1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Barbaros Şansal: Ötekiler, aslında biziz
Barbaros Şansal: Ötekiler, aslında biziz

Barbaros Şansal: Ötekiler, aslında biziz

Barbaros Şansal: Ötekiler, aslında biziz

A+A-

 

Simge Çerkezoğlu

Barbaros Şansal moda tasarımcısı olarak bilinse de, kendini terzi yamağı olarak tanıtıyor. Bana göre ne modacı, ne terzi yamağı, ne kadın, ne de erkek… Jehan Barbur’un da dediği gibi o bir “ders”… İnsan olmanın, insan kalmanın ve bize öğretilenlerle mücadele ederek, sonunda yara alsak da hayatta kalıp direnmenin dersi… İkinci kitabı olan ve Kıbrıs’ta kaleme aldığı Prova Odası’nı konuşmak üzere başlayan sohbetimiz bambaşka konulara evrildi…     

2007 yılındaki ilk kitabının ardından yeni kitabı ‘Prova Odası’ ile kısa sürede dördüncü baskıya ulaşan Barbaros Şansal, terzi Davut ekseninde hem sona eren bir dönemi hem de insanın kendi olma serüvenini okuyucularıyla buluşturuyor.  
“Yeni kitabımı da Kıbrıs’ta yazdım. Biliyorsunuz, burada başıma birçok şey geldi ve Merkezi Cezaevi’nde aldığım cezadan dolayı yattığım sürede boşa vakit geçirmek yerine ne yapabileceğimi düşündüm. Baktım kantinde harita metot defteri ve kalem var. Hemen satın alarak, oturdum elle bu kitabı yazmaya başladım. Bu kitap hem kendimle yüzleştiğim, hem de estetik tecrübelerimle bir ironi kurabildiğim, hem de başka hayatları irdeleyebildiğim bir roman olarak ortaya çıktı. Şu an dördüncü baskıda… İyi gidiyor. Sevildi ve beğenildi. Ben edebiyatçı değilim, terzi yamağıyım. Moda sektörüne sizin de bildiğiniz gibi gençler fazlaca ilgi gösteriyor. Özünde gençlerin terzilik mesleğinin bazı nüanslarını öğrenebileceği ve sosyal hayatımızda da başka kimlikler olmak yerine kendimiz olmayı anlatmaya çalıştığım bir kitap. Doğrusu kitabımı çok önemli bir şey olarak görmüyorum ama içinde sempatik mesajlar olduğu kanısındayım.”

“HAYATLARIMIZ ODACIKLARDAN OLUŞUYOR”

Bence çok keyifli bir kitap… Elime alırken deneme yazıları olarak hayal ettiğim bu kitabın bir roman olduğunu fark etmek doğrusu beni şaşırtıyor. Gülüyoruz. Barbaros Şansal’a neden roman türüne yöneldiğini soruyorum. 
“Bu coğrafyada hepimizin hayatı roman değil mi zaten? Hele de Doğu Akdeniz, Orta Doğu, Kıbrıs veya Türkiye’de… Bu coğrafyalarda yaşayan insanların hepsi asırlar boyunca diğerlerinin baskısı altında devşirilmeye ve hep bir başkası haline getirilmeye çalışılmıştır. Aslında aklımda uzun zamandır böyle bir kitap vardı. Okuyan birçok arkadaşım da sizin gibi şaşırdı. Nasıl oldu da sen roman yazdın dediler. Prova Odası aslında benim anlatmak istediklerimin ilk adımı diyebilirim. İkincisinde Yemek Odası olacak. Şu an onun üzerinde çalışıyorum. Onun arkasından sırayla pedofili ve zoofiliyi işlediğim yaşanmışlıklar ve şahit olduklarımı anlattığım Çocuk Odası gelecek. Bence bu iki durum coğrafyamızda büyük sorun. Daha sonra yıllar içinde Semra Yılmaz, Nermin Erbakan, Tansu Çiller, Semra Sezer gibi isimlerle yaşadığım paylaşımlarım sonucunda Makam Odası ismiyle bir kitabı yazmayı düşünüyorum. Daha sonra da herhalde 80’li yıllarda yaşadığım siyasi hayat ve ihtilallerden dolayı yaşadıklarımı anlatmak istediğim bir Sorgu Odası kitabı fikrim var. En sonunda da fazlaca tecrübeli olduğum Yatak Odası gelir diye düşünüyorum. O artık okunur mu toplatılır mı bilmiyorum ama oda oda gezmekte fayda olduğu kanısındayım. Hayatlarımız kutucuklardan ve odacıklardan oluşuyor. Kendimizi o odalara hapsediyoruz. Başka kimlikler giymeye çalışıyoruz. Oysa önsözümde de dediğim gibi ‘bir insanın bir insanı sevmesi için diğerlerinden izin almasına gerek yok’… Son zamanlarda hayatımızda aşka, tercihlere, yönelimlere ve özgürlüklere artan saldırıları biraz olsun bilinçlendirmek ve insanların diğerleri diye, ötekiler diye tanımladıklarının aslında kendileri olduğunu anlatmak istiyorum.” 

