinden çıkararak aslında bana iyilik ettiler. İlk başta ekonomik olarak zorluk çektim ama zaman içinde sanatsal anlamda daha çok üretimde bulundum. Hayatta yapmak istediğim her zaman sanata dair çalışmaktır, buna böylece ortam yarattım.”
“Yaşadıklarımın nedeni kökenim diye düşünüyorum”
Afrika kökenli Kıbrıslılar çalışması devam ederek, bir araya gelme nedenimiz olan, geçtiğimiz hafta Rüstem Kitabevi’nde açılan Bakma isimli sergiyi konuşuyoruz. Bu serginin odağında da yine kadın var.
“Aslında tüm projelerim aşağıya yukarıya birbirine bağlı. Hepsi farklı görünse de sonuçta hepsi bütünün bir parçası, deneyimler bütününün parçası. Afrika kökenli Türkçe konuşan Kıbrıslı bir kadın olarak yaşadıklarım var bu sergide. Belki de yaşadıklarımın nedeni de kökenim diye düşünüyorum. Bu kez daha güncel, günümüzü anlatan yüzleşmemiz gereken bir konuyu gündeme getiriyorum. Aslında her şey tesadüfen başladı. Geçtiğimiz Eylül ayında bir sabah Cemile çiçeğinin güzelliğine uyanıp onu fotoğraflamak için kalktım. Bu arada gözüme sabah güneşinde cama yansıyan çıplak bedenimi çarptı, hoşuma gitti. Kendimi de çekerek, Instagram hesabımda yayınladım. Her şey o paylaşımın aldığı beğeni, yorumlar ve çağrıştırdığı anlamlar ile başladı. Derdim süregelen toplumsal hallerimizden gözüme batan, beni bir şekilde rahatsız eden meseleleri irdeleyip su yüzüne çıkarmak, ses getirmesini, tartışmaya açılmasını sağlamaktı.”
“Kadın bedeninin bakılır olmasını eleştiriyorum”
Böylece Kanay, kadın doğurganlığının da simgesi olarak yirmi sekiz gün boyunca kendini fotoğraflayıp, Instagram hesabında paylaştı. O paylaştıkça da toplumun algısı netleşmeye başladı.
“Paylaştıkça özelden yapılan yorumların verdiği mesaj takipçilerimin beni görmesi değil bana bakma/sı/ydı. Erkekler eğitim ve sosyal konum farkı gözetmeksizin etraflarındaki yalnız kadınlara fiziki görüntüleri ile ilgili yorum yapmayı kendilerinde hak görüyor, kadınlar ise içselleştirilmiş cinsiyetçiliğin kıskacında ‘farklı’ yaşayan kadınların dedikodusunu yaparak, onları daha da bir ötekileştiriyor. Ben bu sergide fotoğraflarıma dair yapılan yorumları da bu nedenle paylaştım. Ben kadın bedeninin bakılır olmasını eleştiriyorum, bakışlarla rahatsız edildiğimizden bahsediyorum. Bunun giyinik, ya da çıplak olmakla da alakası yok. Bir şekilde bakılıyor, hatta zaman zaman bakmakla yetinmeyip yorumlar da yapılıyor. Kadın giydiği kıyafete göre zihinlerde sınıflandırılıyor, üzerine senaryolar yazılıyor. Sonra da kendi sınıflandırmalarına göre size karşı bir davranış biçimi geliştiriliyor. Ben kendi üzerimden birçok kadının hissettiği duyguları anlattım. İstediğiniz madem ki çıplaklık, işte size çıplaklık, gelin ve bakın dedim. Takipçi sayım bariz biçimde arttı, istatistik de çıkardım bu konuda. Yorumlar, tepkiler aylarca devam etti, hala da devam ediyor. Sokakta merhaba demeyi benden esirgeyen insanlar, Instagram’da fotoğraflarımı görmek için bana arkadaşlık göndermeye başladı. Sanırım bu yaptığım deneysel çalışma gibi hiç yapılmadı, en azından ülkemiz için bir ilk oldu.”
“Modern geçinen, sözde eşitlikçi bir toplumda yaşıyoruz”
Özellikle de küçük bir toplumda yaşadığımız için bu sergiyi açarken yaşadığı çekinceleri de konuşuyoruz…
“Kadın Olmak Zordur, ben en kırılgan halimle bunu dile getirmeye çalıştım. Ülkemizde benim yaptığım gibi deneysel bir çalışma hiç yapılmadı. Bölünmüş bir adada, yarısı bile olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz. Elbette kadın olmak zordur. Bizde daha da zordur. En başta toplumsal cinsiyet ayırımı, kadının erkekten daha az, hatta erkek için var olan olarak algılanması söz konusudur. Bu durum hatta doğal bile kabul ediliyor. Bunun da toplumda birçok kanıtı var. Üstelik modern geçinen, sözde eşitlikçi bir toplumda yaşıyoruz. Koşullar aslında kadın ve erkek için aynı görünse de, asla eşit değil. Erkek egemen zihniyet evde, işte her yerde hakim. Sekssizim ise toplumu olumsuz etkileyen, birçoğumuzun her gün deneyimlemek zorunda kaldığımız ağır yük, hatta yıpratıcı külfet olarak karşımıza çıkıyor. Sergiye dair tüm çekincelerime rağmen, gelen tepki ve yorumlardan tüm bu durumların biraz aşıldığını anlaşıldığını görüyorum, mutlu oluyorum. Ben erotik fotoğraflar çekmedim. Samimi, masumiyeti yansıtan çekimler yaparak, kadının içinde bulunduğu sıkıntılı durumları dile getirmek istedim.”