Basın danışmanlığı ve gazetecilik etiği
Kuzey Kıbrıs’ta aktif gazetecilik yapanların aynı zamanda bakanlıklarda, belediyelerde veya özel şirketlerde basın danışmanlığı yapması pek yadırganmıyor nedense. Bu konunun etik açıdan sakıncalarını yazmaya yeltendiğim bir sırada eski İçişleri Bakanı Nazım Çavuşoğlu’nun basın danışmanlığını yapan Nazmi Pınar’ın sözleşme meselesi gündeme geldi. Dolayısıyla, önce sözleşme haberleri üzerine bir değerlendirme yapmak ve ardından da aktif gazetecilerin basın danışmanlıklarını sorgulamak istiyorum.
Sözleşme ne zaman yapıldı?
Yenidüzen’de, 10 Eylül’de sürmanşetten, “Seçim günü yasadışı sözleşme” başlığıyla verilen haberin spotunda, “Başsavcılık, geçmiş UBP hükümetinin seçim yasakları içinde yaptığı bir usulsüzlüğü ortaya çıkardı. Başsavcılık, devletten ‘basın danışmanı’ sıfatı ile maaş çeken Nazmi Pınar’ın sözleşmesini uzatan belgenin, seçim günü 28 Temmuz 2013 tarihinde ‘bakan yetkisi olmayan’ Mutlu Atasayan tarafından imzalandığını belirledi” deniyor.
Oysa, spotun yanına konulan başsavcılık yazısında, “Yürürlüğe gireceği tarih 28.7.2013 olan ve işveren sıfatı ile Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Personel sıfatı ile Nazmi Pınar isimli şahıs arasında imzalandığı görülen konu anlaşma, anlaşmanın yürürlüğe gireceği tarih itibarı ile Bakan yetkisi olmayan Mutlu Atasayan tarafından işveren sıfatı ile imzalanmış bir anlaşmadır” deniyor. Yazıda, anlaşmanın haberde iddia edildiği gibi 28 Temmuz’da imzalandığını belirten bir ifade yok.
Üstelik, Yenidüzen haber müdürlerinden Fayka Kişi, 6 Haziran tarihli yazısında, 22 Mayıs 2013 tarihli Bakanlar Kurulu kararını da sayfada vererek bu sözleşmeden söz ediyor: “KANAL T televizyonunda haber programları yapan, gazeteci, yeni hükümet dönemiyle birlikte yurttaşlık da alan ve İçişleri Bakanlığı’na ‘basın danışmanı’ olarak atanan Nazmi Pınar’ın sözleşmesi uzatıldı. Ancak, sözleşme henüz bitmedi. Sözleşme tarihi daha sonlanmadan, seçim öncesi, kendisine bir yıllık daha sözleşme yapılan Nazmi Pınar’ın ‘telaşı’ dikkat çekti.”
Konuyla ilgili iki haber yapan muhabir Meltem Sonay’a sözleşmeyi görüp görmediğini sordum. Milli Eğitim Bakanı’yla konuyu görüştüğünü ve haberini yaptığını, sözleşmeyi de istediğini, ancak kendisine verilmediğini söyledi.
Nazmi Pınar’ın Yenidüzen eleştirisi ve belgeler
Haberin Yenidüzen’de yayımlanmasının ardından, Nazmi Pınar, internet medyası aracılığıyla bir açıklama yaparak hem Meclis Başkanı Sibel Siber’i hem de Yenidüzen gazetesini eleştirdi. Gazeteyi eleştirisinde, “…..Yenidüzen gazetesi ise manipülasyon yaparak halkı kandırmaya devam ediyor” ifadesini kullandı.
Aslında haber sadece Yenidüzen’de değil, tüm gazetelerde yayımlanmıştı. Çünkü Meclis’te, hükümet programı üzerine konuşmalar yapılırken, UBP Milletvekili ve eski İçişleri Bakanı Nazım Çavuşoğlu’nun, “hükümet, basın özgürlüğünü kullanan basıncımın sözleşmesini Bakanlar Kurulu kararı ile iptal etti” dediğini TAK aktarmıştı. TAK bülteninde yer alan bu ifadeler, ertesi gün tüm gazetelerde yer aldı. Bu konuşmaya cevap veren, Meclis Başkanı ve geçici hükümetin Başbakanı Sibel Siber, “Sözleşme 28 Temmuz tarihli olarak söz konusu basın danışmanı ile eski Milli Eğitim Bakanı arasında yapıldı. Ortada görevde olmayan bir eski bakan imzası ve seçim yasakları var. Yani görevde olmayan bir bakan ve seçim yasakları olduğu zamanda sözleşme yapıldı. Biz buna rağmen sözleşmeyi geri almadık ve Başsavcılık ile Hukuk Dairesine yolladık. Cevap olarak suç olduğu geldi ve bu bize yazılı olarak verildi” yanıtını verdi.