“BAŞKALARI İÇİN GİYİNİYORUZ”

Kitapta çok güzel betimlemeler var. Terzilikle ilgili olanlar bunlardan sadece bir tanesi… Hemen Barbaros Şansal’a soruyorum. Acaba insan yazarken en iyi bildiği hikâyeyi, kendini mi anlatır?
“Kitabın başında şöyle bir açıklamam var; ‘bütün olaylar hayal ürünü, zaten böyle olaylar, şahıslar ve kurumlar gerçek olmazlar. O nedenle sakın tesadüfen tanıdıklarınızla ilişkilendirerek dedikodularla vakit harcamayın.’ Ama aslında hepsi gerçek. Bir takım hukuki önlemler için bu ifadeleri kullanıyorum. Gerçek, çünkü anlattıklarım aslında yaşadıklarımız… Uğruna soyunmak için giyineceğiniz insanları hayal edebilirseniz doğru giyinebiliyorsunuz. Başkaları için giyiniyoruz. Emek olmadan hiçbir ürün ortaya çıkmıyor. Ben yedi yaşımda Mevhibe İnönü’nün günlük elbiselerinin düğmelerini, Toto Karaca’nın tiyatro kostümlerinin ufak detaylarını yaparak bu mesleğe başladım. Dikiş çok önemli bir branş. Eski Ahidi incelediğiniz zaman kutsal beş meslekten bahseder. Bunlar arasında terzilik de vardır. Moda sektörü tek omuzlu ve balık modeli elbise dikmekten daha öte. Kumaşın dikiş ve destek malzemesinin ne kadar önemli olduğunu verdiğim detaylarla anlatmaya çalıştım. İnsanlar hobilerini profesyonelliğe çevirebilirse meslekler daha lezzetli oluyor. Mesleğin adını koymak için yaptığınız meslekte keyif alacaksınız, takdir ve kabul görecek ve yaptığınız meslekle hayatınızı kazanabileceksiniz. Bu üçünü bir araya getirebilirseniz mesleğinizde uzman olursunuz.”

