1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Barış gelecek mi acaba?”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Barış gelecek mi acaba?”

A+A-

1963 ve 1974 acılarını elbette yaşamak istemezdik. Keşke hiçbiri  yaşanmasaydı. Keşke tahrikler olmasa, kinler öcler, misillemeler  yaşanmasa ve kaybettiklerimizi de yitirmeseydik. Hep yazık oldu. Geriye dönüp baktığımda boşu boşuna yaşanmış acılar ve boşu boşuna ölen insanlar görüyorum. 1974 sonrası kurtarıldık diye geldiğimiz bu topraklarda yaşadıklarımız, meydana gelen haksızlıklar, hatta bu haksızlıklardan dolayı ölen insanları hatırlıyorum. 1980’li yılların başlarında ölen Limasollu Cemal Hamza’nın mezarının başına “İskan rezaletinden öldüm” diye yazdırması aslında bu ülkede 1974 yılında yaşanılan rezilliklerin ve de insanların hüsranlarının bir dışa vurumuydu. Ne modaydı o zamanlar, başa her gelen UBP hükümeti, eşdeğer politikaları, eşdeğer puanları diye bir söylem tutturmuştu ama bakıp görüyordum ki bu mallar gerçekten Güney’den gelen insanlara verilmiyordu.

Güneyle bir bağı olmayan ve Güney’de mal bırakmamış insanlara veriliyordu. Ailede, hanımın ailesinden dede ve ninelerde milyonlarca puanlık mal ellerinde dururken ve de eşdeğerlerini alacaklarını beklerlerken insanların sadece toprak kapişarisini seyrettiklerini görmekteydim. Çoğu insanımızı bu süreç içinde kaybettik. Kuzey’e geldikten sonra zorla girdikleri bu kabus onları vurmuştu kara toprağa götürerek.Bazen bana da haber uçurulurdu el altından, sen muhalif olduğun için senin ailene bu yüzden mal verilmiyor deniyordu. Ne bekliyorlardı yani  ? Fırıldak gibi dönüp tüm ilkelerimi bırakıp UBP’li olmamı göstermemi mi? Bundan büyük ayıp mı arardınız bu memlekette? Yani insanların düşünceleri hilafına ters davranmaları bu düzene bu sisteme uygun olarak davranmaları beklenmekteydi.

Bu 1974 sonrası karşılaştığımız bir başka insan hakları ihlaliydi. İnsanların görüşlerinden dolayı itilip kakılmaları, işkence görmeleri, hakir görülmeleri de aslında bir insan hakları ihlaliydi.Oysa benim gibi insanlar bu ülkedeki yaşanan  acıların tümünü çekmiştik. 1963 yılından beri yaşanan acıları yaşamış , 1974 sonrası özgürlük olacak, haksızlıklar olmayacak şeklinde bir umutla Kuzey’e geçmiştik. İnsanlarımızın kafasında hep barış ve çözüm vardı. 1963’ün o savaş ve çarpışma gecelerinde , dedemle bacanağının o konuşmaları hiç aklımdan çıkmaz:

-Barış olacak mı acaba?
Çoğu insan da aynı şeyleri konuşuyordu. Büyük büyük akülü İkinci Dünya Savaşı’ndan kalmış radyoların başında toplanıp TRT’den haberleri dinlerdik. O yıllarda sadece Kıbrıslırum Televizyonuyla çevredeki Arap televizyonlarını alan bir veya iki televizyon da vardı Baf’ta. Sinemada gördüğümüz tatları onlardan da alırdık. Çünkü Yeşilova Sineması savaş sırasında aynen birçok evin ve mahallenin olduğu gibi Rum tarafında kalmıştı. Televizyonların başından ayrılmak istemez haberler yanında filimleri de seyretmek isterdik. Arap televizyonları da durmadan İngilizce filimler yayınlardı.

