Bandabuliya’da hüzün var ama yaşama direnenler de var; Vildan Aba, Hürmüz Hanım
Bandabuliya’da hüzün var ama yaşama direnenler de var; Vildan Aba, Hürmüz Hanım
Stella Aciman
Son günlerde eski Lefkoşa’nın sokaklarıyla özlem gideriyorum. Havalar güzel, sokak çağırıyor insanı… Uzun zamandır gitmediğim Surlariçi’ni turluyorum. Kalabalığın beni karşılamasını istiyorum ama heyhat… Artık arabaların girmediği yollarda yayalar da yok! Büyükhan’ın eski parke taşlarına basan ayakların çıkardığı sese hasret dükkân sahipleri. Esnafın yüzü pek gülmüyor. Tarihin derinliklerinde kaybolmaktan çoktan vazgeçmişiz; parıltıya, şatafata, gürültüye yenilmişiz ve öksüz bırakmışız o bölgeyi. Varsa, yoksa Dereboyu demişiz… Venedikliler, Lüzinyanlar, Osmanlılar… Tarih yine onlara kalmış.
Banbuliya’ya giriyorum… “Nerde o ilk Kıbrıs’a geldiğim günlerdeki Bandabuliya?” diye düşünüyorum. Belki eskiydi, o da zamana yenilmişti, her tarafı dökülüyordu ama ruhu vardı. Şimdi her yer yeni ama ruhsuz… İnsanların üzerine bile sinmiş o ruhsuzluk ve yanında hüzün. Giriş kapısının karşısındaki dükkâna doğru yürüyorum. Yaşlı bir kadın oturmuş, ayrelli ayıklıyor. Derme, çatma tezgâhına bakıyorum… Köy yumurtaları, minik soğanlar, ayrelli, kuru nor, şişelerde çakızdes, molehiya ve ismini bilemediğim otlar… Buram buram Kıbrıs kokuyor. Yanına yaklaşıyorum yaşlı kadının, “biraz konuşalım mı?” diye soruyorum. Kırmıyor beni, “bak arkada sandalye var, çek onu yanıma” diyor. Hemen içeri geçiyorum ve sandalyeyi kaptığım gibi yanına oturuyorum. Bedeni iki büklüm olmuş, saçlarına karlar düşeli nice yıllar olmuş belli ki… Ama hala çalışıyor, gençlere inat… Adı Vildan, Vildan Abla…
VİLDAN ABLA
Kaç yıldır buradasınız?
1978 yılından beri buradayım.
Nerede oturuyorsunuz?
Kalavaç Köyü’nde otururum. Her gün buraya gelirim. Eskiden koşarak gelirdim ama torunumu kaybettiğim günden beri gözyaşımla gider, gelirim. Eskiden eşimle gelirdik ama artık o gelemiyor. Şimdi ben geliyorum, belki ilerde çocuklarım gelir diye düşünüyorum.
Köy tavuğu satıyorsunuz…
Köy tavuğu, tavşan, yumurta ve çeşitli otlar satarım. Zeytin kendi toprağımızındır. 30 tane tavuğum vardır. Günde 10-15 tane yumurta alırım onlardan ve burada satarım. Komşulardan da alırım yumurta.
Kimler alışveriş yapar sizden?
Müşterilerim iyidir. Bir alırlar, sonra alışırlar.
Yüzündeki hüznün, gözlerinde her an akmaya hazır gözyaşlarının sebebini sohbet sırasında anlıyorum. “9 ay önce toprağa verdim 24 yaşındaki torunumu” derken sanki “ben niye yaşıyorum ki?” diyordu. Acısını yüreğine gömmüş, o yaşında evinde oturması gerekirken yaşama direnen Vildan Abla…
HÜRMÜZ HANIM
Hemen yan dükkânın kapısında gördüm onu… Plastik bir iskemleye oturmuş, bacak bacak üstüne atmış oturuyordu… Kim bilir ne düşünceler beynini esir almıştı. Yaklaştım yanına, gülen yüzüne baktım ve “konuşalım mı biraz?” diye sordum ve yanındaki küçük tabureye çöktüm. Hürmüz Hanım aslen Mağusalı. Lefkoşa’ya gelin gelmiş.
Bu dükkân sizin mi?
Ben burada 10 yıldır çalışırım. Meyveden çok sebze satarız. Müşterilerimiz çevrede oturanlardan oluşur. Burada toplasan, 100 Kıbrıslı yaşayan ya çıkar ya çıkmaz. Çoğu yaşlandı, çocuklarının yanında kalır. Çoğu terk etti buraları. Buraya yerleşen Türkiyeliler var artık. Kimi kirada, kimi ise satın almış evleri. Eskiden Türkiyeli işçiler vardı, burada da hareketlilik vardı ama çoğu gitti onların.
Bandabuliya’ nın eski hali müşteriyi daha mı fazla çekerdi?
Müşteri olarak belki fazla olmazdı ama bu halinden çok daha iyiydi. Mallarımızı yığardık ve akşama kadar biterdi. Kaç kamyon karpuz satardık bilmem yani. Şimdi ise gördüğün gibi, 3-5 insan anca var. Ne hafta başı, ne hafta sonu, ne de aybaşı, hiç fark etmiyor artık. Rumlar da çok gelirdi, kahve içerler, yemek yerlerdi burada. Kahveci kahve yetiştiremezdi. Zaten çoğu dükkân boş… Böyle giderse her yer kapanacak herhalde. Yan tarafta bir bar açılmıştı. İlk zamanlarda çok güzel iş yapıyordu, dolup, taşıyordu. O da kapandı.
Biraz daha dolanıyorum Bandabuliya’da… Mutsuz, hüzünlü insanlar arasında. Bir zamanların kalabalığı, bereketi geçmişin karanlıklarına gömülmüş ve günümüzde unutulmuş Bandabuliya’dan ayrılıyorum… Biraz buruk, biraz hüzün, omuzlarıma sarılmış bir halde.