Belki Başbakan Bilmiyor ama Yardımcısı da mı Bilmiyor?!…
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Covid-19 Pandemi’sinin etkililiği konusunda bilimsel veri tabanına dayanarak dünya ülkelerini ‘Yüksek–orta–düşük risk ülkeleri’ olarak sınıflandırdı. “Evde Kal” programını aşamalı olarak kaldırma sürecine giren ülkeler bu sınıflandırmaya göre diğer ülkelerle olan giriş-çıkış ilişkilerini düzenlemeye, önlemlerini belirleyip uygulama ile ilgili kararlarını da almaya başladı.
DSÖ’ye göre Türkiye yüksek risk ülkeleri arasında yer alıyor; dolayısıyla daha düşük risk grubundaki ülkeler Türkiye’ye kapılarını açmayı ötelemektedir. Ancak, KKTC’in Tatar-Özersay Hükümeti Türkiye’yi ‘Düşük risk grubu’ ülkesi olarak nitelendirip, KKTC’nin kapılarını buna bağlı olarak açmaya karar verdi. Ne yani, ABD’nin Trump’ı DSÖ’yü takmıyor da KKTC’nin Tatar-Özersay’ı mı takacak?! Hem eskiden Rauf Denktaş’a göre “Gelen Türk – giden Türk” idi ya… Şimdi de, Tatar-Özersay’a göre “Hasta olan Türk – Hasta olacak olan da Türk”… Kıbrıslı Türkler için değişen bir şey yok; biri Kıbrıslı Türklere “Gitsen kaç yazar?!” diyordu, şimdikiler de “Türkten Türke ölüm caizdir” diyor. Bari kılıfını minareye göre dikselerdi; onu bile becerememişler…
Halbuki Annan Planı kendilerine ipucu verirdi… Başbakan Tatar’ın pek de konusu olmadı Annan Planı ama yardımcısı Özersay bu planı kelime-kelime biliyor olmalıydı… Planda, AB’ye girecek olan Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye’ye “Most Favoured Nation (MFN)” statüsünü verecekti; Türkçesi “En çok Kayrılan Ülke / En çok Gözetilen Ulus / En Ziyade Müsaadeye Mazhar Memleket”…
Annan Planı’na göre Türkiye’nin askeri garantörlüğü ile can güvenliğini sağlayan Kıbrıslı Türklerin, ekonomilerinin de güvenliğini sağlayabilmek için Türkiye ile ilişkilerde özel konuma ihtiyaç duyduğu tezi vardı… Türkiye’nin de, AB üyesi Kıbrıs’a, hele ki Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’ne kendi yurttaşlarının vize ile girebilmesini, Türk sermayesinin serbest dolaşamamasını kabullenmede isteksizliği vardı. Ayrıca, Kıbrıs Türk ekonomisi için önemli olan yüksek öğrenim sektörünün unsuru da Türkiye’den gelen öğrenciler idi ve onlara vize uygulaması Kıbrıs Türk ekonomisi için tehdit ve tehlike idi… Çözümü uluslararası bir uygulama modeli olan MFN statüsünün Türkiye’ye verilmesi idi; Portekiz de AB’ye üye olurken benzer bir statüyü Brezilya’ya vermişti.
Dolayısıyla, Tatar-Özersay Hükümeti, KKTC Devleti adına Türkiye ile anlaşma imzalayarak MFN (En çok Kayrılan Ülke / En çok Gözetilen Ulus / En Ziyade Müsaadeye Mazhar Memleket) statüsü verse, şimdi yapıldığı gibi dünyanın normlarını tahrip ederek değil, uygulayarak bir sonuç üretebilirdi. Şimdilerde konu ile ilgili olarak yapılan bilimsel yönden haklı tepkilere hükümetin hukuki yanıtı olabilirdi. Bu konuların Başbakan Tatar’ın dağarcığına girmemiş olması mümkün ama Başbakan Yardımsıcı Özersay’ın profesörü olduğu mesleki konunun kapsamındadır.
Şimdi buna tepki olarak birileri “Bunların kılıfını diken terzi misin?” diyebilir; hem de Kıbrıs sorununun BM Ölçütlerinde çözülmesini haykıran birileri… Bu kılıf Annan Planı’nda dikildi ve Kıbrıslı Türklerin kahir ekseriyeti de o plana “Evet” dedi; terzi belli… Bundan sonra bulunacak çözümde de Türkiye’nin Annan Planı’ndaki bu konumunu koruyacağı kesindir. Dolayısıyla, kılıf atıl olarak durmakta, beklemektedir. Şimdilerdeki tartışmanın konusu da “Tatar-Özersay! Pandemi tehlikesine rağmen bunu nasıl yaparsınız?” tarzlı duygusal nitelikli zemininden çıkar, neyi nasıl yapmak-yapmamak tarzlı bilimsel gerçekçi zeminine girer. Bu zemin de sağlıkla ilgili doğru kararı, daha sağlıklı bir şekilde almak için gerekli ve güçlü bir ortam yaratır.