BAŞKA BİR LEFKOŞA MÜMKÜN
Alttaki köşe yazısını 6 yıl önce Yenidüzen’de, bu sayfalarda paylaşmıştım.
Bu hikaye 6 yıl öncesinde kaleme alınmış olsa da aslında 15 yıl öncesinde kalbime kazınmış bir ütopyaydı. Gözlerimi kapattığımda hayal ettiğim, doğduğum ve büyüdüğüm şehrin yaşantısında görmek istediğim bir ütopyaydı.
Hani bana yıllardır hep “Lefkoşa’ya çok odaklandın, vekil falan olmayı düşünmen?” diye sorduklarında hafif bir tebessümle “Hayır” dememin sebebidir bu hikaye.
Zaten hikâyedeki ana karakterlerin ismi de rahmetli dedemin ismidir aynı zamanda ve muhtemelen doğmamış çocuğumla adaştır. Gelecekte benim büyüdüğüm şehirde, ama bizimkinden çok daha ileri seviyedeki bir Lefkoşa’da büyümesini arzu ettiğim hayali çocuğumun hikâyesidir belki de.
Tabi, yıllar içerisinde Lefkoşa da ben de çok şeyler gördük, çok şeyler tecrübeler edindik. Bunların arasında belki de en değişmeyeni Lefkoşa’nın belediyesinin sürekli siyaset oyunlarına, kişisel hırslara, toplumdan kopmuş statüko zihniyetine kurban edildiğiydi.
Hep bir pazarlık payı yaptık Lefkoşa’yı. Hep statükonun hırsları için harcanabilecek bir koz olarak kullanmalarına izin verdik... Ve tekrar tekrar hayallerimiz ertelendi yaşadığımız bu şehirde.
Ama yine de ölmedi hayalimiz, her ertelendiğinde daha da güçlenerek büyüdü inancımız. İnanan insanların sayısı arttı. Kişiler geri plana düştü, hayaller öne çıktı.
Ve bugün yine o hayalleri, yani Lefkoşa’nın ütopyasını sizin ayaklarınızın altına seriyorum, lütfen dikkatli yürümeye özen gösterin çünkü bastığınız şey hayallerimizdir!
Günün erken saatlerinde alarmın can sıkıcı sesi acımasızca uyandırdı Salahi’yi. Sabah olmuştu ama sanki gece hiç başlamamış gibiydi. Önce alarmı kapattı bitkin bitkin, ardından da tekrar uykuya dalmamak içim mücadele etmeye başladı var gücüyle.
“Bir daha gecenin ikisine kadar film izlemem artık, normal insanlar gibi 11-12'de yatayım yahu ben da” diye söylendi kendi kendine. “Eziyet bu” diye düşünürken de gözü saate ilişti. Saat sekize çeyrek vardı ve işe geç kalmıştı. Ok gibi fırladı yataktan. Hemen kıyafetlerini giydi ve telefonla LTB Minibüs programını açtı.
Haritada Taşkınköy-Kumsal-Surlariçi minibüsü hâlâ Kumsal'da gözüküyordu. ‘Bulunduğum Noktaya Gelme Süresi’ butonuna tıkladı, 13 dakikası vardı. “Tamam” dedi Salahi, “Dişimi da akşam fırçalarım artık”.
Hızlıca mutfaktan bir şeyler atıştırdı, üzerini giyindi ve evden çıkıp durağa doğru koştu. Ucu ucuna da olsa minibüsü yakalamıştı. Minibüsler geçtiğimiz senelerde yenilenmiş de olsa sabah seferi diğer saatlere göre daha doluydu. Son birkaç yıl içerisinde Surlariçi’ne üniversitelerle ilgili ciddi teşvikler yapılmış ve bu bölge büyük bir kampüsler topluluğu haline gelmişti. Öğrencilerin pek çoğu Surlariçi’nde kalmayı tercih etse de bir o kadar fazlası da şehre dağılmıştı. Sabah ders olduğunda ise doğal olarak dolmuşlar dolup taşıyordu.
Minibüs doldukça “Sabahları niçin birkaç otobüs daha koymazlar, dolup taşıyor işte” diye söylendi Salahi. Ve söylenirken gözü Ecvet Yusuf Caddesi'ndeki bisiklet yoluna takıldı. Elleri hemen yeni yeni şişmeye başlayan göbeğine gitti. Necati Taşkın İlkokulu’na giden bir grup bisikletli çocuk araç yolundan ayrılmış bisiklet yolunda, sıra sıra dikilmiş ağaçların sağladığı gölgeden de yararlanarak ilerliyordu. ‘Yarından tezi yok, artık işe bisikletle gitmek lazım’ diye içinden geçirdi.
