Bellek Tiyatrosu
Bellek Tiyatrosu
İnsanı ‘var eden’ yegâne şey belleği midir?
Bellek, insanın bir varlık olduğunun farkında olmasındaki en önemli unsurlardan birisi belki de. Herşeyi unutmak kadar, herşeyi hatırlamak da, birey için son derece sıkıntılı olabilmekte. Gabriel García Márquez’in ünlü romanı Yüzyıllık Yalnızlık’taki başkarakter José Arcadio Buendía, Macondo kasabasını arkadaşları ile birlikte kurduktan bir süre sonra herşeyi unutmaya başlar. Belleği ‘uçup-gitmiştir.’ Herşeyi unutmak başlı başına bir sorun olduğuna göre, unuttuklarını hatırlamak maksadıyla her nesnenin ne olduğunu yazarak belleğini geri almaya çalışır Buendía.
Bir diğer ünlü yazar Jorge Luis Borges’in “Funes el Memorioso [Bellek Funes]” adlı kısa öyküsünde ise Márquez’in karakterinin tersine, hiçbir şeyi unutamayan bir karakter konu edilir. Hiçbir şeyi unut(a)mamanın, tıpkı herşeyi unutmak gibi bir sorun olabileceğini anlatırken, bellek ve insanın var olması üzerine düşündürücü bir nokta içeriyor her iki yapıt da…
Belleğin güçlendirilmesi veya kontrol altına alınabilmesi aynı zamanda geleceğin bilinebilmesi (veya kontrol altına alınabilmesi) anlamlarına geldiğinden, apayrı bir önem taşımakta. Günümüzün önemli filozoflarından Simon Critchley’in Bellek Tiyatrosu adlı eseri, bu bakımdan ilginç bir çalışma olarak göze çarpmakta. Etik felsefesi ve postyapısalcılık (özellikle yapısöküm) alanlarında çalışmaları bulunan Critchley’in novellası, tahmin edilebileceği üzere, felsefe ile ilgili. Kitabın arkasındaki not da bunu işaret ediyor: “Edebi bir kurmaca, yer yer otobiyografi, felsefli bir risale ve tarihsel bir inceleme…”
Bazı çalışmalarını gerçekleştirmek maksadıyla New York’a taşınan ana karakter, Essex Üniversitesi’ndeki ofisini boşaltmak üzere oraya gittiğinde, eski felsefe hocası ve yakın dostu Michel Haar’ın vefatından sonra kendisine yollanmış bazı kutulara rastlar. Kutularda, Haar’ın yayımlanmamış yazıları ve notları ile birlikte, içerisinde çeşitli burçlar ve bunların yanında bazı filozofların hayatlarındaki önemli anlar, doğum ve ölümleri ile ilgili astroloji kartları bulmasıyla, heyecanı artar. Işin ilginç yanı, kartlardan bir tanesi de kendisi ile ilgilidir. İlk başlarda kendisi ile ilgili kısmı dikkate almamış gibi yapsa da, sonrasında o kutuyu da incelediğinde Giulio Camillo’nun dönemin neredeyse bütün bilgi birikimini içeren “Bellek Tiyatrosu” maketini bulmasıyla, kendi içinde bir yolculuğa çıkar. Böylece, bir yanda Critchley bizi felsefe tarihinde konu ile ilgili bir yolculuğa çıkarır… Bu tarihsel inceleme sayesinde, Leibniz’in “monad” kavramını nereden nasıl aldığından tutun da, hermetizm ve hatırlama tekniklerine varana kadar kısa ama yoğun bir bilgi sunuyor okurlarına yazar. Öte yandan, anlatıcı Simon Critchley’in Michel Haar ile olan dostluğunu, Haar’ın yapıtlarını ve tüm bunları da ayrıca öğrenme fırsatına tanık oluyoruz. Kendi geleceğinin Haar tarafından astroloji kartında yazıldığını gören anlatıcı Critchley, kartları okuduktan sonra, geçmişte kendisinden başka kimsenin bilmediği noktaları da görünce, ilk anda şaşırıp, sonrasında ise hayatının sonunu, Haar’ın belirttiği şekilde bekliyor… "Ölüyordum. Orası kesin. Gerisi hikâye" (s. 7).
Bu ve buna benzer birçok konuyu içeren, hacim olarak küçük ancak düşünsel olarak birçok bilgiyi içkin bir novella Critchley'in eseri. Belleğin ne olduğunu, ne amaçlara hizmet ettiği üzerine düşünme fırsatı sunması bakımından dikkate değer bir çalışma Bellek Tiyatrosu. Geleceği tahmin etmek ve bellek arasında nasıl bir ilişki vardır? İlk baştaki soruya geri dönecek olursak, insanı ‘var eden’ yegâne şey bellek midir? Kitaptaki şu cümle dikkat çekici: “Gece gökyüzüne baktığımzda tek gördüğümüz geçmiştir; ne kadar ileri bakarsak o kadar gerileri görürüz. Geleceği görmek için içe dönmemiz lazım” (s. 38).
Kitap: Simon Critchley. Bellek Tiyatrosu. Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Metis, 2015, 70 sayfa.