Barış Gazeteciliği Üzerine
Mesele çatışmaların olmaması değil, şiddetin olmamasıdır.
Ayça Demet Atay
[email protected]
Şair Ülkü Tamer “Pazartesi” şiirinde şöyle sorar:
“Kim kurtaracak seni
kurşunlardan, acılardan?
Kelimelerden?”
Kelimeler acıtabilir.
Bir atasözü vardır. El yarası onulur, dil yarası onulmaz der. Ne kadar doğru bir söz. Barış gazeteciliği kelimelerin de kurşun gibi acıtabileceği düsturundan yola çıkar. Her gün kelimelerimizle dünyayı yeniden ve yeniden kurarız. Barış gazeteciliği, haber medyasının, seçtiği kelimelerle dil yarası açmaması gerektiğini savunur.
Geleneksel gazetecilikten bence temel farkı, barıştan yana taraf olmasıdır. Geleneksel gazetecilik, tarafsızlık miti altında çoğu zaman güçlüden yana taraf olmaktadır. Medyada kimlerin sesi duyuluyor? Çoğu zaman güçlülerin… Barış gazeteciliği, hak odaklı bir yaklaşımla, güçlüden değil, barıştan yana, haklıdan yana taraf olmaktadır.
Barış için gazetecilik…
Burada temel bir soru var. Barış nedir?
Barış gazeteciliği akımının ortaya çıkışında ve gelişiminde büyük katkısı olan İngiliz gazeteci ve akademisyen Jake Lynch, barışın herkes için her anlama gelebilen, nereye çekersiniz oraya giden bir kavram olduğunu söyler. Örneğin, günümüzde pek çok savaşın barış adına yapıldığı iddia edilmektedir.
Barış için yapılmış en erken tanımlardan biri, Roma dönemi filozoflarından Aziz Augustinus’a ait. Aziz Augustinus barışı, “düzendeki sükûnet” olarak tanımlar. Düzendeki sükûnet kavramı ilk etapta cazip gelebilir. Ama bu kavrama daha yakından bakmak gerekir. Sükûnet yani çatışmasızlık bir düzende hakkaniyet olduğunu göstermez. Adaletsizlik ve baskının yoğun olduğu, ezilenlerin kendi ezilmelerini doğal gördükleri, herkesin yerini ve haddini bildiği bir düzen pek ala çatışmasız bir sükûnet içinde olabilir. Ama burada adalet olduğunu söyleyemeyiz.
Barış gazeteciliği “barış”ı çatışmasızlık olarak görmüyor. Toplumda uyuşmazlık ya da çatışmaların olması doğaldır. Aslında bir anlamda sağlıklıdır da. Bize çok sesli bir toplumda yaşanıldığını gösterir. Mesele çatışmaların olmaması değil, şiddetin olmamasıdır. Bu konuya tekrar döneceğim. Ancak önce şu soruyu yanıtlamak lazım:
Kiminle çatışma yaşarsınız?
Farklı istekleriniz, çıkarlarınız, talepleriniz, inançlarınız, dünya görüşleriniz, duygularınız olan, (bu farklılıkların listesi çoğaltılabilir) sizden farklı olan bir “Öteki” ile…
Uç noktada, sizin ak dediğinize kara diyen bir Öteki ile…
Barışı kiminle yapmanız lazım?
İşte bu Öteki ile.
Peki nasıl?
Bunun için dünyada bir akademik çalışma alanı var “Sürdürülebilir barışı nasıl kurabiliriz?” sorusuna kafa yoran akademisyenlerin çalıştığı bir “barış ve çatışma çalışmaları” adını taşıyan bir alan. İşte barış gazeteciliğinin kurucusu da bu alanın ata babalarından bir düşünür. Geçen yıl kaybettiğimiz Johan Galtung.
Galtung barışı şöyle tanımlıyor. Barış = Şiddetsizlik + Yaratıcılık
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, mesele çatışmanın olmaması değil; çatışmalarla nasıl başa çıkılacağıdır.
