‘Bana ne?’ deme lüksü
Yaklaşık dört haftadır pozitif vaka ile karşılaşmıyoruz. Bu elbette harika bir haber, büyük bir başarı. Bunu kutlamalıyız. Ancak, pozitif vaka ile karşılaşmıyor olmamız, pozitif vakaların olmadığı veya tehlikenin geçtiği anlamına gelmiyor. Uzmanların tabiri ile sürü bağışıklığı kazanmadığımız veya COVID-19 virüsünün aşısı bulunmadığı takdirde, en iyi ihtimal ile yıl sonuna kadar bu beladan kurtulamayacağız gibi görünüyor.
Virüs tehlikesi ile yaşamayı el yordamı ile de olsa öğrendik. Yeni alışkanlıklar, yaşama, çalışma modelleri geliştirdik. Bir süre daha bu şekilde yaşamalıyız. Hijyen kurallarını uygulamalı, sosyal mesafeye dikkat etmeli, mecbur olmadıkça ve maskesiz sokağa çıkmamalı, toplu buluşmalardan kaçınmalı, riski yüksek olan bireyleri korumalıyız.
Sınırların biraz daha kapalı kalması gerektiğini, yurtdışından sadece gelmesi zorunlu olan bireylerin gelmesinin ve 14 gün etkili bir şekilde karantina altına alınmasının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Ekonomik gerçeklerin farkındayım evet, ama sağlık açısından risklerin de farkındayım. Turizm planları yapmanın henüz vakti değil.
Sınırlar kapalı kalsın derken Kıbrıs Adasının sınırlarını kapalı tutmaktan bahsediyorum. Ada içerisindeki sınırları değil, yeşilhatta sınır demeyi de sevmiyorum zaten. Bu süreçteki en büyük hatanın kendi kendimize, biz kuzeyde Kıbrıslı Rumlar güneyde mücadele vererek, birbirimizle konuşmadan, kendi doğrularımız ile Pandemi yönetimini götürüyor olmamız olduğunu düşünüyorum. Keşke ülkeyi yarım yarım değil de bir bütün olarak düşünüp birlikte hareket edebilme becerimiz veya vizyonumuz olsaydı. Yok olmadı, ikisi de yok zira, ne bizde, ne de karşı tarafta. Yapmadık, yapamadık ve yapmamaya da devam ediyoruz.
Yeşilhat Ticareti geçtiğimiz hafta temassız olarak yeniden başladı. Randevu usulü ile ürünler belirlenen yere indirilip geri dönülüyor. Karşı taraftaki alıcı daha sonra gidip ürünü kendi aracına yüklüyor. Ticaret Dairesi Müdürü Salih Gökpınar kapıların kapalı olması ticareti etkilemedi diyor, izinler alınıp ticaret yapılmaya başlandı. Ticaretin etkilenmemesi güzel bir şey elbette, ben iki ekonominin birbirine bağlanmasını, karşılıklı bağımlılıklar geliştirilmesinin önemli olduğunu savunanlardanım. Yeşilhat tüzüğü gelişsin, hatta serbest ticaret olsun, adanın tek ekonomisi olsun, Federal Kıbrıs’a uyanalım artık gibi hayallerim var.
Günlük gerçeklerim bambaşka oysa. Kıbrıs Üniversitesi’nden bir yıldır Yunanca dersi alıyorum. Son iki aydır derslerimizi evimizden online yapıyoruz. Pazartesi günü yıl sonu final sınavım var. Berbat bir internet bağlantısı yüzünden dinleyeceğim diyaloğun yarısını duyamadığımdan tahmin edeceğim online bir sınava girmek zorundayım. Çünkü güneye geçemiyorum. Güneye geçemediğim için çalışmam için gerekli materyali de alamıyorum. Sırf bu nedenle sınavdan başarısız olursam tüm seneyi tekrarlamam gerekecek.
Yine de ben şanslı olanlardanım, sadece seneyi kaybedeceğim, diploma alma derdim yok, üniversiteye girememe, aç kalma gibi sorunlarım da yok, evimden çalışmaya, yaşamaya devam edebiliyorum. Maalesef, herkes benim kadar şanslı değil. Güneyde çalışarak evine ekmek götüren yaklaşık 2000 kişi var. İki ay oldu işlerine gidemiyorlar, birikimlerini tükettiler. Güneyden geçici işsizlik ödeneği aldılar, ancak geçtiğimiz hafta güney de yavaştan açılmaya başladı. Önümüzdeki hafta okullar da açılacak.
Pile’de yaşayanlar için de sıkıntılar var, onlar da kuzeydeki işlerine gidemiyorlar. Köyün içinde rehin kaldılar. Bu hafta iki tane eylem yapıldı, talep çok basit ‘İşimize dönmek istiyoruz’. Kulaklarımızı bu haklı serzenişe tıkayamayız, ‘güneyde okuyorsanız, çalışıyorsanız, gidin orada yaşayın’ da diyemeyiz. Bu hakkaniyeti geçtim, insaniyet olmaz.
Evet hepimizin sağlığı için önlemler alınmalı. Ancak bu önlemler adil olmalı. Eğer bir işçiye işine gitmeyi yasaklarsanız karnını da doyurmak zorundasınız. Devlet olmak bunu gerektirir. KKTC’nin COVID-19 başarısı diye övünüyoruz, çok güzel, övünelim de. İşlerine gidemedikleri için işini kaybetmek üzere olan işçileri ne yapacağız peki? Okullarından uzakta kalan öğrencilerin kaybettikleri süreyi, kazanamadıkları okulları, kaçırdıkları fırsatları nasıl karşılayacağız?
‘Bana ne?’ deme lüksümüz var mı?
İki Toplumlu Sağlık Komitesi’nin hem evimden çalışan benim için hem güneydeki işine dönmek isteyen ve buna hakkı olan işçiler için adil bir çözüm bulabileceğini düşünüyorum. Bu adayı artık bir bütün olarak düşünmeyi, ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretmeyi öğrenmemiz lazım. Geçmişte biliyormuşuz, salgınları birlikte aşmışız, yeniden yapabiliriz.