Bambino…
Her ülkenin kalbinin attığı meydanları vardır. Aslında meydanda ülkenin değil, toplumun yüreği atar. Uygarlıklar gelip geçse de, toplumun ruhu hep o meydandadır. Tarihi eserleri ve yüzyıllar boyu biriktirdikleri kültürleri ile. Kimisi için meydan kalabalı
Her ülkenin kalbinin attığı meydanları vardır. Aslında meydanda ülkenin değil, toplumun yüreği atar. Uygarlıklar gelip geçse de, toplumun ruhu hep o meydandadır. Tarihi eserleri ve yüzyıllar boyu biriktirdikleri kültürleri ile. Kimisi için meydan kalabalık bir insan topluluğu iken, başka birisi için şehrin meydanı o toplumun ayrıntılarıdır. Tutkulu gezginler ve gözlemciler için ahalinin tam orta yerinde olmak, hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. Meydanların ruhu vardır. Evden ne kadar uzak olursanız olun size sizi evinizde hissettirler. Dünyanın merkezinde oturmuş dünyayı gözlerken ve kendinizi dünyalı hissederken, size oralar yine de dünyadan saklanıyor izlenimini verirler.
İstanbul Eminönü Meydanı’nda oturmuş güvercinleri izlerken bir kolunuza Bizans, diğer kolunuza Osmanlıyı takmamaya imkan var mı? Ya da Brüksel’in Grand Palace Meydanı’nda yüzyıllar boyu süren kraliyet resmi töreninde heyecanlanmamak mümkün mü? Meydanlar şehri Roma’da bir Piaza’dan (meydandan) diğerine koşarken tarih müzesinde dolanmak. Londra’da Trafalgar Squre, New York’ta Times Meydanı… Ya da Lefkoşa’da Sarayönü, Selimiye Meydanı, Eleftheria…
BİZİM MEYDANLARIMIZ…
Ama biz Kıbrıslı Türkler en çok Sarayönü’nü biliriz değil mi? Dikilitaş’ta kendimizi dünyanın merkezinde hissederiz. Hadi gelin bugün biraz nostalji yapalım. Kırk ya da elli yıl öncesine, Sarayönü’ne gidelim. Rauf Amca’da ayakkabılarımızı boyatalım. Karanfilli Amca’ya seslenelim. Meydanın delisinin yaz günü sıkı sıkıya giydiği kışlık kıyafetlere ve göğsündeki sayısız madalyaya şaşakalalım. Kuşo’nun ve Çeronik’in, doktorla (Dr. Fazıl Küçük) sövüşmelerine gülelim. Sonra da Bambino’nun, makam otomobilini çağrıştıran, simsiyah, parlak Mercedes taksisinde Elefteria Meydanı’nda gezmeye çıkalım.
Sen bunları nereden biliyorsunuz mu diyorsunuz? Hepsini Bambino’nun kızı İlmiye Tuna’dan dinledim. Onunla o günlerin Lefkoşa’sındaki Sarayönü Meydanı’na seyahate çıktım. Ve özelde bu toplumda renkli kişiliğiyle iz bırakan babası, bir zamanların taksi şoförü Bambino lakaplı Ahmet İrfanlı’nın öyküsünü dinledim. Hepsi biz Kıbrıslı Türklere dair…
İlmiye Hanım evinin duvarındaki resmi göstererek ve biraz da gururlanarak “ Benim babam Lefkoşa’nın ünlü taksicilerinden Bambino’ydu” diyor. “Bambino?” “Nasıl bir ad bu?” diyorum.
BAMBİNO’NUN İLGİNÇ ÖYKÜSÜ…
İlmiye Hanım anlatıyor:
“1924 doğumlu olan babam henüz 18 yaşlarındayken amcası Ahmet Rıfkı ölür. O günlerde de İkinci Dünya Savaşına İngiliz Hükümeti asker kayıt etmektedir. Adı amcasıyla aynı olan Ahmet, yaşını büyük göstermek için amcasının kimlik kartını kullanarak askere yazılır ve İtalya’ya savaşa gider. Savaşta esir düşen küçük Ahmet’in oralarda yaşı anlaşılır ve İtalyanlar ona ‘küçük’ ya da ‘bebek’ anlamına gelen ‘Bambino’ adını takarlar. Ülkesine geldiğinde de bu lakap hep devam eder. Bambino, Lefkoşa’nın ilk taksicilerinden. Lefkoşa’ya gelen bütün ünlüleri hep o taşırdı. Eşref Kolçak, Göksel Arsoy, Müzeyyen Senar, Abdullah Yüce, Hamiyet Yüceses, Sevim Çağlayan, dansöz Özcan Tekgül ve daha niceleri. Rum gece kulüplerine ve Çağlayan’a revü kızları hep onun taksisiyle taşınırdı. Pırıl pırıl temiz taksisiyle, hep zeytinyağıyla şekillendirdiği Clark Gable, ya da Ayhan Işık tarzı saçları ve bıyıklarıyla 1960’ların sinema karelerinden fırlamış gibiydi. Her zaman boyalı, pırıl pırıl ayakkabılarıyla ve şık temiz kıyafetleriyle o günlerin Lefkoşasına gerçekten de damgasını vurmuş özel bir insandı.”