Galtung bunun için iki şey öneriyor: şiddetsizlik ve yaratıcılık. Sorunun dönüştürülmesi için kendinizi kalıplara hapsetmemeniz, yaratıcı öneriler geliştirebilmeniz…
Bunun için öncelikle şu soruyu yanıtlamak gerekiyor: Öteki ile sağlıklı iletişim nasıl kurulabilir?
Barış gazeteciliği medya haberciliği üzerinden, bu sorunun yanıtlanmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Öteki ile sağlıklı iletişimin yolu diyalogdan geçiyor.
“Diyalog” kelimesi, Yunanca “dialogos” kelimesinden gelir. Bu sözcük, iki ayrı parçanın birleşiminden oluşur: dia ve logos.
“Dia”: “aracılığıyla”, “karşılıklı” ya da “birbirinden geçerek” anlamına gelir.
“Logos”: “söz”, “konuşma”, “anlam”, “akıl” veya “mantık” anlamlarına gelir.
Bu bağlamda, “dialogos” kelimesi, “sözün karşılıklı olarak paylaşılması” veya “anlamın birlikte oluşturulması” anlamını taşır. Antik Yunan’da bu terim, insanların birlikte düşünerek ve konuşarak hakikate ulaşmaya çalışmasını ifade ederdi.
Diyalog bir savaş alanı değildir. Diyalogda amaç kazanmak ya da karşındaki mat etmek değildir. Diyalog, Öteki ile aramızdan akan bir anlam akışıdır. Diyalogda, başlangıçta olmayan bir noktaya birlikte varabiliriz. Yeni bir anlamı ortaya çıkarabiliriz.
Barış gazeteciliği çatışan taraflar arasında diyaloğun önünü açacak bir gazetecilik yaklaşımıdır.
Nasıl?
Yıllar önce lisede bir öğretmenim tahtaya şöyle yazmıştı: Savaş cinayettir.
Bende yer eden bir sözdü bu. Bu sözün üzerinde düşünmüştüm.
Mustafa Kemal Atatürk şöyle der: “Millet hayatı tehlikeye girmedikçe, çıkarılan savaş savaş değil, cinayettir, öyleyse esas olan barıştır”
Şimdi çatışmanın uç noktası olan savaş haline gidelim. Varsayalım ki bir ülke savaş halinde. Bu ülkenin haber medyasında haberler nasıl işlenir? Geleneksel habercilik ki Johan Galtung buna “savaş gazeteciliği” adını verir, çatışmayı körükleyen bir söylem ortaya koyuyor.
Haberlerde “biz” ve “onlar” algısı hâkim oluyor. Biz sütten çıkmış ak kaşık. Onlar ise ortadan kaldırılması gereken, insan bile olmayan “düşman”. Mesela hemen aklıma bir haber klişesi geldi: “Teröristler inlerinde vuruldu”. Birinci soru: Kim inde yaşar? Bu klişe ötekini insandışılaştırıyor. Vahşi bir hayvanın ini vardır, öyle değil mi? Bakın üç kelimeden oluşan bir cümle ile ne kadar yan anlam verdiniz okuyucuya.
Bir başka klişe aklıma geldi: “Teröristler etkisiz hale getirildi”. Bu klişeleri haberlerde çokça görüyoruz. Etkisiz hale getirmek ne demek? Olan nedir? “Çatışma sırasında öldürüldüler”.
Haberler bize çerçevelerle gelir. Haber çerçeveleri bize dünyaya nasıl bakmamız gerektiğini, haberdeki meselenin özünün ne olduğunu söyler. Tıpkı bir resim çerçevesi gibi, sorunu belirli sınırlar içine oturtur. Bir sorun tanımı yapar ve çoğu zaman bir çözüm önerisi sunar.
