Barışa Giden Yolda Sanat: Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali
İçinde yaşadığımız ortamda dil, etkili iletişime yönelik önemli bir bariyer oluştururken, sanat “sözsüz diller” yoluyla alternatif bir iletişim biçimi oluşturuyor.
Yazar: Lizzy Ioannidou
Dayanışma Evi
Görünüşte oldukça kolay olan zamanla başa çıkma, geçmişe, bugüne ve geleceğe sarılma gibi durumlar, çatışma alanları ve çatışma bölgelerinde oldukça zorlu olabiliyor; bu anlamda Kıbrıs kesinlikle bir istisna değil. Bugünümüz endişe verici ve tepkiliyken, geçmişimiz - ya da geçmişimizin birbirine zıt bir çok versiyonu – yorucu ve hassas olmaya devam ederken; geleceğimiz, daha iyi bir şeylere sahip olmaya yönelik umudumuzu korumamıza karşın, gittikçe en büyük korkumuzu canlandırıyormuş gibi görünüyor: kalıcı bölünme. Diplomatik kesimler “geçmişle yüzleşmenin zamanının gelmediği ve birlikte çalışmaya hazır olmadığımız” düşüncesini meşrulaştırmaya devam ederken, ısrarla kötü olarak gösterilen “öteki” algısını yıkıp, affetme sürecine geçebilmemiz ve hem zihinsel hem de siyasi barışa ulaşabilmemiz açısından sanat, hayati önem taşıyor.
Kıbrıs’ta sanat sahnesi, özellikle yalnızca “Kıbrıs deneyimi” ile ilgili olmayan ve insanlık ile ilgili genel konuları işleyen çalışmalar söz konusu olduğunda, çoğunlukla az gelişmiş olarak kabul edilir. Ancak, son yıllarda Kıbrıs’ta sanatın bir derinlik ve bir ivme kazandığı da gözlemlenebilmektedir. Bu anlamda Dayanışma Evi’nin her yıl organize ettiği ve bu yıl Kasım ayında beşincisi düzenlenecek olan Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali, Kıbrıs sanat sahnesine önemli bir katkıdır. Sürekli gelişen ve dönüşen festival kendisini Kıbrıs’taki politik ve sosyal diyaloğun merkezine yerleştirmiş durumda. Dayanışma Evi Direktörü ve festival organizatörlerinden Marina Neophytou’ya göre “Buffer Fringe, Dayanışma Evi’nin çalışmalarının yaşamdaki karşılığını oluşturuyor çünkü içinde yapmaya çalıştığımız herşeyi barındırıyor: işbirliği, dayanışma ve yaratıcılık. Buffer Fringe tüm bunların aslında yeni ufuklar sunabileceğinin ve toplumu ilgilendiren konuların dolaylı bir biçimde konuşulabileceğinin bir kanıtı niteliğinde”.
Kendisini barış inşaasına adamış bir kurum olan Dayanışma Evi’nin bu alandaki yaklaşımı, sanatın çoğu zaman estetik kaygıların gölgesinde kalan bir yönünü vurguluyor; sosyo-politik yönünü. Sanat; kimlik, aidiyet, anlam ve amaç arayışlarımızda başka herhangi bir ifade biçiminin sahip olmadığı araçlar sunuyor. İçinde yaşadığımız ortamda dil, etkili iletişime yönelik önemli bir bariyer oluştururken, sanat “sözsüz diller” yoluyla alternatif bir iletişim biçimi oluşturuyor. Böylece hem sanatçılar hem de seyiriciler başka herhangi bir yolla deneyimleyemeyecekleri konuları, yaklaşımları deneyimleyebiliyor, empati kurabiliyor, yeni tanımlamalara ulaşabiliyor ve günün sonunda hem kendisi hem de karşısındakinin dünya görüşünü etkileyebiliyor.
Buffer Fringe, sanatsal anlatımda, o anlatımı deneyimleyen ne kadar çok birey varsa o kadar çok yorum olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Festival, çoğu deneysel ve ana akım sanat dallarının dışında kalan, performansa dayalı, görsel ve edebi bir çok sanat biçimine ev sahipliği yapıyor. Performans sanatlarında, seyircilerden vücut dilini, ışık hareketlerini, müziği ve ritmi, yerleşimi ve performansın her bir parçasını dikkatle takip edip yorumlamaları beklenir. Bu performanslar her zaman cevaplar sunmasa da, Dayanışma Evi ve Buffer Fringe Performans Sanatları Festivali İletişim Sorumlusu Hayriye Rüzgar’ın deyimiyle, “bir sorgulama hissi” yaratıyor. Katılımcılar gördükleri, duydukları, deneyimledikleri herşeyi; o an çevrelerinde bulunan insanlar ve bulundukları mekanla olan ilişkilerini sorgulamaya çağrılıyor. Bu sorgulama hissi festivalin şehirde, belediye pazarı gibi insanların her gün önünden geçtikleri mekanları ve tarihi, kültürel öneme sahip yapıları tercih etmesiyle daha da güçlü bir hale geliyor.