Prova Odası kitabında ayrıca son altmış yılda kentli kültürün nasıl erozyona uğradığı ve özellikle İstanbul’da hanımefendilik ve beyefendilik kavramlarının yok olduğu da anlatılıyor.
“Hanımefendilik ve beyefendilik tamamen bir niceliğe dönüştü. Niteliğini kaybetti. Mimari katliamlarla bütün özelliklerimizi kaybederek daha küçük camlar, daha küçük odalar ve daha alçak tavanların içine istif edildiğimiz cadde, çarşı ve bakkal kültürümüzün manav ve kasap kültürümüzü birer birer kaybederek esnafın yok olduğunu anlatıyorum. Mesela mahalle bakkalına gidince ve 25 kuruşunuz eksikse sorun olmaz. Ancak süpermarketlerden topladığınız o kimyasallı yiyecekleri alırken 25 kuruşunuz eksikse o torbayı orada bırakmak zorunda kalırsınız. Zaten kitapta da terzi Davut’un buna benzer bir tecrübesi var. Bu durum sadece İstanbul için de geçerli değil. Lefkoşa’da da dünyanın diğer şehirlerinde de aynı sorun var. Her yer AVM ve otelle doldu. Her yerde aynı fast food zinciri. Her yerde aynı 19.99 polyester çöplük bluz. Her yerde aynı tip araba… Sürekli bir tek tipleştirme halindeyiz. Oysa yaşadığımız coğrafyaların en önemli özelliği farklı, dili, dini ve ırkı olan insanlardan oluşmasıydı.  Ben daha çok bu konulara yoğunlaştım. Biraz da farklı aşklara değindim. Yoksa hayatta herkes kendi olsa zaten sorun kalmayacak.”

“ANARŞİST OLARAK YAŞIYORUM”

Kitap şu cümle ile başlıyor: Hayatı bize öğretildiği gibi yaşamak zorunda mıyız?
“Elbette değiliz. Ama hayatta size dikte edilen şeyler var. İnsanlar doğarken dilini, dinini, genetiğini ve ailesini, cinsiyet, kültür ve hatta isminizi dahi seçemiyorsunuz. İki seçeneğiniz var. Ya bunlara uyan hayat yaşayacaksınız ya da bunlardan kurtulmak için mücadele edeceğiniz hayatı yaşayacaksınız. Size dayatılanlarla yaşamak zorunda değilsiniz. Ama bu diğerlerini de rahatsız edip, kışkırtmak anlamına gelmemeli. Farklılıklarımız ve çeşitliliklerimiz esas zenginliğimiz ve bereketimiz. O nedenle bize öğretilenleri boş verelim. Onlar zaten hep başkalarının çıkarlarına hizmet ediyor. Kendimiz olmayı dinimiz, cinsiyetimiz, dilimiz ne olursa olsun kendimizle barışık olmayı öğrenirsek hayat daha güzel oluyor. O nedenle ben de bana öğretilen her şeye karşı çıkan bir anarşist olarak yaşıyorum.”

Şansal son günlerde bir başka kitaba daha kendi öyküsüyle hayat verdi. Jehan Barbur’un Baba Öyküler kitabı… Farklı aile hayatlarının anlatıldığı bu kitapta en çarpıcı öykünün ona ait olduğunu söylesem abartı olmaz.  
“Benim hikâyemde gerçek var. Hangimizin babası ya da annesi mükemmel. Hangimiz babamızla itişmedik, okuldan kaçmadık, hangimiz komşu bahçesinden erik çalmadık. Hangimizin babası çapkın değildi. Kaçımız bize öğretilen kutsal aile formu içinde büyüdük yaşadık. Aslında çok azımız. Şanslı olan çok azımız. Jehan’la biz bu hikâyeyi konuşurken sohbet öyle akıp gitti. Benim annem babam hayatta, yaşıyorlar. Ama annem, babam ve kardeşlerim yok benim. Ben ilkokulda yatılı okumaya başladım. Hiç çocuk odam, hiç aile evim olmadı. İnsanlar benim ailem oldu. Sınıf arkadaşlarım kardeşim, tüm öğretmenlerim ebeveynim oldu. Onlarla mutlu olup yaşamayı ve sosyal olmayı öğrendim. Kendi öykümde de bunu anlattım. Unutmayın, her kötü tecrübe insana iyi sonuçlar kazandırabiliyor. İnsanların önce sizden uzak durmasını, çekinmesini ve korkmasını sağlayın. Çünkü hayatta sizi ilk gördüğünde, sevip, sayıp güvenen kimse size sonunda kötülük yapıyor. Hayatta her zaman olumsuzlukları olumluya çevirmeyi bilmek gerekiyor.”

Bu haber toplam 3960 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 269. Sayısı

Adres Kıbrıs 269. Sayısı