1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ben de Senden…
Ben de Senden…

Ben de Senden…

"Şimdi, aynada yorgun yüzünü inceliyordu. Son zamanlarda yaşadıkları, gözlerindeydi. Dikkatini kendinden uzaklaştırdıkça konuşmalar yükseldi. Bazı kelimeler tanıdıktı... "

A+A-

 

Feray Atamert
[email protected]

Bürodan çıktı. Bugün o kadar çok şey yaşamıştı ki hangisine üzüleceğini bilemedi. Gözleri doldu. Çantasından gözlüklerini aldı. Evet, bu saatte güneş gözlüğüne ihtiyaç yoktu ama gözlerinin onu ele vermesini istemezdi.

Eve gitmek istemedi. İçindeki çöplerden kurtulmak sonra gitmek daha iyi olurdu. Vitrinlere baka baka biraz yürürüm, diye düşündü; sonra vazgeçti. “Zaten kuaföre gitmem gerek.”

Bu akşam kuaföre gitmek sadece saçlarına değil ruhuna da iyi gelecekti. Yıllardır aynı kuaföre giderdi. Dükkânın sahibi son derece kibar, anlayışlı, sohbeti hoş bir kadındı. Dükkânda kendisi çalışır, yanında da çırağı olurdu. Yıllardır işini büyütmeyi düşünmemişti. Bu mesleğe başladığından beri değişmeyen müşterileri olduğunu söylerdi. Bununla gurur duyar, müşterilerimle birlikte büyüdüm, derdi.

Her zaman aynı güler yüzle karşılardı onu. “Hoş geldin, Ayla Hanım hemen kahveni yapıyorum.” Kahve tam istediği gibi gelirdi. Sade, bol köpüklü… Kırmızı fincanda…

Biraz da  kahve ve sohbet için giderdi aslında oraya.

(Gerçi son günlerde çok da eskisi gibi hissetmiyordu. Dükkânın yeri değişmiş üstelik yeni bir çırak alınmış, eskisi gitmişti. Oldu olası değişiklikleri sevmezdi. On beş yıldır aynı kuaföre gitmesi de bundandı. )

Hızlı adımlarla park yerine ulaştı. Bir an önce buradan uzaklaşmalıydı. Kendini topladı. Gözaltlarına işaret parmaklarıyla hafif hafif dokundu. Yüzüne bir gülümseme maskesi taktı. Hazırdı. Arabasına bindi. Kuaför çok uzak değildi. Kısa bir süre sonra dükkânın karşısındaki park yerindeydi. Çantasını aldı, arabasından indi, karşıya geçti.

Kuaförü onu içten bir gülümsemeyle karşıladı. “Hoş geldiniz, Ayla Hanım.”

Kuaför, bir müşterisinin saçını boyuyordu. Böyle durumlarda çırağına yeni müşterinin saçına ne yapılacağını söyler, bir yandan da çırağın işini takip ederdi.

“Türk köyünde büyüdüğüm halde ninemden Rumcayı öğrendim. Kapılar açıldıktan sonra Rum müşterilerim oldu, dillerini bildiğim için kolay anlaştık. Gerçi sadece dil değil bizi bağlayan. Uzun bir geçmiş var birlikte yaşanan. O kadar ortak yanımız var ki sohbet etmek çok keyifli oluyor.” demişti kuaförü bir gün.

Şimdi de bu sohbet Rumcaydı.

Kuaför çırağına seslendi: “Ayla Hanım’a önce güzel bir kahve yap, sonra da saçını güzelce yıkayıp cilayı sür. ”

(Kahve içmeyi çok severdi. Tadı kadar kokusunu da…  Kahve içmek her zaman iyi gelirdi ona; yorgunluğunu alır hatta biraz yatıştırırdı. Şimdi içtiği kahvenin tadını bile alamadı.)

Saçları yıkandı cila sürüldü. Saç yıkama banyosuna ensesini dayayarak on dakika beklemesi gerekiyordu. Çok yorgundu. Gözlerini kapadı. Dün gece olanlar yüzünden uyumamış, üstelik bugün korkunç bir gün geçirmişti. Yaşadıklarını o kadar yoğun düşündü ki kendinden geçer gibi oldu. Uyumakla bayılmak arası bir duyguydu bu. “Yasımı yalnızken tutmalıyım. İçimde büyüyen kırgınlığı en azından gece yatağa girene kadar ertelemeliyim. Diğerleri umurumda değil ama sevdiğim, değer verdiğim kişilerin beni yalnız bırakması canımı çok yaktı. Ben böyleyim işte. Bu acı, sevdiğim birini kaybetmiş gibi yoğun bir yas süresiyle dinecek.”

Çırağın neşeli sesiyle kendine geldi. “Saçınızı yıkayıp föne geçebiliriz.”

