“Bazen” ölen ama hastalanmayan yaralılarımız var bizim!
“Bazen” ölen ama hastalanmayan yaralılarımız var bizim!
Birol Karaman
[email protected]
Türkiye’nin Soma bölgesinde yaşanan madencilik faciasının ardından yaklaşık 3 aylık bir süre geçti. Sonradan unutulmuş olsa da “kaza”nın yaşandığı günlerde, Türkiye ve dünyadaki madencilik uygulamaları, taşeronluk sistemi, 1980 askeri darbesi sonrası sendikaların durumu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili konular başta olmak üzere her şey enine boyuna tartışıldı.
“Kaza” meydana geliş biçimden öte, ortaya çıkardığı sonucun dramatik olması hasebiyle gündemi ciddi şekilde meşgul etti. Açıkçası ölü sayısı bu denli yüksek olmasaydı, yukarıda sayılan başlıkların ve hatta “kaza”nın kendisinin kamuoyunun bilgisine gelmeyeceğinden eminim.
Eminim çünkü Soma sonrası duygular bu kadar yoğun, tartışmalar bu kadar canlıyken bile, önce 4 Haziran 2014, ardından -aynı maden ocağında- 11 Haziran 2014 tarihlerinde Şırnak’ta meydana gelen iki “kaza”da ölen 4 işçi hiçbir şekilde gündemde yer bulamadı. Hakeza daha sonra meydana gelen “kaza”lar da öyle…
Bahsi geçen “kaza”ların meydana geldiği yer ve geliş biçimleri bu yazının konusu olmadığı için burada değinmeyeceğim. Ancak üzüntülerimiz ve tepkilerimiz ölü sayısı ile doğru orantılı bir şekilde gelişecekse ve bir süre sonra bütün yaşananları unutup normal hayatımıza devam edeceksek, bu noktada en azından samimiyet açısından ciddi sıkıntılarımız var demektir.
Hâl böyle iken ne Soma’da ölen 301 kişi ne Şırnak’ta ölen 4 kişi ne de dünyanın başka bir yerinde iş “kaza”sı sonucu hayatını ve sağlığını kaybeden tek bir kişi bile birbirinden farklı değerlendirilmelidir.
İş “kaza”larında yaralanıp ölünen ama hasta olunmayan ülke: Kuzey Kıbrıs
Soma faciası Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en vahim “kaza”sı olarak tarihe geçti. Dünya literatüründe de en fazla sayıda kişinin hayatını kaybettiği “kaza”lar arasında gösterilecek. Bu sebeple kısa sürede olmasa da, uzun vadede bu facianın çeşitli sonuçları olacağını söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar son dönemlerde Kıbrıs’ta, Türkiye’de yaşanan toplumsal olaylara tepki veren demokrat, solcu veya vicdanlı insanlar “Türkiye ile entegre olmakla” eleştirilse de durum pek öyle değil.
Önümüzdeki dönemde muhtemelen iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili konular, tüm dünyada yeni bir bakış açısı ile değerlendirilmeye başlanacak. Özellikle denetim bacağında meydana gelen aksamalarla ilgili bir takım gelişmeler yaşanacaktır. Dünya’da bu gelişmeler şekillenirken Kıbrıs’taki duruma ilişkin ne gibi bir tavır alacağımız ise bu konudaki tartışmaları hangi oranda canlı tutacağımız ve konuya hangi pencereden baktığımızla ilgilidir.
Bu bakımdan ülkemizde yaşanan iş “kaza”ları ile ilgili istatistiklere genel hatları ile göz atmak faydalı olabilir. Özellikle son 5 yıllık dönem ve içinde bulunduğumuz yılın ilk üç ayına ait veriler dikkate değerdir.
2009-2014 (Mart ayına kadar) arası “kaza” istatistikleri
Son 5 yıl 3 aylık süre içerisinde ülkemizde meydana gelen iş “kaza”larında 1319 kişi yaralandı, 27 kişi ise hayatını kaybetti. Ölümlü “kaza”lar açısından bakıldığı zaman rakamların yanlış olma ihtimali pek yok. Çünkü her ölümlü “kaza”da polis ve diğer ilgili kurumlar devreye girer. Bu sebeple ölümlerin kayıtlara yansımaması mümkün değil. Ancak yaralanmalı “kaza”lar her zaman gerçeği yansıtmayabilir. Bir iş yerinde gerçekleşen ancak hastaneye gitmeyi gerektirmeyen “kaza”ların kayıt altına alınamadığı biliniyor. Ancak bu noktada gözden kaçmaması gereken önemli bir husus var. O da Çalışma Dairesi’nin internet sitesinde yayınlanan raporlarda yer alan “Meslek Hastalığı Taramalarında Hastalık Bulgusuyla Tedavi Altına Alınan İşçilere İlişkin Bilgiler” çizelgesinin uzun yıllardan beri tamamen boş olmasıdır.
