Batı Mesarya’da tarih
Batı Mesarya’da tarih
Tuncer Bağışkan
Lefkoşa’yı ikiye bölen sınır kapılarının geçişlere açıldığı 23 Nisan 2003 tarihinden hemen sonra üyesi olduğum Enorasis Kültür ve Çevre Kulübü’nün düzenlediği gezilere her katıldığımda yeni yeni bilgiler öğreniyorum. Özellikte güney Kıbrıs’taki kültürel miras bizlere öğretilmediğinden edinilen yeni bilgilerin paylaşılması gerekli oluyor. Nitekim bugünkü yazımda, Mart ayı sonunda Enorasis Kulübü’nün düzenlediği gezi etkinliği çerçevesinde ziyaret ettiğim batı Mesarga bölgesindeki bazı eski eserler ile yerleşim birimleri üzerinde duracağım. Mart aylarında doğa yeşilin tüm tonlarını sinesinde barındırırken, Maşera Dağı –Lefkoşa - Salamis güzergâhını izleyen Kanlıdere’nin çağlar boyunca bu bölgelere ayrı bir canlılık verdiğini bu vesileyle ilk kez algılama olanağı buluğumu da belirtmeden edemeyeceğim.
Banaya Chrysospiliotissa Kilisesi
Gezimizin ilk durağı Aşağı Deftera köyünde “Altın Mağara’nın Meryem’i’ anlamına gelen ‘Banaya Chrysospiliotissa Kilisesi’ oluyor. Kayaya oyulan kilisede yıllar önce Meryem Ana’ya ait mucizeler yaratan altın kaplamalı bir ikon bulunduğundan buraya ‘Altın Mağara’ anlamına gelen “Chiso Speleo” (Chrisospiliotissa) adı veriliyor. Bu kiliseyi 28.3.2008 ile 25.3.2012 tarihlerinde de ziyaret etmiştim. Kilisedeki rehberliğimizi genç bir papaz üstleniyor. Kilise, Kanlıdere’nin yatağının kenarında bulunan uçurumun güney yüzündeki kayalığa oyulmuş durumda. 50 metre yükseklikte bulunan ana giriş kapısına şimdilerde 104 basamaklı ahşap bir merdivenle ulaşıyoruz. Ancak eskiden kiliseye ana kayaya oyulmuş merdiven ayaklarıyla ulaşıldığı tespitinde bulunuyorum.
Bir inziva yeri olarak bilinen kiliseye ilişkin bilgilerimiz yazılı ve genellikle de sözel kaynaklara dayanıyor. Kilise ilkin 1735 yılında Rus gezgini keşiş Vasili Barsky tarafından ziyaret edilmişti. Barsky, o sıralarda Kıbrıs’ta 70’in üzerinde manastır ile inziva yeri bulunduğu tespitinde bulunurken, daha sonra Archimandrite Kyprianos da Kıbrıs’ta 70 manastır ile 8 inziva yeri bulunduğunu kaydetmiştir. Barsky, kilisenin M.S XI-XII. Yüzyılda 4 veya 5 keşiş tarafından yönetildiğini, daha sonraki yıllarda ise bir çöküş sürecine girdiğini kaydetmiştir.
Mağaradaki orta sahının tabanında gerçekleştirilen kazılarda altın kaplamalı bir Meryem Ana ikonu bulunurken, burada ayrıca üç keşişe ait kalıntılara da rastlanmıştı. Bunların bir tanesinin boynunda M.S 2inci yüzyıla ait 10 cm boyunda tunç bir haç bulunmaktaydı. Bu haç, manastır başrahiplerinin boyunlarına taktıkları haçların bir benzeriydi. Keşişlere ait kalıntılar kilisenin sunağı altında korunurken, haçın ise Lefkoşa’daki Başpiskoposlukta bulunduğu bilgimize getiriliyor.