Meclis Başkanı Sibel Siber’in o günkü konuşmada tam olarak ne söylediğini bilmiyorum, ancak gazetelerde yer aldığı şekliyle sanki sözleşmenin 28 Temmuz’da imzalandığı ima ediliyor. Belki de muhabirler haberi yazarken bu detayı atladı, bilemiyorum. Çünkü aynı hükümetin, 19 Ağustos tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla, 22 Mayıs tarihli eski kararı iptal ettiği görülüyor.
Nazmi Pınar, hem sözleşmeyi hem de Bakanlar Kurulu kararlarını bana gönderdi. O belgelerde sözleşmenin Mutlu Atasayan bakanken imzalandığı görülüyor.
Sorun, sözleşmenin yürürlük tarihinden tam 66 gün önce Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesi ve yürürlük tarihinde ise başka bir hükümetin ve bakanın işbaşında olması. Her ne kadar sözleşmede, “sözleşmeli personel, bakanlık merkez örgütünde basın ve yayın danışmanı olarak görev yapar” diyorsa da, Nazmi Pınar’ın Milli Eğitim’de değil eski İçişleri Bakanı Nazım Çavuşoğlu’nun basın danışmanlığını yaptığı da biliniyor. Zaten Çavuşoğlu da Meclis’teki konuşmasında kendisinden “basıncım” diye söz etmiş.
Basın danışmanlığı ve gazetecilik
Yürürlük tarihinden iki aydan fazla bir süre önce yapılan bir sözleşme geçerli midir değil midir hukuki tartışmasına girecek değilim. Benim düşümcem, eski İçişleri Bakanı Nazım Çavuşoğlu’nun basın danışmanlığını yaptığına göre, geçerliliği bulunan bir sözleşme olsa bile bakanlığın sona ermesiyle danışmanlığın da sona ermesinin gerektiği yönündedir. Sözleşmenin nasıl sonlandırılabileceği de sözleşmede belirtilmiştir.
Aktif gazetecilerin basın danışmanlığı yapmalarının etik açıdan sakıncasını da kısaca belirtmek istiyorum. Basın danışmanlığından temel beklenti, ilgili kurumun medya ilişkilerini yürütmek, kurumu medyada olumlu gösterecek haberlere konu etmek ve mümkünse olumsuz haberleri halının altına süpürtmektir. Oysa gazetecilik, tanımı gereği, halının altına süpürtülmeye çalışılan pislikleri gün ışığına çıkarma mesleğidir. Yani iki meslek arasında derin bir çıkar çatışması söz konusudur. Gazeteciler kamunun, basın danışmanlarıysa kurumların çıkarlarını gözetir.
Bu açıdan, aktif gazetecilik yapanların aynı zamanda basın danışmanlığı yapması etik açıdan doğru değildir. Bu eleştirim sadece Nazmi Pınar’a değil, aktif gazeteciliği sürdüren tüm basın danışmanlarınadır. Eğer gazeteciliği önemsiyorsak, onu bozacak, tartışmalı hale getirecek pratiklerden de kaçınmamız gerekiyor. Ekonomik koşullar gerekçe gösterilerek yapılan savunmalar sonunda mesleğe zarar veriyor. Buna da gazeteciyim diyen hiç kimsenin hakkı yoktur.
***
‘Haciz furyası’ haberine avukat eleştirisi
Lefkoşa Mahalli Barosu Başkanı Av. Gökan Asafoğulları, 20 Eylül 2013 tarihli Yenidüzen Gazetesi'nde, Didem Menteş’in "Haciz Furyası" başlıklı haberiyle ilgili uzunca bir eleştiri gönderdi. Gazetenin sürmanşetinden duyurulan ve 3. sayfada tam sayfa olarak verilen haberin ana odağı, bankalara veya şirketlere olan borçlarını ödeyemeyen yurttaşların taşınır veya taşınmaz mallarına haciz yoluyla el konulduğu ve “mecburi satış” yöntemiyle satıldığı şeklinde.