İlmiye Hanım, ailedeki güzellik ve şıklık kavramının öneminin altını çizercesine “ama annem de güzel kadındı ha” diyor. Ve devam ediyor: “Babamı herkes içkici bilirdi. Halbuki ben eve onun sarhoş geldiğini hiç hatırlamam.”
Ve devam ediyor evdeki içki muhabbetini anlatmaya: “Ben çocukken kış geceleri yemeğimiz mercimek çorbası, incecik iki dilim but pastırma (kayseri pastırması) kızarmış ekmek ve bir bardak gumandarga şarabıydı. Babamız “bu şarabı için ısınırsınız” derdi.
Başkent Lefkoşa’da Bambino’nun bir diğer ünü de, Fenerbahçeliliğinden gelirdi. O günlerin Fenerbahçe tutkunu Bambino Fenerbahçe Kulübü’ne mektup yazmış ve bir bayrak istemiş. Onlar da Bambino’ya kocaman bir Fenerbahçe bayrağı göndermişler. Fenerbahçe maçlarda yendiği zaman Bambino, bayrağını Sarayönü’ne kocaman asarmış ve gelen geçen” Bambino’nun bayrağı; Fenerbahçe yine yendi” dermiş. Bambino’nun futbol kolikliği Kıbrıs’ta da YAK (Yenicami) kulübüyle özleşirdi. YAK’ın hem masörlüğünü, hem de amigoluğunu yapardı.
BAMBİNO’NUN KAÇIRILMASI…
İlmiye Hanım’ın, babası ile ilgili anlattığı en acı anısı ise yine o günlerdeki Kıbrıslı Türklerin yaşanmışlıklarına dairdi. Bir gün arabasına atılan bir broşürle Bambino’nun ve ailesinin hayatı kararır. Daha sonra gece eve gelen maskeli adamlar annenin boğazına dayanarak Bambino’yu sürükleyip götürürler. Bambino’nun o gece bütün sırt derileri soyulur. Günlerce esir tutulur. Kaçıranların Türk mü, Rum mu olduğunu bilemez çünkü yanında tek söz söylemezler. Ve bir gün başına silah dayanır, artık öldürülecektir. Tam o anda bir telefon gelir. “Hata yaptık suçlu yakalandı” der birisi. Kaçıranlar Türk’tü. Onlar ortadan kaybolurken Bozkurt gazetesini de ararlar ve Bambino’nun bulunduğu yeri bildirirler. Bozkurt çalışanlarından ve günümüzün duayen gazetecilerinden Bilbay Eminoğlu, Bambino’yu Küçük Kaymaklı mezarlığında elleri ve gözleri bağlı bulur.
Elleri çözülür ve ağzındaki bant alınırken bir başka lafı daha meşhur eder Bambino’yu. “Ne istersin?” diye sorduklarında, ne su ister, ne de yiyecek. Şişmiş davul gibi parmaklarıyla sigara işareti yaparak “Bir Greyeney (Craven – A)” demiş. Bu laf günlerce konuşulmuş. Craven - A sigara firması reklamı yapıldı diye eve kartonlarla sigara göndermiş. Mağdur babaya o günlerde altı ay maaş bağlanmış ve eve çikolatalar, hediyeler de gelmiş aynı zamanda. “Eğer öldürülseydi vatan haininin çocukları olarak damgalanacaktı.” diyor İlmiye Hanım acı acı o günleri düşünür ve anlatırken.
Kıbrıslı Türkler o zor günlerden geçerken 1970’lerin başında Avustralya hükümeti mülteci kabul edeceğini açıklamıştı. Birçok Kıbrıslı Türk geleceğini karanlık gördükleri yurtlarını bırakıp Avustralya’ya göçerler. Bambino’nun eşi de gitmeyi çok ister. Bütün hazırlıklarını yapsalar da, Bambino çok sevdiği ülkesini ve birlikte yaşam bulduğu Sarayönü arkadaşlarını bırakıp gidemez.
1974’ten sonra taksicilik sektörü krize girince ve Rum tarafına olan taşımacılık durunca Bambino da işsiz kalır ve çoğu Kıbrıslı Türk gibi o da yeni kurulan bakanlıklardan birinde, İskan Dairesi’nde işe girer. Sarayönü’nde bir dönem daha biter ama meydanın kalbi başka sakinleriyle atmaya devam eder. Kalabalıklar arasında ayrıntı gibi duran ama meydanın kimliğini oluşturan nice ilginç figürlerle.
Sözün özü, Sarayönü Meydanı’ndan bir zamanlar taksici Bambino Dayı da geçti.