Şimdi, aynada yorgun yüzünü inceliyordu. Son zamanlarda yaşadıkları, gözlerindeydi. Dikkatini kendinden uzaklaştırdıkça konuşmalar yükseldi. Bazı kelimeler tanıdıktı. Çocukken babaannesinden öğrendiği kelimeleri hatırladığını fark etti. Çok eski zamanlardan, iyi bir roman olur dediği günlerden bir fısıltı gibiydi bu sözler.

Rum müşterinin de saçları yıkandı. Şimdi yan yana koltuklarda oturuyorlardı. Kuaförü, Ayla Hanım’la da sohbet etmek için böyle yapmıştı. Sohbet devam ederken bir süre sonra kuaför, iki müşterinin tercümanı oldu. Maria, köyünden Güney’e göç etmek zorunda kalmıştı. “Biz de Kuzey’e göç ettik” dedi Ayla. Savaşın kazananı olmaz, diye tercüme etti kuaför Maria’nın dediklerini. “Herkes için zordu. Ben annemden dinledim savaşı, göçü. Babam hiç anlatmazdı. Savaşta yaşadıklarıyla ilgili hiçbir şey anlatmazdı. Büyük bir sırla da öldü. Küçüktüm, o günlere dair çok anım yok ama nedense çok acım var.” Kuaför, Ayla Hanım’ın dediklerini tercüme etmeden önce biraz durdu. Maria, aynanın önündeki peçetelerden aldı. Gözüne bir şey kaçmıştı.

Ayla, aynı dilde konuşmadıklarını unutmuş gibi Maria’ya “Size bir şey anlatacağım” dedi. Durmadan anlatıyor tercüme işini zorlaştırdığını fark etmiyordu bile. “Bundan beş yıl önceydi. Çocukluğumun gençliğimin geçtiği eve, evin sahipleri gelmiş. Annem onları holün yanındaki misafir odasına almış. Annem o günü anlatırken her zaman duygulanır. Kadının adı Maria’ymış. Seninki gibi… Maria sürekli hole doğru bakıyor oturdukları yerden görülmeyen diğer odaları görmeye çalışıyormuş. Annem isterseniz evi gezebilirsiniz, demiş. Maria utanarak ben, demiş, ben rüyamda yatak odalarının yandığını gördüm. O yüzden böyle davrandım kusura bakmayın. Annemin göz pınarlarındaki yaşlar durmamış artık. Evet, demiş annem, yandı. Tamir ettik ama parkeleri ve duvar dolabını kurtaramadık. Annem ve Maria birbirlerine sarılıp ağlamışlar. İnsanın evinin yanması çok acı…”

Fön makineleri sustu. İki dil birlikte konuştu.

“Ben yangın haberini alır almaz gençliğimin evine koşmuştum. Yangın annemler evde yokken çıkmış. Elektrik kontağı dediler. Neyse ki diğer odalara sıçramadan söndürülmüş. Gençliğimin yandığını hissetmiştim o gün. Annem, yıllar sonra bu olayı anlatırken, “Onlar sadece beş yıl yaşamışlar bu evde. Özenerek yaptırdıkları bu güzel evde… Sadece beş yıl… Yangında sadece bizim anılarımız yanmadı kızım, evliliğinin ilk yılları yandı Maria’nın.” demişti.

Kuaför, bitkin bir sesle son cümleyi de tercüme etti.

Ayla, çocukken bile ağlamazdı. Ağlamayı bir zayıflık olarak görür; kimsenin önünde böyle görünmek istemezdi. Annesi, ağlamak içindeki zehri akıtır. Ağla kızım, derdi. Bunun doğru olduğunu içten içe bilir ama ağlamazdı. Babası öldüğünde bile içine akıtmıştı gözyaşlarını.

Şimdi, annesinin ve Maria’nın gözyaşlarını yanaklarında hissetti. Peçete uzattılar. Onun da gözüne toz kaçmıştı. Buraya günün sıkıntısından uzaklaşmak için gelmişti. Sadece anlatmak istemişti. Şimdi neden böyle olduğunu anlamıyordu. Bugünün acısıyla geçmişin acısı birlikte ağlıyordu.

Kendini hemen topladı, gülümsedi, gözyaşlarının boğazında biriktiğini kimse görmedi,  yutkundu.

Maria, gözleri yaşla dolu “Senden çok özür dilerim, seni evinden gitmek zorunda bıraktığım için” dedi.

Ayla: “Aslında ben bugün zor bir gün geçirdim. Ağlama sebebim bu. Ben böyle değilim. Ben güçlü bir kadınım. Ağlamam. Babam öldüğünde bile ağlamadım ben.  Ben,  aslında ben de çok üzgünüm. Seni evinden gitmek zorunda bıraktığım için. Keşke… Keşke…”

Hiçbirini söylemedi. Bunları söylemeye gücü yoktu. Konuşmaya başlasa sanki gözyaşlarını durduramayacaktı. Ağlamaktan nefret ederdi. Ağzından kendine bile garip gelen bir sesle şu sözcükler döküldü. “Ben de senden…”

                                                                                 

Bu haber toplam 2566 defa okunmuştur
Gaile 469. Sayısı

Gaile 469. Sayısı