Asafoğulları’nın haberle ilgili eleştirileri
“Bahsi geçen haberde rastladığım ve düzeltilmesi gerektiğini düşündüğüm noktaları, hem bir avukat hem de Lefkoşa Barosu Başkanı olarak tarafınıza aktarıyorum ve bu konuda ilgili basın mensubunun dikkatinin çekilmesini talep ediyorum. Çünkü maalesef bu tarz, halkta endişeye ve tepkiye sebep olacak yanıltıcı haberlerin hedef noktası günün sonunda biz avukatlar olmaktayız.
Haberde yer alan;
1. "İcra davası" terimi ne KKTC mevzuatında ne de uygulamada olan bir terimdir. Bizim hukuk sistemimizde davalar, ceza, aile, hukuk ve idari davalar olarak ayrılır. İcra, bir hukuk davası neticesinde hüküm elde eden tarafın hükmün tatmin edilmesi için başvurduğu mevzuattaki usullerden bir tanesidir. Ayrı bir dava çeşidi değildir.
2. Haberde “tahliye tutanağı icra edildi” denmekte ve devamında borcunu ödeyemeyen kişilerin mallarının tek tek satıldığı iddia edilmektedir. Bu son derece yanlış bir tabirdir, çünkü tahliye tutanağı tahliye davaları sonucu mahkemenin kiracı aleyhine tahliye hükmü vermesi ile bu hükmün yerine getirilmesi için yapılan işlemler (zilyetlik müzekkeresi) sonucu mahkemenin hükmün yerine getirilmesi yönünde vermiş olduğu emrin icra memurlarınca yerine getirilmesi, yani tahliyenin gerçekleştirilmesidir. Buradan da anlaşılacağı gibi, bu yöntem kira meselelerinde uygulanan bir yöntemdir. Haciz ile alakalı değildir.
3. Aynı haberde, "vatandaşın malı su gibi satılıyor" iddiası yer almakta ve Yüksek Mahkemenin faaliyet raporundan alıntı yapılmaktadır. Bu alıntılar gerçeği yansıtmadığı gibi aşağıda vereceğim rakamlar da aslında icranın ne kadar etkisiz kaldığını, yani haberdeki iddianın ne kadar gerçekten uzak olduğunu da gösterir niteliktedir. 2012 yılında dosyalanan icra müzekkeresinin sayısı 14436, tahsil edilenlerin sayısı ise sadece 580. Bu rakamlara göre satışın su gibi olması pek de gerçekçi değil.
Yukarıda izah ettiğim bu gerekçelerle bir avukat olarak sizden ricam okur temsilcisi olduğunuz Yenidüzen gazatesinde yer alan bu haberle ilgili gerekli düzeltmelerin yapılmasıdır.”
Okur temsilcisinin yorumu
Mahkeme haberleri, Yenidüzen de dahil Kıbrıs Türk gazetelerinde çalışan muhabirlerin en fazla meşgul oldukları haberlerin başında geliyor. Sanırım diğeri de kaza ve cinayet haberleridir. Mahkeme haberleri yapan muhabirlerin hukuk terminolojisini çok iyi bilmeleri ve haberlerinde mutlaka hukukçu görüşü almaları gerekiyor.
Bu haberde eleştiriye neden olan bazı hususlar, muhabirin aynı haberde birçok şeyi verme gayretinden kaynaklanmış görünüyor. Haber sadece haczedilen araçların satışı olsaydı (ki sayfada kullanılan 3 fotoğraf da satışa sunulan otomobillerle ilgili), bu eleştiriler de olmayabilirdi. Muhabir arkadaşların bu uyarıları dikkate alacağına ve doğru terminolojiyi kullanmaya daha fazla özen göstereceklerine inanıyorum. “Araçlar su gibi satılıyor” ifadesine gelince, sanırım o ifadede kastedilen, çok sayıda aracın haciz yoluyla satıldığı değil, ucuza satıldığı olmalı. “Su gibi ucuza satılıyor” denseydi bu eleştiriye gerek kalmayacaktı. Sanırım en doğru deyim, “sudan ucuz” olmalı. Bekir hoca açıklar belki, varsa aradaki farkı.