Bellek Savaşları ve Geçmişi Değiştirmek
Walter Benjamin geçmişi ya da geçmiş algısını değiştirmeyi çok önemsiyordu. Öğrendiğimiz geçmişin galiplerin, hâkim sınıfların, kısaca, iktidarların yarattığı bir geçmiş olduğunu biliyordu. Bu yüzden, gerçek bir kurtuluş, yani özgürleşmek için geriye bakarak geçmişi değiştirmemizi istiyordu. Bununla söylemek istediği, geçmişte olup biten olayları tersine çevirebileceğimiz değildir elbette. Burada kastedilen şey, geçmişe yüklenen anlamı değiştirebileceğimizdir. Geçmişin anlamını değiştirmek ise geçmişte yaşanılan haksızlıkları, şiddet ve acıları suskunluğa mahkûm edilmekten kurtarmak ve şimdiki zaman içinde saklı duran dönüştürücü potansiyeli yakalamaktır. Bu bakımdan geçmişi hâkim sınıfların/iktidarların elinden kurtarmadan geleceği kurtaramayız. Başka türlü söylersek, geleceği kurtarmaya dönük her çaba, geçmişin anlamını da değiştirmekle mükelleftir. Bunu yapmadığımız sürece, “ölüleri yeniden öldürürüz”.
Türkiye televizyonlarında sık sık Ahmet Kaya’nın yıllar önce Kürtçe şarkı söylemek istediği için nasıl linç edilmek istendiği anlatılıyor. Ahmet Kaya o olaydan sonra Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı ve gittiği Paris’te genç yaşında öldü. Bugün TRT 6’da sabah akşam Kürtçe şarkılar söyleniyor. Peki Ahmet Kaya’nın uğradığı haksızlığın hesabını kim verecek? Bu haksızlık TRT 6 Kürtçe şarkılar söylüyor diye ortadan kalkar mı? Kalkmaz. Ahmet Kaya’yı sürgüne ve ölüme götüren geçmiş, ele geçirilip sergilenmeden, yani, tartışmaya açılmadan, bilgisine varılmadan TRT 6 Kürtçe şarkılar söylese de, Ahmet Kaya yeniden öldürülmekten kurtarılamaz. Ülkemizde yarın bir anlaşma olsa Kıbrıslı Rumların ve Türklerin uğradığı haksızlıklar sona erer mi? Ya da Amerika’da Afrika kökenli bir Başkan seçildi diye kölelerin uğradığı haksızlıklar yok sayılabilir mi? Elbette hayır.
Geçmişte yaşanılan haksızlıkları ortadan kaldırmak mümkün değildir elbette. Fakat geçmişte yaşanılan haksızlıkları sergileyecek yeni bir geçmiş okumasıyla geçmişten farklı anlamlar çıkarabiliriz. Yani, geçmiş karşısında bütünüyle çaresiz değiliz. Örneğin Fazıl Önder’in unutulup unutulmayacağına, hatırlanıp hatırlanmayacağına biz karar verebiliriz. Onun geçmişte vahşice öldürülmüş olduğu vakıasını elbette değiştiremeyiz ama onun öldürülmesine yüklenmek istenen anlamı değiştirebiliriz. Onu “vatan haini” damgasıyla unutuluşa mahkûm edilmekten kurtarıp, yaşatabiliriz ve bu anlamda geçmişi değiştirebiliriz. Ve bunu yaptığımız zaman, geçmişi olduğu kadar, geleceği de etkileyebiliriz. Bunu yapmadığımız sürece değil geçmişi kurtarmak, geçmişte öldürülenlerin yeniden öldürülmesini engelleyemeyiz. Kısacası, geçmiş karşısında zannettiğimiz kadar çaresiz değiliz, çünkü geçmiş/tarih “kader” değildir. Geçmişte yaşananlar yaşanılmak zorunda olmadığı gibi, yaşanıldığı gibi de yaşanmayabilirdi. Bunun da ötesinde, önümüze konan geçmiş okumalarının, Benjamin’in dediği gibi, “kuralları hâkim sınıfların koyduğu bir arenada gerçekleştiğini”, yani iktidarların bir kurgusu olduğu hiç bir zaman akıldan çıkarılmamalıdır.
Gerçek iktidarın geçmişi denetleyen iktidar olduğu tezinden yola çıkarsak, aslında sürekli bir “bellek-savaşı” içinde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Bu bağlamda, geçmişle yüzleşme konusunda Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumlarında yaşanan gerilimleri geçmişin bilgisini denetlemek için yapılan mücadelelerin bir parçası olarak değerlendirebiliriz.
Marcel Proust, “gerçeklik ancak bellekte şekil bulur” diyordu. İktidarlar bu gerçeği iyi biliyor. Bu yüzden her iktidar odağı, aynı zamanda, bir “bellek-denetleyicisidir”. Tam da bu yüzden, yeni bir bellek yaratmak dönüştürücü bir edimdir. Yine bu nedenle, geçmişin bilgisine erişmek, asla sadece akademik bir uğraş değil, entelektüel/siyasi bir angajmandır. Çünkü geçmişe bakmak için yaptığımız hamlelerde farkında olalım ya da olmayalım, iktidarların gölgeleri vardır. İşte bu yüzden akademik kaygının dışına çıkmak ve tarihte ezilen, baskı altına alınan ve susturulanları açığa çıkarıp görünür kılmak entelektüelin turnusol kâğıdıdır.