“Terörle mücadele” haber çerçevesi de böyle bir çerçevedir. Bir sorun tanımı yapar ve bir çözüm önerisi sunar. Özetle der ki “Burada sorun terördür. Çözüm ise savaştır”. Nasıl ki vahşi bir hayvanla ininde karşılaştığınızda onu vurmanız gerekir. Hayatta kalmak için öldürmeniz gerekir. İşte “Öteki” de bu durumda vahşi bir hayvan gibidir. Tek yol onu ortadan kaldırmaktır. Bu çerçeve bize barış için bir alan açmaz.
Savaş durumunda, ülkede barışı savunanlar “hain” olarak damgalanabilirler. Örneğin bugün İsrail’de, Netanyahu hükümetinin yarattığı savaşa karşı barışı savunan aktivistler var. Haberlerde onların sesini duyuyor muyuz? Duymuyoruz. Onlar kendi ülkelerinde medyasında “hain” muamelesi görüyorlar.
Barış gazeteciliği, habercilik yoluyla, barışa katkı sunmayı amaçlar. Çatışma döneminde sesi duyulmayan barış yanlılarına ses vermek, Öteki’nin insan olduğunu hatırlatmak, Öteki ile empati kurabilmek… Empati ile sempati birbirinden farklıdır. Empati kurmak demek kendinizi karşınızdakinin yerine koyabilmek demektir. Samimi bir anlama çabasıdır. Sempati duymanız gerekmez.
Barış gazeteciliği, sadece karşı tarafın değil, tüm tarafların hatalarını ortaya çıkarmayı amaçlar. Hani şu şarkıdaki gibi, “Masum değiliz hiçbirimiz...”
Barış gazeteciliği, “düşman”ı değil, “düşmanlığı” ortadan kaldırmayı amaçlar. Bu süreçte, “düşman” “karşıt”a dönüşür. Karşıtınızla diyalog kurabilirsiniz. Onu anlama çabasına girebilirsiniz. Empati kurarak, kendinizi samimi bir çabayla onun yerine koymaya çalışabilirsiniz. Karşılıklı anlama çabasının geliştiği yerde, barışın tohumları can bulacaktır.
Barış gazeteciliğini geleneksel gazetecilikten farklı kılan temel unsurlardan biri, nesnellik (objektiflik) ve tarafsızlık konusundaki yaklaşımıdır. Barış gazetecisi, objektif olma iddiasında değildir. Tarafsız bir yaklaşımla, “gerçeği olduğu gibi yansıtmak” iddiasında değildir. Çünkü “gerçeğe olduğu gibi ayna tutmak” mümkün değildir. Haber bir anlatıdır, bir hikâyedir. Habercinin ve habercinin çalıştığı kurumun perspektifinden dünyaya bakan bir hikâye. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, her haber bir çerçeve sunar.
Barış gazetecisinin sunduğu çerçeve, dünyaya, taraflar arasında diyaloğun önünü açacak ya da var olan diyaloğu güçlendirecek bir perspektiften bakar. Burada anahtar kelimeler objektif ve tarafsız olmak değil, hakkaniyetli olmaktır. Bu çok temel bir yaklaşım. Haberinize konu olan kişi, kurum ve meselelere karşı hakkaniyetli olmak. Kelimelerinizle dünyaya etki ettiğinizin farkında olarak yazmak… Ya da genişletecek olursak, fotoğraf çekmek, video çekmek…
Şimdi son sorum şu:
Sahiplik yapısıyla sistemin parçası olan, seçkinlerin sesini yansıtan ve genellikle statükonun devamından yana tavır alan anaakım medyadan böylesi bir dönüşüm iradesi göstermesini bekleyebilir miyiz?
Ben şahsen bu sorunun yanıtı konusunda çok iyimser değilim ama dijital medyada (o da küresel düzlemde sahiplik yapısının bir parçası olsa da) alternatif mecralar var artık bugün. Üzerinde düşünmek ve desteklemek lazım…