Aşağı Deftera köylülerinin aktardıklarına göre, geceleri bu dağın tepesinde bir ışık görürlermiş. Bunun üzerine dağdaki mağarayı kazınca iki tarafı da resimli olan Bakire Meryem ikonunu bulmuşlar. İkonun bir yüzünde bir taht üzerinde oturan Meryem Ana bulunmaktaydı. İkon M.S 11’inci yüzyıla ait olmasına karşın, dış yüzündeki altın ve gümüş kaplamalar M.S XVIII. Yüzyıla aitti. Yapılan inceleme sonucu bunların 1787-1812 yılları arasında Kıbrıs’ta bulunan ünlü Giritli ressam John Cornaro tarafından yapılmış olabileceği belirlemesinde bulunuluyor. İkonun arka yüzünde ise kucağında çocuk İsa’yı tutan Meryem Ana betimi vardı. Bunun ise M.S XVIII. Yüzyıla ait olup, Cikko manastırındaki Meryem Ana ikonuna benziyordu. Önemli bir ikon olması nedeniyle şimdilerde Aşağı Deftera’daki Aziz Nikolaos Kilisesinde korunduğu bilgimize getiriliyor.
Kilisedeki bir nişin kemerlerinde M.S XII-XIV’üncü yüzyıla tarihlenen fresk kalıntıları dikkatimi çekiyor. Hayli yıpranmış olduğundan Deftera Kooperatif Bankası tarafından restore edilen bu freskte, Kıbrıs Piskoposu Aziz Epifanios, Kıbrıs Kiliselerinin kurucusu Aziz Barnabas, Lidra kenti piskoposu Aziz Trifillios ve dirilmekte olan Aziz Lazarus tasvir ediliyor. Kilisenin duvarlarında daha başka fresklerin bulunduğu, ancak 1955-1959 yılları arasında arkalarında silahların saklı olduğu inancıyla İngiliz askerleri tarafından tahrip edildikleri bilgimize getiriliyor.
Mağaradaki bir oyuktan şifalı bir suyun aktığı da kaydediliyor. Deri hastalıklarına yakalanan kişilerin bu sudan içmeleri halinde sağlıklarına kavuşacaklarına inanılıyor. Bu arada kilisenin bir köşesinde balmumundan yapılmış insanlar, insan uzuvları, gelin başlıkları, elbiseler ve mumlar dikkatimi çekiyor. Bunların ise Bakire Meryem’e getirilen şükran hediyeleri olduklarına şüphe yok.
Bu mağarayla ilgili olarak Defteralı yaşlı Rumların aktardıkları en ilginç olay, 1833-1913 yılları arasında yaşamış olan Sadrazam Kamil Paşa ile ilgili. Anlatıldığına göre, annesinin köyü olan Aşağı Deftera’da doğan Kamil Paşa, bir gün kilisenin civarında avlanırken, ürken atıyla birlikte kilisenin önünden geçen Kanlıdere’nin yatağına düşmüş. Uçurumdan aşağıya düşerken, sağ salim kurtulması halinde o bölgedeki arazilerinin tamamını Bakire Meryem Chrisospiliotissa Kilisesi’ne vereceği vaadinde bulunmuş. Dereden sağ salim kurtulduktan sonra vaadini tutarak o bölgedeki arazilerinin tamamını kiliseye bağışlamış. Ancak bu araziler daha sonra kilise tarafından satılarak elden çıkartılmış.
Antik Tamassos kenti
Aşağı Deftera’dan ayrıldıktan sonra Kanlıdere’nin yanına kurulmuş olan Antik Tamassos kent kalıntılarının bulunduğu Politiko köyüne varıyoruz. Günümüze kadar çok az bir kısmı kazılarak açığa çıkarılan Tamassos evlerinin Kanlıdere’den toplanan iri çakıl taşlarıyla yapılmış olduğu anlaşılıyor. Kent kalıntılarının arasında bir su kuyusu ile su arkları dikkatimi çekiyor. Antik yazarlardan Homer bu kentten, “bakır bakımından zengin” anlamına gelen ‘Temessis’ adıyla söz ederken, antik yazarlardan Ovidius ise kentteki bir bahçenin Afrodit’e adandığından ve bu bahçede altın yaprakları ile altın meyveleri olan bir elma ağacından söz etmiştir. Tamassos’un ilk Piskoposu Herakleidios’un dönemine denk gelen M.S I. Yüzyılda kentte Afrodit’e tapınıldığı antik kaynaklarda yer alıyor. Nitekim 1970-1980 yılları arasında bir Alman ekibin gerçekleştirdiği kısmi kazılarda M.Ö VII. Yüzyıldan başlayarak Helenistik döneme kadar birkaç kez yeniden inşa edilip kullanılan Afrodit tapınağının kalıntıları açığa çıkartılıyor. Bu tapınağın duvarla çevrili bir avlusu, bir salonu, kutsal odası (Sella) ve bir sunağı vardı. Sunak etrafındaki adak hediyeleri arasında pişmiş toprak figürinler, seramikler, buhurdanlıklar, maskeler ve kurban edilen hayvanlara ait kemik kalıntıları yer almaktaydı. Tapınağın batısındaki büyük bir ana kayaya oyulan ikinci bir sunağın ortasında ise adak hediyelerinin konduğu bir çukur vardı. Burada gerçekleştiren kazılarda, iki yanında birer aslan heykeli bulunan ve bir taht üzerinde oturan doğulu Ana tanrıça Astarte heykeli bulunduğundan, sunağın bu tanrıçaya adandığı tahmininde bulunuluyor.