Salahi şehir plancısıydı. Ofisi ise Dereboyu’nda küçük bir apartman dairesiydi. Ofisini açalı henüz altı ay olmuştu ve şimdilik çalışan olarak bir kendi, bir de teknikeri vardı. Sekiz buçukta kilidi açtı o gün ve öğle arasına kadar çalışmaya devam etti.
Saat bir olmuş, öğlen arası gelmişti. Bütün gününü ofiste geçirmenin bunaltısıyla dışarıya attı kendini Salahi. Önce Dereboyu’nda yürüdü bir süre, ardından da ahşaptan yapılmış yaya köprülerle derenin diğer tarafına geçti. Eskiden Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'nın bulunduğu bu büyük yeşil alan artık Lefkoşa’yı besleyen koca bir kent ormanıydı. Uçurtma uçuran, bisiklet süren, koşu yapan insanlar arasından sıyrılıp öğle yemeğini aldı ve çimlerin üzerine oturan diğer Lefkoşalılara katıldı.
Tam yemeğini bitirmişti ki isminin çağrıldığını duydu Salahi. Şaşkınlıkla döndü, kendine çağıran kişi ise liseden arkadaşı Sıdıka’ydı.
- Napan be Sıdıka?
- İyidir Salahi. Arkadaşım gelecekti Güney'den, Eleni. Onu beklerim. Sen napan?
- Ben da öğle arasına çıktım işte. Dedim parkta yeyim bugün öğle yemeğini.
- Doğru sen ofisi açtıydın. Çok mahcubum sana, gelemedik ziyarete.
- Sorun değil, gelin bir ara da ödeşirik. Bu arada niçin Surlariçi’nden almadın gızı da getirdiyon buraya gadar?
- İnanaman, nostaljik tramvaya binsin bayılır. Ben dedim gidelim Makarios Caddesi'ne, ikna edemedim gendini. İlla binecek o tramvaya, illa Dereboyu'nda buluşacayık.
- Bilirim, bizim Loizos da hep öyledir. Hafta sonlarında gelir.
- Bu arada biz herhalde geceye kadar buralardayık. Ofisten çıkınca katıl sen da bize isdersan.
- Olur ya. Çıkınca arayım seni?
- Anlaştık.
Öğle arasının bitti, geri döndü Salahi. Ofisi açtığından beri ilk kez mesainin bitmesini dört gözle bekliyordu. Mesai bitimine doğru Sıdıka’ya mesaj attı: ”Nerdesiniz ama?”. Yeri öğrendi ve ofisin kapısını kapatarak yürümeye koyuldu.
Sıdıkaların gittiği kafe Dereboyu’nun diğer ucundaydı. Ama derenin diğer yanındaki yol alınıp da trafik tek yol yapıldığından beridir Dereboyu’nun kaldırımları genişlemişti. Özellikle ağaçlandırmadan sonra bu yolda yürümek adeta bir zevkti.
10 dakikalık yürüyüş sonunda Sıdıka’ların yanına vardı. Eleni ile tanıştılar. Çok iyi kalpli, çok güzel bir kızdı Eleni. Gece saat 11’e kadar sohbet ettiler birlikte. Sonra Eleni tramvayına binerek Güney’e, Sıdıka arabasına binerek Girne’ye, Salahi ise otobüse binerek Taşkınköy’deki evine döndü.
Salahi kafasını yatağa koyduğunda gece 12’yi geçmişti. Çok güzel bir gündü bugün. Sıdıka da güzel kız diye geçirdi içinden. Hayat ne güzel şey diye düşünürken gözleri kapandı ve uykuya daldı.
Salahi’nin Lefkoşa’da yaşadığı gün, bizim Lefkoşa’da yaşadığımız günlerden çok farklıydı. Bizlerin yıllardır “
Önceliğimiz bunlar değil” diyerek farklı kaygılara göre yönettiğimiz Lefkoşa değildi Salahi’nin Lefkoşa’sı.
Böyle bir Lefkoşa’da yaşama bizim için de mümkün aslında.
Bunun için ihtiyacımız ise biraz istek, biraz cesaret ve bolca da VİZYON…