Dahası, festivalin uluslararası karakteri ve yaklaşımı dolayısıyla, katılımcılar kendilerinin dünyadaki yerleri ve rollerini de sorgulayabiliyorlar. Buffer Fringe yalnızca Kıbrıs’taki farklı toplulukları değil, dünyadan farklı bir çok topluluğu bir araya getiriyor. Festivalin bunu nasıl başardığını sorduğumda, Hayriye bunun birçok örneği olduğunu hatırlıyor: “Bir çok kez aynı sanat disiplininden ama farklı kültürlerden insanlar ilk kez bu festival sayesinde buluştular. Buffer Fringe’in geçmiş yıllarında, aynı konuyu, aynı sanat biçimiyle işleyen ama adanın farklı kesimlerinden gelen sanatçıların bunu ne kadar farklı bir biçimde ifade edebildiğini de gördük. Daha sonra bu iki sanatçı işbirliklerini artırdılar”.
Sanat, farklı dünya görüşleri ve yaşam biçimlerinin yaratıcı bir biçimde ifade edilebilmesi, ve bunun yıkıcı bir biçimde değil yapıcı bir biçimde yapılabilmesi için mükemmel bir sözcüdür. Kıbrıs özelinde, anlaşmazlığın odak noktalarından birinin tarih ve toplumsal hafıza olduğu bir gerçektir. Sanat tam da burada unutma, bastırma ve “resmi hatıralar” yoluyla bize aktarılan efsaneler ve hikayelerle uyuşmayan bilgileri yok sayma eğilimize karşı çıkıyor. Sayısız dünya görüşü ve deneyimine maruz kaldıkça, inandığımız şeylerin sonucunu sorgulamaya ve geçmişimize, bugünümüze ve geleceğimize karşı daha kapsayıcı ve belki de daha insani bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu farkediyoruz.
Buffer Fringe’in bu yılki teması, sanat yönetmeni Achim Wieland’ın öncülüğünde, “Kırılma Noktası” olarak belirlendi. Sanatçılar bu tema çerçevesinde ve hatta ötesinde, çalışmalarının psikolojik, sosyolojik, mimari vb. kırılma noktalarını odak noktası olarak alıp, istedikleri gibi hazırlanabilecek olsalar da, bu yıl hayatlarımızın farklı yönlerden kritik eşiklerde olduğu durumları ve duyguları işleyen bir çok performans izleyeceğiz gibi duruyor. Diğer bir yandan, içinde bulunduğumuz politik durum da temanın bu anlamda yorumlanmasına ve müzakerelerdeki kırılmayla ilişkilendirilmesine neden olmuş. Hayriye bu konuyu şöyle yorumluyor: “Bu yorum aslında çok önemli. Eğer gerçekten bir kırılma noktasındaysak, bu durum bir an önce bu noktadan hareketle birşeyler yapmamız ve yeni bir ivme oluşturmamız gerektiği anlamına geliyor”.
Gerçekten de sanat yoluyla üretilen ve ifade edilen kültür; salt olanın yansıtılmasından çok, olması gereken ve olabileceklere yönelik umutlarımızı ve amaçlarımızı simgeliyor. Yaşadıklarımızı yorumlayıp anlayabileceğimiz bir çerçeve sunarken, alternatifleri hayal etme ve yaratmamızı sağlıyor. Geçmiş için sorumluluk almamızı, bugünü anlamlandırmamızı ve geleceği hayal etmemize yardımcı oluyor. Tam da bu nedenle kabul etmeliyiz ki sanat, hayal gücünün havuzu olarak, barış koşullarının yaratılması ve korunması yönündeki çabalarımız için mutlak öneme sahiptir. Üstelik bu durum yalnızca politik düzeydeki çabalar için geçerli değildir. Belki de daha da önemli olan, sosyal hayatımızı oluşturan kişiler ve mekanlarla olan gündelik ilişkilerimizdir.