Kazılar sırasında tapınağın yanında bir bakır işleme atölyesi ile cüruf kalıntılarına rastlanır. Antik yazarlardan Homeros’a göre burada işlenen bakır çevredeki bakır ocaklarından sağlamaktaydı. Kentteki tapınağa adı verilen Afrodit ise bakırın koruyucusu tanrıçası olarak görülüyordu. Kent M.Ö IX. Yüzyılda Fenikelilere aitti. Daha sonra Kition’daki Fenike krallığına bağlanır. Zaten o dönemde Fenikelilerin zengin bakır kaynakları bulunan yerlere sahip oldukları bilinmektedir.
Bu kalıntıların yanındaki anıtsal nitelikli iki ayrı kral mezarı ziyaretçilerin ilgi odağı haline gelmiş durumda. Mezarlar M.Ö VI. yüzyıla tarihlendirilmiş olup basamaklı mezar girişindeki duvarda rölyef şeklinde bir plaster bulunuyor. Plasterin uç kısmı ise karşılıklı birer Kıbrıs volütü ile bezenmiş durumda. İki odalı olan mezarın tavanındaki taş bloklar, mezarın ahşap bir yapının imitasyonu olduğunu düşünmemize neden oluyor. Buradaki iki kral mezarının 31.1.1997 tarihinde konservasyonu yapılırken burada bulunan üç aslan ile 2 sfenk heykelinin Lefkoşa müzesinde sergilenmekte olduğu bilgime getirildiğinden ertesi gün soluğu müzede alıyorum. Mısır etkilerini taşıyan ve üzerlerinde boya izlerine rastlanan Yunan heykelleri, Kıbrıs- Arkaik II dönemine (M.Ö 600 – 480) tarihleniyor. Heykellerin arkaları işlenmemiş olduğundan, burada üçüncü bir kral mezarını koruma amacıyla (apotropeik) mezar girişine kondukları görüşüne varılıyor. Nitekim buradaki üçüncü bir mezarın çok eskiden yıkılıp taşlarının inşaat malzemesi olarak kullanıldığı belirlemesinde bulunuluyor.
Ayios Herakleidios Manastırı
Tamassos antik kentini ziyaret ettikten sonra erken Hıristiyanlık döneminde bölgenin merkezi durumundaki Politiko köyünün en önemli ziyaret yerleri arasında yer alan Aziz Heracleidios manastırını da ziyaret ediyoruz. Tamassos kentinin ilk piskoposu olan Aziz Heracleidios’un adını taşıyan manastırın dış bahçe kapısından girdikten sonra çok yaşlı zeytin ağaçlarının arasından geçerek manastır odaları ile kilisenin bulunduğu yere doğru ilerliyoruz. Manastırın ortasında fresk ile nadir ikonlarla süslü bir kilise, kilisenin doğu bitişiğinde Aziz Herakleidios’un antik bir mezardan dönüşme olan mezarı ve kilisenin etrafını çevreleyen odalar bulunuyor. Bu odalarda kalan hasta insanlar ile onlara bakan rahibeler dikkatimi çekiyor. Böylece burasının rahibelerin çalıştırdığı bir hastane veya yaşlılar evi olarak hizmet verdiği görüşüne varıyorum.