Her yıl 200’den fazla yaralanmalı “kaza”nın ve “kaza”lar sebebiyle ortalama 5 kişinin hayatını kaybettiği bir ülkede, hiç kimse meslek hastalığı bulgusu ile tedavi altına alınmıyorsa burada bir gariplik vardır. Aslında verilerin neden böyle çıktığını tahmin etmek zor değil. Ancak vardığım sonucu teyit etme ihtiyacı duyduğum için, hem Sağlık Bakanlığı hem de Çalışma Bakanlığı yetkililerinden bilgi almaya çalıştım. Durum tam da beklediğim gibi çıktı.
Ülkemizde henüz meslek hastalıklarını tespit edecek bir birime, donanımlı bir hastaneye sahip değiliz. Üstelik ne kadar bir süre içerisinde sahip olacağımız da bilinmiyor. Hâlbuki iş sağlığı ve güveliği yasamız 2008 yılından beri yürürlükte bulunuyor. Ayrıca bu yasa Avrupa Birliği müktesebatına uyumlu bir biçimde (Avrupa ile entegre mi olduk ne?) hem koruyucu hem de önleyici hizmetlerle ilgili düzenlemeler içeriyor. Ancak yasanın uygulanması noktasında kamu birimlerince bir zorlama yapılmadığı için, bu konuda henüz yol alabilmiş değiliz.
Yasadan beklenen iş yerlerinin “kaza” risklerini tanımlayarak, bunlara yönelik önlemler almasıydı. Yapılan çalışmalar kamu tarafından denetlenecek ve uygulama sonuçları takip edilecekti. Gelin görün ki iş sağlığı ve güvenliği konusuna özel ilgi gösteren birkaç kurumsal şirket dışında kimsenin bu konuyla ilgilendiği yok. Hatta devletin kendi yaptığı işlerde bile bu kuralların ihlâl edildiği günlük yaşamımızda canlı örnekler olarak karşımızda duruyor (yol kenarlarında veya refüjlerde temizlik yapan çalışanlar). Denetimlerse hâlâ yapılmıyor!
Gerek denetimle ilgili hususların gerekse meslek hastalıklarının tespiti ile ilgili yapılması gereken yatırımların kamu bütçesine ciddi maliyeti olacağı aşikâr. Ancak bununla ilgili vereceğimiz kararlar, yukarıda da bahsetmiş olduğum gibi bizim bu konuları hangi pencereden algıladığımızla ilgili.
Kamu bütçesi yeterli değil diye insan hayatını hiçe sayıp, “yeterli elemanımız yok” diyerek denetimlerden kaçmak, bu pencereyi daraltıyor. Bu bakımdan denetim mekanizmasını etkinleştirmek ve yasanın gereklerinin yerine getirilmesini sağlamak için kamu kurumlarına, bu alanda uzman kişilerin istihdamını gerçekleştirmek gerekiyor.
Aynı şekilde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili alınacak olan tedbirler de işin doğası gereği işletmelerin belli bir bütçe ayırmasını gerektiren bir durum. Ancak denetim mekanizmasının etkinleştirilmesinin bu alanda bir hareketlenmeye yol açacağı gün gibi ortada.
Aslına bakarsanız, çalışanların bir “kaza” sonucu aniden ölmesi ile meslek hastalıkları sonucu yavaş yavaş ölmesi veya sağlığını kaybetmesi arasında bir fark yok. Her ikisi de cinayet! Ve biz bu cinayetlere karşı yapmamız gerekenleri yapmayarak veya susarak az da olsa işlenen suçlara ortak oluyoruz. Bu konularda akıl yürütmediğimiz, söz söylemediğimiz her gün hepimiz sorumluluk altındayız. Tablolarda yer alan veya “almayan” rakamlarsa, bu sorumluluğu uzun süre taşıyamayacağımızı gösteriyor.
-----------------------------------
(Verilerin tamamı KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı Çalışma Dairesi’nin internet sitesinden alınmıştır. Daha geniş incelemeler yapmak isteyenler https://www.calisma.gov.ct.tr adresindeki istatistikler başlığı altında yer alan faaliyet raporlarına ulaşabilir).