BARIŞIN DİLİ
Rumlar ve biz… Daha doğrusu üçüncü tekil şahıs olarak “Rum ve biz”. Dilin ideolojisi açısından ikincisi daha isabetli. Yıllar boyunca Denktaş’ın bu versiyonu kullanması anlaşılır bir gösterge. Burada bir homojenleştirme söz konusu çünkü. Hepsi aynı olduğuna göre “onlar” yerine “o”ya geçilebilir. Bir kişinin yaptığı hepsinin suçu olur böylelikle. “Biz” ise bir bütün olmalı, bir bütün olan onlara karşı sağlam durmalıyız. Karşımızda “bizi” hiçe sayan, her türlü komploya başvuran bir düşman vardır; iyi niyetli göründüklerinde bile bir taktik söz konusudur çünkü. Ezeli bir düşmanlıktır bu, iyileşmesi mümkün değildir.
Bugün bu paradigma her ne kadar biraz kırılmış görünse de gölgesi hala orada duruyor ve hassas bir anla karşı karşıya gelindiğinde hortluyor. Bir kriz anında hangi mahallenin çocuğu olduğumuz önemli oluyor.
Hayatımız bu düşmanlık içinde geçip gitti. Kendi aidiyetimizi sabitlediğimiz yerde bir “karşı taraf” olması kaçınılmazdır çünkü. Birileri bizi “karşı taraf” olarak gördüğünde otomatik olarak onların karşısına konumlanmaktayız zaten.
Barış’ın önce kendi içimizde, kendi kafamızda başladığı ne kadar doğru… Önceki düşünme sistematiğinin ters yüz edilmesi demektir bu. Kıbrıs’taki meseleyi etnik aidiyetimiz üzerinden analiz ettiğimiz sürece eski paradigmayı devam ettiririz çünkü. Söz konusu olan Rumlara karşı Türkler, Türklere karşı Rumlar ise bu maçta takımımızı destekleyip şampiyonluğa doğru yürüyebilmeliyiz o zaman.
Karşılıklı hamlelerin yapıldığı, bazı hassas dengelerin korunmaya çalışıldığı “görüşme masası” gibi bir pozisyonda insan ne kadar barışçıl olabilir? Barış biraz da deveye atlatılacak hendek misali…
Bu ülkeye barış bakanlığı, barış okulları filan lazım. Üniversitelerde bile Barış Çalışmaları (Peace Studies) bölümleri kurulmamışken çok hayalci bir talep olarak kalıyor bu…
Son derece zor bir denklem var Kıbrıs’ta. Bunu çözmek için yaratıcı bir aklın, özgür düşüncenin doruk yapması lazım ama görüşmecilerimiz başlarında denetçilerle elleri kolları bağlanmış haldeler.
Yine de umut etmeye devam ediyoruz işte. Bu sefer olacağına, çok yol alındığına inandırılıyoruz ve inanıyoruz
Hayali çok güzel çünkü barışın. Düşmanlığın bitmesinin, bu politik anomalinin sona ermesinin hayatlarımıza katacakları düşlerimizi süsleyebiliyor.
Yine mi bozuluyor diye tetikteyiz bu yüzden. Çıkan bir kriz moralimizi alt üst edebiliyor.
Her birimizin kişisel bir hikâyesi var Kıbrıs Sorunu’na dair. Kişisel bir iyileşme de yaşayabileceğiz bir çözüm durumunda…
Kıbrıs sorunu biraz da bir dil, bir üslup sorunudur. Düşünceyi dil inşa eder çünkü. Şairlerin barış içn çok şeyler yapabileceklerine inandığım günlerde yazdığım bir şiiri paylaşmak istiyorum bu hafta.
BÜYÜK SÖZ
Şiir o büyük sözü söyleyince
bütün silahlar birden susacak
ölmüşlerin hep bir ağızdan söylediği
tarihten çıkıp gelen kalabalığın
akan kanın ve acıların çığlığı olan söz
Çiçek usulca fısıldayacak bu sözü
gökyüzündeki ağlayan bulut
coşkulu dalgaları denizin
asker olmak istemeyen çocuklar söyleyecek
İşte o gün
köpüklerden yeni bir aşk doğacak
milliyeti belirsiz
Büyülü sözcükler
susmuş yüreklerin intikamı tarihten
aşkın rüzgarıyla öpüşürken
utancından ölecek savaş
Yarım vatana ihanet
ulaşmaksa bütün vatana
şahane boynuzların olacak milliyetçilik
ihanet edeceğim sana
bütün düşmanlarla sevişip
peşime kanlı ordular koysan da
ihanet edeceğim sana
yeryüzünün bütün kıtalarında
Şiir o büyük sözü söyleyince
bütün pazarlıklar ve görüşmeler bitecek
işsiz kalacak arabulucular
İçinde yıldızları ve nehirleri taşıyan
bütün zamanlardaki sonsuz sevişmeleri
yağmurları denizleri ve sesleri taşıyan
o büyük sözle boyun eğecek tarih
Şiir söyleyince o büyük sözü
ya kurşuna dizilecek bütün şairler
ya da barış inecek toprağa