Rivayete göre Aziz Paul ile aziz Barnabas Kıbrıs’a geldiklerinde Herakleidios onlara manastırı gezdirmiş. Daha sonra Paul ile Barnabas onu Tamassos’un ilk piskoposu olarak ilan etmişler. 60 yaşında öldürülünce, o bölgede yaşayıp ibadet ettiği mağaraya gömüş. Şimdilerde mezarı kilisenin doğusunda bulunuyor. M.S IV – V. Yüzyılda kiliseyle birlikte bir ziyaret yeri olan bu mezar, aslında bir Greko-Romen mezarından dönüşme. Kilisenin çevresinde gerçekleştirilen kazılar sırasında M.S V-VI. yüzyıla ait bir bazilikanın taban mozaiklerine rastlanır. Ancak bu bazilikanın M.S VII. Yüzyılda başlayan Arap akınlarında yakılıp yıkıldığı tespitinde bulunulur. Manastır son olarak 1773 yılında Başpiskopos Chrysanthos tarafından yeniden inşa edilir. Şimdilerde Azizin kafatası ile el kemiği, kilisedeki gümüş yaldızlı bir kutu içinde korunuyor.
Klirou yanındaki baraj (Fraktis)
Manastır ziyaretimiz sonrasında Klirou köyü yanında Fraktis adıyla bilinen ve Kanlıdere’nin yatağına inşa edilen “Klirou-Malounta-Akaki Barajı”na uğruyoruz. 2.000.000 metre küp kapasiteli olan baraj Temmuz 2004 – Şubat 2007 tarihleri arasında inşa edilmiş. Burada yetiştirilen balıklar ancak balık avlama izni olanlar tarafından avlanabiliyor. Ancak bir saat boyunca aşağıdaki iki balıkçıyı izlememe karşın bir tek balığın bile oltalarının civarına gelmediğine tanık oluyorum. Barajı gördükten sonra öğle yemeğimizi Bitsilya bölgesindeki Ayios Epifanios köyünde alıyoruz.
Fikardou Köyü
Ayios Epifanios’taki öğle yemeği sonrasında Lefkoşa’nın yaklaşık 40 km güney batısındaki Fikardou köyüne doğru yola çıkıyoruz. Trodos dağlarının doğu eteklerine kurulmuş olan köy Antikalar Dairesine ait olup 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmişti. Tarihi geçmişinin Lüzinyan dönemine dayandığı öne sürülmektedir. İlkin, 1473 yılında Kıbrıs’a gelen kraliyet bireylerinden Thomas Fikardos ailesine aitti. M.S 1081-1185 yılları arasında idari yönden Maşera Manastırına bağlanmasıyla oraya zeytin ağaçları ekilir. 1195 – 1310 yılları arasında Bitsilya bölgesinin büyük bir kısmı gibi Fikardou köyü de Templer Şövalyeleri ile St. Jonh Sövalyeleri’nin eline geçiyor.
Ortaçağ karakterini koruyan bozulmamış köy evleri M.S XVIII. Yüzyıla ait olup XX. Yüzyılın başlarında bu evlerin bazılarına değişiklik ve eklemeler de yapılmış. Daracık sokakların kenarlarında yer alan evlerin sayısı 40 olarak belirlenmiş durumda. Damları kırmızı renkli oluk kiremitlerle örtülü olan evler bölgesel taş ile kerpiçten inşa edilmiş. Kış aylarında köydeki 4 evde, yaşları 65 ‘in üzerinde 4 kişi sürekli olarak ikamet ederken, yaz aylarının hafta sonlarında nüfusu daha da artıyor. Daha sonraları köyde sürekli ikamet edilen ev sayısının 13’e yükseldiği kaydediliyor.
Eskiden köydeki seramik fırınlarında oluk kiremitler yapılırken, köylüler kerpiç de kesmekteydi. Köyün her yerinde çok iri küplerin bulunması dikkat çekici. Aziz Peter ile Aziz Paul’a adanmış olan köy kilisesi M.S XVIII. Yüzyıla tarihleniyor.
Köydeki özellikli iki evin Köy Müzesi olarak düzenlendiği de bilgimize getiriliyor. Bir tanesinin son sahibi Katsiniorou adını taşıdığından bu adla biliniyor. İki katlı olan taş yapı M.S XVI. Yüzyıl mimari özelliklerini yansıtıyor. Üst kat yaşam alanı olarak kullanılırken, alt katta ise şarap imal edilmekteydi. Müze olarak kullanılan ikinci evin son sahibinden dolayı Achilleas Dimitri evi olarak da biliniyor. Bu iki evin yerinde bir kararla EUROPA NOSTRA ÖDÜLÜ aldığını da öğreniyoruz.