BARIŞ TOPRAĞI...
Adı barış olup da savaşı bölünmüşlüğü binlerce yıldır bu kadar derinden yaşayan bir başka şehir var mıdır bilmiyorum. KUDÜS ya da dünyanın dediği gibi JARUSALEM ‘’Barış Toprağı’’ demek. Davud, üç bin yıl önce, tahta geçip on iki kabileyi birleştirip Yahudi krallığını kurmuştu. Bin yıl boyunca bu topraklarda özgür yaşayan Yahudiler daha sonra bu topraklardan kovulur. Dünyanın neresinde olursa olsun o günden sonra Yahudi’ler hep bu toprakların yeniden onların olması için dua ederler.
İşte 2000 yıl önce Yahudilere vaadedilmiş bu topraklara Yahudiler, nihayet 67 yıl önce yeniden kavuşuyorlar.
Taşların kenti Kudüs’te eski taş duvarın önünde kutsal bir nöbet bekler gibi kah elleriyle, kah alınlarıyla ama garip bir huzurla ağlama duvarına mırıldanarak dua ediyor Yahudiler...
2500 yıl önce yıkılan Musa kavminin ilk tapınağı olan bu duvar, elbette Kudüs’ü temsil ediyor.
Kudüs yaşanmışlıklarının dehşetiyle çökük ama her şeye rağmen dimdik ayakta...
Yahudi rehberimiz Ruti, Yahudilerin neden orada olduklarını şöyle anlatıyor: "Yaruşelim'de bir dönem Rab'dan uzak kalanlara Yehova şöyle dedi: \'Sizi başka memleketler arasına dağıttım. Lakin sonra, dağılmış olduğunuz kavimler arasından sizi yine bir araya toplayacağım ve İsrail diyarını size vereceğim'."
Kudüs’te şimdi ağlama sırası toprakları İsrail tarafından işgal edilen Filistinlilerde...
Ağlama Duvarı’nın taşları arasında binlerce kağıt parçaları var. Bunlar sadece Yahudilerin değil tüm ziyaretçilerin tanrıya yazdığı mektuplar. Ben de duvarın kıvrımlarına bir dilek yazıyorum. Kıbrıs’ta barışı diliyorum. Adı İbrani’ce ‘’Barış Toprağı’’ anlamına gelen ama barışı hiç yakalayamamış bu şehirde kendi minicik adacığımız için ‘BARIŞ’ ve çocuklarımıza güzel bir gelecek diliyorum. Aslında insanlığa barış diliyorum. Tanrıya barış için dilekçe yazıyorum. Hadi hayırlısı...
Kudüs’e Zeytin Dağı’ndan baktığınız zaman sizi ezan ve çan sesleriyle karşılıyor. Tarihin ve tek tanrılı dinlerin gizemli sokaklarında sarhoş edip büyülüyor. Kıyameti bekleyen zengin Yahudilerin binlerce yıllık taş mezarlarında, İsa’nın havarileriyle son geceyi geçirdiği iki bin yıllık zeytinlikte, çarmıhıyla geçtiği ıstırap yolunda, Müslümanların kutsal yolu ve mekanları Mescid-i Aksa ve Kubbet –Üs- Sahra’da dolaşırken hep bir savaş kokusu alıyorsunuz.
Birkaç kilometrelik alan içinde 3 büyük dinin en kutsal mekanlarının resmigeçidi ile büyülenirken her yanınız yine buram buram savaş kokuyor.
Dünyanın en eski sorun yatağı Kudüs, belki de dünyadaki birçok sorunun kaynağı...
Kudüs’ün Arap çarşısında Filistinliler, Saba Melikesi’nin tasviri önünde poz veren Etopyalı rahip, altın kubbeli Ömer Cami’de ibadet eden Müslümanlar, Sinogogta uzun saçları ve simsiyah giysileriyle dua eden Hazid’ler, Osmanlı hediyesi Şam Kapısı’nda güvenlik kontrolü yapan İsrailli asker, 13. Yaşını Tevrat okuyarak kutlayan Yahudi çocuk, Hz. Muhammet’in Miraç’a çıktığı yerde dua eden binlerce Müslüman ve dünyanın her yerinden bu büyülü toprakları ziyarete gelen bizim gibi binlerce insan aslında burada hep Tanrı’yla konuşarak dua ediyorlar. Binlerce yıldır barışa ulaşamamış, huzuru yakalayamamış bu topraklarda belki de benim gibi hep dünyaya ‘’BARIŞ’’ diliyorlardır. Halbuki bu topraklardaki en büyük eksiklik belki de insanların birbirleriyle konuşamaması değil midir? Hani hep Tanrıyla konuşup, birbirimizle konuşamamak değil midir savaşların, küslüklerin ve kırgınlıkların en büyük nedeni?...
Yine de KUDÜS yaşanmış tüm acılara, yıpranmış bedenine rağmen gizemli sırlarla dolu dimdik ayakta cazibeli ve çekici bir kadın gibi...