BAYRAĞINIZI NEREYE ASALIM?
“Kör olmayan gözler için aşikar, ahlaksız ve taş kalpli olmayan herkes için katlanılmaz bir hakkaniyetsizlik”(1)
Ne güzel tarif edilmiş değil mi, içinde yaşadığımız bu körlük, taş kalpli kayıtsızlık ve hakkaniyetsizlik!
Yeniden iskan edilmiş, kurşunlardan ve korkudan kaçan bu toplumun içine düştüğü bir zül hâli.
Pençelerini en derinlere saplamış olanların yitip bitmez bir iştahla toprağını sömürdüğü, dört köşesine konuşlanıp, bakan gözlerin kararlarıyla ışıklı çarkıfelekler inşa edenlerin devleti.
Bu, yurdundan kalan son parçaları bu ülkenin gençlerinin önüne, yanında bir uçak bileti de ekleyip “al sana devlet” diye attığı bir düzen hâli.
Düzenin satış hali.
Sonra çıkar bir yerlerden hikmet-i hükümet ve der ki, hey ahali sizinle hukukumuz ölmüştür, bizim devletle işlerimiz var, görevimize devam etmeliyiz, başımız sağola!
Benim için tüm bunlar özetin özeti.
Görüyoruz, çarklarında aş için insanları döndürüyorlar, zincirlerinde umutları eziyorlar, sonra da her ne koşulda olursa olsun göreve devam edilmeli diyorlar. Kısır bir ahlakçılık içinde iş yaptığını zanneden bu kişilere Hannah Arendt yanıt verir ve der ki, kendilerini temize çıkarmaya çalışan bu tür insanların kafasında ehvenişer mantığı yatar. (2) En kötü durumda bile çarkın içinde görevini yapmaya devam etmelisin çünkü yapacak başka bir şey yok. Öyle mi gerçekten?
Önce şunu kabul edelim, kötünün iyisini seçenler günün sonunda yine kötünün iyisinin içindeki kötüyü seçmeye mahkum edilirler.
Bu durum bir tamah olma halinden başka bişey değil. Düzene ayak uydurup düzenbaz olmak gibi, ahlakçılıktan dem vurup statüko ile oryantal oynamak gibi.
Bugünlerde, cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça federalizm düşmanlığında baş sırayı kapma yarışı başladı. Eski kudretliler ile yeni kudretliler yarışıyorlar elbet. İki devletlilik salatası için sıraya girmiş çokça insan var. İnsanları kandırıp oy devşirmeye çalışanlara, yazdığım yazılara cevap yazan yurtdışına göç etmiş gençlerimizden bolca küfür var. Hayır, ben söylemiş olayım, elçiye zeval olmaz, bir zahmet antifederalistler düşünsün.
Başka seçeneğimiz yok, federal olmazsa devletimiz var, var! işte diyerek kandırmaca oynayanların, devlet kadar, otuz altı kere takla attıktan sonra bunları hâlen tekrarlamalarının elbet bir sebebi var. Tuttukları yolun son, söyledikleri kelimenin anlamının yalan olduğunu bilmelerine rağmen durmadan aynı nakarata devam ediyorlar. Nakarat tutana kadar, saraya yerleşene kadar! Bilseler de, kendilerine itiraf etmek zor geliyor. Devlet diyorsan hukuk olmalı, öyle yağla, balla, vesayet altında, altta kalanın doğrulamadığı bir düzenden hukuk çıkmaz.
Duyguötesinde, makineleşmiş ve artık tüm duyularını kaybeden kötücül bir umutsuzluğa düşürülen toplumun sonu nice olur, söyler misiniz? Tepki verip bir gün sonrasında kapatılan defterler, ölenlerin arkasından verilen tutulmayan sözler, bir türlü düze çıkmayan bir sistemsizliğin içinde hukuk dediğimiz bu garabeti ne yapmalıyız?
Bu katlanılmaz hakkaniyetsizlik üzerine inşa edilen KKTC’nin neresini tutsanız elinizde kalan hukuk düzeni içinde kaç sözümüz daha var söyleyeceğimiz kim bilir? Geçtiğimiz hafta polis karakolunda yasa dışı olarak sınırdışı işlemine tabi tutulan biri için bulunduğum esnada, polis kafama dikilmiş ve yalnız görüşmeme izin verilmeyeceği buyurulmuştu. Yaklaşık onbeş yıl icrai meslek bilen, polisin vallahi de kat’a hukuka uygun işlem yaptığına sekiz yıl boyunca huzurumda yeminli şahadet verdiği ben, bunları bildiğimden olsa gerek (!?) bu durumu araştırdım ve gerekli yerlere elbette bildirdim. Meğer uygulama “bana özelmiş”, öyle yanıt aldım! İnanmayacaksınız ama, ne bahtiyarım ! Hukukun ona buna göre işlediğini biliyorduk da, bana özel işlediğine ilk kez şahit oldum, şimdi ben bir de bunun şahidiyim, hukuk devletliler size söylüyorum, utanın.
Her ne olursa olsun, bu kadar hukuksuzluk içinde hâlen dilinden devletin hikmetini düşürmeyenlere artık sormak gerek:
Söyleyin, bayrağınızı nereye asalım ?
(1) Hannah Arendt, Sorumluluk ve Yargı, 2018, Sel Yayınları, s.40.
(2) age, s.36