1963 yılından 1965-66 yıllarına kadar okula gidemememiz aslında bir tembellik getirmişti bize. Hatırlıyorum Bonanza ve Peyton Place filimleri ta 1970’lere kadar rağbetteydi. 1968 sonrası Rum televizyonunun da Cuma geceleri filim koyması bayağı beğenimizi kazandırmıştı. Onlarca insan bir odaya sığınıp televizyon görmekteydik. Babamın evimize televizyon alması ise 1977 yılındaydı. Televizyonu 14 Ağustos gecesi EOKA B’ciler alıp götürmüştü. 1974 darbesi veya savaşı ansızın gelmişti. Liseyi bitirip üniversiteye gitme hayallerimiz vardı ki ansızın 1974 yazında darbeden sonra kendimi mevzide buldum. Bu savaşın bitip barışın ve çözümün gelmesini arzu ediyorduk. Savaş çok acılarla geçti. Baf’tan, civar köylerden ve bilhassa Yeşilova (Mandirga) Köyü’nden birçok tanıdığımızı yitirmiştik.

Birçok arkadaşımızı kaybetmiştik. Bir sene esirlikten sonra da Kuzey’e geçip imkanlarımızla okumak ve bir mesleğe sarılma uğraşına girdik. 1975 yılında Kuzey’e geldikten sonra Türkiye birçok kontenjan vermişti.Liseyi bitirip eğitimime tam olarak başlama kararı verdim. Liseden sonra Öğretmen Kolleji ve daha sonra da askerlik… Askerlikten sonra da öğretmenlik mesleğine başlama.Hala daha sormaktayız bu defa da çocuklarımızın önünde aynen 1963’te eniştemin dedeme sorduğu gibi:

-Barış gelecek mi acaba?

Dedemin bacanağı teyzemin  kocasının yani eniştemin sorduğu soru gibi aynı soruyu ben de arkadaşlarıma soruyorum şimdilerde “Barış gelecek mi acaba?”…

1974 sonrası Kuzey’de kurulan düzen ve gelen sistem hep olumsuzdu. Hep baskıcıydı, anti demokratikti. Kıbrıslıtürklerin düşünce bazında gelişmelerine, dünya insanı olmalarını sağlayamadı. Uluslararası hukukla ve çağdaşlıkla Kıbrıslıtürkleri buluşturamadı. Görüşmeler sürdü. Hep çözümü ve barışı düşündük. Sorunları çözeceğiz iddiasıyla başa gelenler de statükoya kapağı attılar. Kendi çıkarlarının ve bürokratik menfaatlerinin peşine düştüler.

42 yıl sonra geriye bakıyorum da ne toprak, ne eşdeğer, ne yaşam kalitemizde bir ilerleme var. Hala daha aynı sorunlarla ve aynı sorularla debeleniyoruz. Ve aynen dedemle bacanağının sorduğu soruları, kendi çocuklarımın karşısında ben kendi akrabalarıma sormaktayım:
-Barış gelecek mi acaba?
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 21.8.2016)

------------------------------

“Ben bir Kıbrıslıyım… Ne Rum’um, ne de Türk…”

Antonis Elias Kasapis

Ben bir Kıbrıslıyım…
Ne Rumum, ne de Türk.
Ben Hristiyan Katolik Maronit dinindenim, bunu seçmiş olduğum için değil, bu dine doğmuş olduğum için…
Farklı dinlerden pek çok yakın akrabam vardır, Hristiyan Ortodoks, Müslüman, Hristiyan Protestan ve diğerleri…
Kıbrıs’ı seviyorum ve burası benim tek ülkemdir, benim anavatanımdır.

Bundan 60 yıl önce, 1956’da Kıbrıs’ta doğdum.
Köyümün yakınında askeri bir kamp vardır ki bu kamp tüm yaşamım boyunca oradaydı.
Bu kampta üç farklı bayrak gördüm. Birincisi Britanya bayrağıydı, sonra Yunan bayrağıydı ve bugüne kadar Türk bayrağı var orada.
Bunlar üç farklı ülkenin, benim ülkem olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sözümona garantörlerinin bayraklarıdır.

Yaşamım boyunca aynı şeyleri iki farklı şekilde öğrendim.
Rumca konuşan Hristiyan Kıbrıslılar için iyi olan bir şey, Türkçe konuşan Müslüman Kıbrıslılar için kötü bir şeydi. Ve tersi…
Bir taraf için kahramanca olan bir hareket, öteki taraf için barbarca bir hareketti.
Bir tarafın katliam dediğine, öteki taraf özgürlük için savaş diyordu.
Her iki taraf da onlarca yıldır “özgürlük ve adalet için savaşıyor”…
Peki bunun sonucu nedir?
Akdeniz’in güzel adası olan yurdumuzu – ki dünyanın en mutlu yerlerinden biri olabilirdi – yeryüzünde en mutsuz yerlerinden birine dönüştürdük.
Bu adayı çocuklarımızın bir geleceğinin olmadığı bir yere dönüştürdük.
Adamızın yarısını bir “ana” vatana, öteki yarısını da öteki “ana” vatana verdik, onlar da kendilerine ait yarıyı kendi amaçları için kullanıyorlar, gerçek Kıbrıslılar’ın, adanın yasal olarak yaşayanlarının gerçek refahıyla ilgili herhangi bir kaygı taşımıyorlar.
Ve üçüncü “garantör” güç olan Britanya da istediklerini güvence altına almış olarak kayıtsızca olup biteni izliyor, yalnızca çıkmazın devamı için uğraşıyor, böl ve yönet oyununu oynuyor… Tek kaygısı adadaki “egemen” üslerini kullanma çıkarının güvence altına alınmasıdır, yerliler herhangi bir sorun yaratmadan… Yerliler de zaten kendi aralarında çatışmakla çok meşguldürler. Onları suçlayabilir miyiz?
Bir tür çözüme ulaşma konusunda herhangi bir teorik şans ortaya çıktığı her defasında, adayı bölünmüş olarak bırakma ve belirsizlik statüsünü devam ettirmekte büyük çıkarları olan etkili güçler müdahale ediyorlar ve çözüme yönelik ilerlemeyi yok etmeyi sağlıyorlar.
Bunlar “kırmızı çizgiler” oluşturmuşlar ve onun ötesinde bir çözümü kabul etmeyeceklerini ortaya koyuyorlar.
Bu kırmızı çizgilerin birbirinden mutlaka o kadar uzak olmasını sağlıyorlar ki bir çözüm mümkün olmasın.
Her bir tarafın eğitim sisteminde, dini kuruluşlarında, kamuoyuna yönelik medya ve propaganda mekanizmalarındaki etkilerini kullanarak suni “kırmızı çizgilerin” ötesinde herhangi bir uzlaşmayı içerecek olası bir anlaşmayı kendi taraflarının milli gururlarına ihanet ve kabul edilmez bir şey olarak sunuyorlar.
Ekonomik ve diğer asalak çıkarlarını, yurtseverlik ve din maskelerinin arkasına saklıyorlar.

Bunlar Kıbrıs halkının gerçek düşmanlarıdır. 
Bunlar, Kıbrıs halkının acı çekmesinin esas sorumlularıdır.
Bunlar, eğer güzel yurdumuzu değiştirmek ve olması gerektiği gibi herhangi bir din, herhangi bir dilden TÜM evlatlarının TEK anavatanına, TEK bir anavatan olan Kıbrıs’a dönüştürmek istiyorsak, bunlar yüzleşmemiz ve aşmamız gereken düşmanlardır.
(İngilizce’den Türkçe’ye çeviri: Sevgül Uludağ)
(KORMAKITIS.NET - Antonis Elias Kasapis – 5.9.2016)

Bu yazı toplam 1602 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar