1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ben “Edebiyat’ım”;  Sen Nesin Ey Covid? Edebiyat Merceğiyle Bulaşıya Bakışlar
Ben “Edebiyat’ım”;  Sen Nesin Ey Covid?  Edebiyat Merceğiyle Bulaşıya Bakışlar

Ben “Edebiyat’ım”;  Sen Nesin Ey Covid? Edebiyat Merceğiyle Bulaşıya Bakışlar

Biz bu sisli manzaralara, yılların imbiğinden geçerek bulaşıyla atbaşı giden edebiyatın kurgusallığında geri dönüyoruz bu satırlarla.

A+A-

 

Metin Karadağ
Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi
[email protected]

 

No, coronavirus is NOT like THE STAND. It’s not anywhere near as serious.
It’s eminently survivable. Keep calm and take all reasonable precautions.

Stephen King
@StephenKing
12:36 AM, Mar 9, 2020
(Tweeter’dan)

 

Yüzyıllara ve farklı anakaralara yayılmış veba, kolera, grip, çiçek vd. salgın hastalıklara ilişkin çalışmalar; siyaseti, sosyo-ekonomik yapıları ve bireysel - toplumsal ilişkileri anlamamıza yardımcı olur. Salgınlar en erken zamanlardan günümüze, insanlık tarihini demografik, kültürel, politik, finansal ve biyolojik olarak farklı zamanlarda etkiledi: İlk veba salgınları, insanın kutsalla ilişkileri hakkında sorular ortaya çıkardı. Sarı humma, Haiti devriminin başarısına yol açtı. Kolera salgınları, sanayi devrimiyle bulaşının işçiler ve yoksullar arasında yayılması için nasıl sefil koşullar yarattığını gözler önüne serdi. 1918-1920 küresel grip salgını, bireysel özverinin fışkırmasına yol açtı.

Günümüzde COVID-19, tuhaf biçimlerde hepimizi değiştirmeyi vaat ediyor. Bu, yaşamları ve kültürleri bir öncesi ve sonraya bölen, paradigma değiştiren bir olaydır. Bulaşı sonrası hepimiz değişmiş olarak ortaya çıkacağız, ancak bu değişikliklerin nasıl tezahür edeceği kesin olmaktan hayli uzak. Bu salgının duyusal detayları - doktorların ve hemşirelerin endişe ve yorgunluktan kırışmış maskeleri, yüzleri, tecridin ızdıraplı ânları, antiseptik kokular, boş sokaklar, hasta yatakları, tabut yığınları - zihnimize ve bedenimize girerek noktalanmış olsa bile sefil yaşanmışlıklar…gibi film şeridi gibi akmakta gözlerimizin önünde…

 Biz bu sisli manzaralara, yılların imbiğinden geçerek bulaşıyla atbaşı giden edebiyatın kurgusallığında geri dönüyoruz bu satırlarla.

Grip salgınından ortaya çıkan bulaşı edebiyatı, şimdi anılarımıza derin şekillerde hitap ediyor ve tam da sanatın üstün olduğu durumlarda bağlantılar sunuyor: Duygusal manzaralarda, geçmiş bir ânın şimdiki zamana yansıması, bedende yaşanan acıların anlatılamaz konuşmalarında türeyen deneyimlerimiz ve dünya algımız… Pandemiler toplu katillerdir. Veba, çiçek hastalığı, grip ve kolera gibi hastalıklar aileleri mahvetmiş, kentleri, kasabaları silmiş; yaralı ve korkmuş nesiller bırakmıştır. Salgınların neden olduğu yıkım, Hindistan'daki birçok büyük yazarları etkiledi - Rabindranath Tagore, Premchand, Suryakant Tripathi 'Nirala', Fakir Mohan Senapati, Thakazhi Sivasankara Pillai ve diğerleri- bu bağlamda unutulmaz şiirleri, kısa hikâyeleri ve romanları yarattılar. Delhi Üniversitesi'nden İngiliz edebiyatı uzmanı Harish Trivedi. Tagore'un Puratan Bhritya (The Old Manservant adlı uzun şiirinde efendisini sağlıkla besleyen, sürekli ihtimam gösteren ancak çiçek hastalığına yenik düştüğü için ölümü önleyememekle suçlanan bir evin hizmetçisinin acılı hikâyesini anlatır. Hindistan'da tahminen 12-17 milyon ve dünya genelinde de 50 milyon ile 100 milyon arasında hayatı söndürdüğü iddia edilen 1918 İspanyol gribinin hareketli bir anlatımı, Ahmed Ali'nin Delhi'de Alacakaranlık adlı romanında karşımıza çıkmaktadır. Eserde, daha sonra Pakistan'a göç eden Delhi doğumlu yazar, kefen hırsızların mezarlardan çarşafları nasıl çaldığını ve salgın sırasında mezar kazıcılarının ücretlerini nasıl dört kat artırdığını anlatır. Mezarın düzgün kazılmış veya yeterince derin olup olmadığını görme zahmetine girmeme gibi tüyler ürpertici motifler, bu edebiyatın acılarla kurgulu; gerçek ama buz suretini gösterir okuyucuya (1).

İnsanlığın en eski ölümcül düşmanı olan bulaşılar, edebiyatın icadından bu yana Batı’da da sanatçılara temalar sağlamıştır. Homeros'un İlyada'sı ve Boccaccio'nun Decameron'undan Stephen King'in The Stand adlı yapıtına (Eserde  "Project Blue" /Mavi Proje/ adlı biyomühendislik ürünü bir süperak, bir Amerikan askeri üssünden sızar; yıkımlara yol açacak olan Pandemonium başlar) kadar, pandemiler hakkındaki hikâyeler - Batı edebiyatı, tarih boyunca – katarsis işlevi üstlenerek güçlü duyguları işleme yollarını ele alan ve insanların toplumsal sağlık krizlerine nasıl tepki vermesini öngören pek çok motif ve epizotların işlendiği geniş bir külliyat oluşturmuştur. Homeros'un İlyada'sı bir Yunan kampında karşılaşılan veba ile başlar. İlyada, anlatıya dahil olan tüm karakterlerin yanlış değerlendirilmiş davranışlarından kaynaklanan bir felâketin anlatı çerçeveleme aracını sunar.

 Avrupa kanonunda, Rönesans hümanisti Giovanni Boccaccio tarafından 1340'ların sonlarında ve 1350'lerin başlarında yazılan Decameron ile başlatılan zengin bir külliyat bulunmaktadır. Bu yapıtta 14. yüzyılın ortalarında Avrupa'yı kasıp kavuran "Kara Ölüm" ele alınarak "Yedi kadın ve üç erkek kahramanın salgından kaçınmak için Floransa'nın dışındaki bir villaya çekilmeleri ve orada, iki hafta izole edilmiş hâlde, birbirlerine her gün farklı temalarda canlı, tuhaf ve çoğu zaman ürpertici hikâyeler anlatarak zaman geçirmeleri işlenir. Daha sonra Londra'da ortaya çıkan veba salgını, Robinson Crusoe yazarı Daniel Defoe'ye A Journal of the Plague Year'ı yazması için ilham verir. 1655'te geçen ve 1722'de yayınlanan romanın, edebiyat araştırmacılarınca büyük olasılıkla kısmen yazarın amcasının günlüklerine dayandığı ileri sürülmektedir. Öte yandan eleştirmenler, Coronavirus karantinasında tüm dünyada en çok okunan kitap olarak kabul edilen Emily St. John Mandel'in Station Eleven (Onbirinci İstasyon) adlı eserinde "Bir domuz gribi salgını dünya nüfusunun çoğunu yok ettikten sonra, bir grup müzisyen ve aktör, sanatlarını canlı tutmak için yeni kurulan yerleşim yerlerinde dolaşarak hayatta kalma savaşı verirler.  Romancı Mandel, pandeminin tüm yaşamlar üzerindeki etkisini gözler önüne sererken karakterlerin bakış açılarını gezegenin dört bir yanından ve on yıllar boyunca insanlığın nasıl parçalanıp sonra bir şekilde bir araya gelebileceğini keşfetmek için" birleşmelerini sergilemektedir. Batı dünyasında bu eser,  "bir pandemik-zombi/distopik-roman” olarak tanımlanmakta, ancak aynı zamanda bin yıllık bir çağın başlangıç hikâyesi ve sömürücü kapitalizmin, akılsız tüketiciliğin akıllıca bir eleştirisi ve saçma işlerin angaryasını sunuş olarak değerlendirilmektedir.

Günlük yaşamın normalliği, Mary Shelley’nin kıyamet romanı The Last Man (1826) 'in odak noktasıdır. 2070 ile 2100 yılları arasında fütürist bir Britanya'da geçen ve 2008'de de filme dönüştürülen roman, yıkıcı bir küresel salgının ardından “son adam” olan Lionel Verney'in hayatını detaylandırmaktadır.

Edgar Allen Poe’nun kısa öyküsü The Masque of the Red Death (1842), otorite figürlerinin böyle bir felakete yeterince ve insanca yanıt vermedeki başarısızlıklarını anlatır. Kızıl Ölüm adı verilen bulaşı, gözeneklerden ölümcül kanamaya neden olur. Buna karşılık, Prens Prospero bin saray mensubunu tenha ama lüks bir manastırda toplar, kapıları kapatır ve maskeli bir baloya ev sahipliği yapar. Ancak Poe, öykünün sonunda Kızıl Ölüm’ü baloya getirir; kişileştirilen veba, önce prensin ve sonra saray mensuplarının hayatını alır;  eğlence düşkünleri teker teker eğlencelerinin kanlı salonlarında düşüşün umutsuz duruşunda ölürler.

Richard Preston'ın çok satan (best-seller) romanı  The Hot Zone: The Terrifying True Story of the Origins of the Ebola Virus, (Sıcak Bölge: Ebola Virüsünün Kökeninin Korkunç Gerçek Hikâyesi) nadir ve ölümcül virüslerin ortaya çıkması ve bunların insan ırkına "çarpmaları" konusunda tüyler ürpertici bir açıklama olarak nitelendirilmektedir. Eser,  trajedinin ortasında bir zafer hikâyesi sunarken, bize kesin ve ciddi bir anafikir  sunar: “Salgınlar kendi ufkumuzda beliriyor." (2)

Salgın sırasında eşiyle birlikte gribe yakalanan ünlü şair T. S. Eliot, sağlığı ve ev hayatının “ev içi grip” olarak adlandırdığı hastalıktan ve zihninin hastalığından etkilendiğine dair endişelerinin ağırlığını yitirişini aktardığı ve ruhunu kanalize eden The Waste Land adlı şiirinde bulaşının belirsiz sislerini, ceset dolu perili ev manzaralarını, yaygın yaşayan ölüm duygusunu, çılgın diliyle farklı bir iklime dönüştürmüştü. İngilizcenin bir diğer büyük ozanı W. B. Yeats bu tehdit duygusunu, hamile karısının pandemide ölüme yaklaşmasını izledikten sonraki haftalarda kaleme aldığı The Second Coming de yakalar. 1918 virüsü, akciğerleri sıvıyla dolduğu için insanları rutin olarak yataklarında boğdu; burun, ağız ve kulaklarda ani kanamalara neden oldu. Şiirin kaos ve dehşet duygusu, elbette savaş, devrim ve İrlanda'nın siyasi şiddeti gibi birçok nedenden kaynaklanır, ancak şiir aynı zamanda masumiyeti boğan ve yalnızca anarşiyi serbest bırakan ajansız, gizli bir tehdidin dehşetinden de söz eder. (3)

Bu öngörünün izinde; bir kentte başlayıp yeryüzünü kaplayan Covid-19 salgını, edebiyatçılar, sanatçı ve aydınlar arasında olduğu kadar ortalama okur düzeylerinde de kitlesel salgın edebiyatının yeniden anımsanmasına, ilgi yoğunluğu oluşmasına neden oldu. Aniden kendini salgının ortasında bulan bireylerin A. Camus’nun Veba’sına yeniden sarılmaları;  onların benzer okumalar ve görsellerle iç içe olmaları, görünmeyen “düşmana” karşı beyinlerini önlem enerjileriyle yükleme arzularını yansıtıyordu. Dünyanın dört bir yanında gündüzlerin geceyle birleştiği ânlarda aşı arayan bilimcilerin ardında okur, kendi beynini koruyacak “şifa”yı, kurgunun sonsuz enginliklerinde aramaya başladı. Camus’nun romanında şeytanın dayatıcı gücünün ötesinde bir olgu olarak görülen veba için yazar, “Her birimizin içinde birer veba var; yeryüzünde hiç kimse ondan özgür değil” derken somut bir bulaşının yanında bireyin içinde gizli, zarar verme gölgemizden söz ediyordu. Covit-19’un yaygınlaşmasıyla Fransa basınındaki ortak görüş şuydu: "İnsanlar diyor ki, bu sefer kesinlikle Veba'yı okumalısınız. Neredeyse bu roman bir aşıymış gibi - sadece yaşadıklarımız hakkında düşünmemize yardımcı olacak bir roman değil- bizi iyileştirmeye yardımcı olabilecek bir şey." Veba’nın yazarına göre; veba hep pusudadır ve insan zulmünün çağıldamasında “nush”tan anlamayıp rehavetin akıntısına kapılanlara tekrar farelerini gönderecektir!

Ekim 1918'de,  Katherine Anne Porter, 50-100 milyon insanı öldürmüş olan grip salgınında şaşırtıcı bir biçimde kurtulunca  "güzel vizyon" dediği yaşadıklarını üç anlatıdan oluşan Pale Horse, Pale Rider (HBJ Modern Classics- 1990) adlı harika romanında okuyucuya sundu. Anlatılarda, grip salgını sırasında hastalığın ateş çemberindeki bir genç kadının Teksas'taki küçük bir mandıra çiftliğindeki trajedisi ve aile gerçekleri ve kendini yeniden keşfetmesi salgın dekorunda sergilenir. Bu yapıt, Birleşik Devletler'de yirminci ve yirmi birinci yüzyıl savaşlarının hepsinde kaybedilen ülkeden daha fazla insanı öldüren pandemiyle doğrudan ilgili birkaç edebî eserden biridir. Geçmiş her zaman başka bir ülkedir, ancak bilginin modası geçmiş hale gelme hızı, saflığın farkına varması ve temel gerçeklerin değişmesi bir salgın sırasında baş döndürücüdür. "Pale Horse, Pale Rider" da Porter, kendi paradigma değiştirici deneyimini bu tür değişimlerin neden olduğu sarsıntı üzerinden daha geniş bir meditasyona dönüştürdü. Yazar,  virüsün bedenleri işgâlini ifade etmek için halüsinasyonlu, rüya gibi bir dil ile savaşı iletmek için daha basit, gerçekçi bir tarz arasında gidip gelen bu dalgalanmaları bir stil oyununda kodlar. Böylelikle Porter, sürekli değişen bir gerçekliğin duygusal ve fiziksel sarsıntılarını ve yeni bir paradigmaya yeterince hızlı uyum sağlayamamanın doğasında olan riskleri yakalar.

Hastalık hakkında çok şey yaşayarak öğrenen ve 1918 virüsüyle karşılaşmasıyla kalbi zarar gören Virginia Woolf, On Being Ill adlı makalesinde hastalığın ve bedenin sanat ve bilinçli deneyimlerimizin dışında bırakıldığını gözlemliyor. Woolf' "[bedenin] ateşin saldırısına karşı yatak odasının yalnızlığında... kendi başına yürüttüğü büyük savaşlar kayıt altına alınamaz” der.

William Maxwell’in gebe annesinin grip salgını sırasında ölümünü hatırlatan zarif romanı They Came Like Swallows'da (1937) karakterler, pandemiler tarafından yaşam çerçevesinden âdetâ dışarı atılırlar (4).

Yirminci yüzyılın başlarındaki korku yazarı H.P. Lovecraft, savaş sonrası / postpandemik yapıtında, göçmen ordularının ve sapkınların saf Aryan kanı çizgilerini lekelediğine dair önyargılı ve homofobik inançlarını yazdı. Grip salgını, memleketi Rhode Island'ı kasıp kavurduktan sonra, Lovecraft hikâyelerini, salgınların veya savaşların ortasında ölülerden yükselen proto-zombi figürleriyle doldurdu ve daha fazla yıkıma eğildi. Lovecraft, hastalıklı atmosferlerin ve derinlerdeki önyargıların muazzam bir karışımını, öldürülen canavarlara dönüştürmüştü.

Pulitzer ödüllü Geraldine Brooks'un Year of Wonders (Penguen, 2001) adlı veba leitmotifli romanında vebanın yayılmasını önlemek için kendilerini karantinaya alan bir köy halkının 17. yüzyıl İngiltere'sinde geçen görkemli hikâyesini görürüz. Yapıtta Eyam köyü halkı, vebayla baş edemeyeceklerini ve korkunç başka yıkımlara yol açacaklarının anlayınca, kendilerini tecrid ederler. Köylülerin üçte ikisi korkunç ölümlerden kurtulamazken daha sonra köyün yakınlarına konulan “Veba Köyü” tabelâsı, sonsuza kadar içimizde saklı, bizi hep sessizce takip eden katil kompleksini yansıtır. Başkalarının hayatlarını kurtarmak için ölümü seçen o insanların ruhsal yapılarını irdeleyen yazar, bu empatinin” her gün sevdiği birinin ölüsüyle karşılaşma işkencesinden kaçış mı” sorusunu orta atar.

Karen Thompson Walker’ın  2019 tarihli The Dreamers adlı romanı başka bir bulaşının trajedisini sunar, sanki Saramago’nun Körler’ine bir selam çakarak! Güney Kaliforniya'nın tepelerindeki izole bir üniversite kasabasında, birinci sınıf öğrencisi bir kız yatakhane odasına girer, uykuya dalar ve uyanmaz. Sabahtan akşama kadar uyur. Oda arkadaşı Mei, onu uyandıramaz. Ne onu götüren sağlık görevlileri ne de hastanedeki kafası karışmış doktorlar. Sonra ikinci bir kız uykuya dalar, sonra bir başkası… Sonuç; ölümcül, oldukça bulaşıcı bir uyku hastalığı. Bir düğün gecesinde başlayan salgın dokunulan objeler, hatta seslerle yaygınlaşır. Bugünün salgınına koşut, Walker'ın romanındaki karakterler de yüz maskesi sıkıntısı ile karşı karşıyadır. Süpermarketlerde paniğe boyalı bir kaos vardır. Korku,  karantina altındaki insanlara ne olacağını bilmenin imkânsızlığını sunar. Walker, "Bu, bir yazar olarak genellikle ilgilendiğim bir şey" diyor; "İnsanoğlunun bir tür radikal belirsizlikle yaşaması nasıl bir şey? Ne olacağını asla bilemiyoruz, ancak kitabımdaki durum veya şu anda içinde bulunduğumuz pandemi gibi bu belirsizlik hissinin yaşandığı belirli zamanların hep olduğudur”(5).

Uyku bulaşısının zihinlerde çağrıştırdığı diğer benzer eser, Saramago’nun ünlü Körler adlı romanıdır. Birdenbire ortaya çıkan “beyaz körlük”ün yol açtığı bulaşının yarattığı dehşet verici bir distopya… Görme özürlüler için yaygın bilinen “karalığın, karanlığın” metaforik bir biçimde “ak” ile nitelendirilmesi, büyük ustanın insanlığa “görseniz de bir halt ettiğiniz, olduğunuz yok” eleştirisini ortaya koymakta… “Bakmak/görmek” ikileminin bilinen tartışmalarının dışında bir yandan da bireyin yaşama sarılmasını, acımasız-insaf dışı koşul ve dayatmalarda bile istencin epik şahlanışını izleriz roman boyunca. İnsanın insan sıfatından en ırak olduğu ortamlardaki konum ve tutumları kahredici bir sadeliğin epik coşkusunda anlatılır romanda. Hayatının yarısından fazlasını faşist diktatör Salazar’ın cehennnemî Portekiz’inde geçiren Saramago’nun beyin hücrelerine yerleşmiş kaos, Körlük’te yeniden vücut bulup satırlara dökülür. Romanın kahramanları, anlatının sonlarında tekrar “görmeye” başladıklarında artık ilk gördükleri anlardaki kişiler olmadıklarını anlamışlardır.

23 Nisan 2020 tarihli New York Times’da yer alan konuyla ilgili makalesinde Orhan Pamuk, dört yıldan beri 1901’de görülen dünyanın en büyük üçüncü veba salgınıyla ilgili bir roman yazmakta olduğunu açıklayarak bu belâ hakkında şu yorumları yansıtır: “İnsanlar, mevcut koronavirüs salgını ile veba ve koleranın tarihsel salgınları arasındaki benzerlikleri çok merak ediyorlar. Çok fazla benzerlik var. İnsanlık ve edebiyat tarihi boyunca salgınları benzer yapan şey, yalnızca mikrop ve virüslerin ortaklığı değil, ilk tepkilerimizin her zaman aynı olmasıdır. Bir pandemiye verilen ilk tepki her zaman inkâr olmuştur. Ulusal ve yerel yönetimler tehlikeye yanıt vermekte her zaman geç kalmışlardır ve salgının varlığını inkâr etmek için gerçekleri çarpıtmış ve rakamları manipüle etmişlerdir. Daniel Defoe, bulaşıcılık ve insan davranışları üzerine bugüne kadar yazılmış en aydınlatıcı edebiyat eseri olan A Journal of the Plague Year’ın ilk sayfalarında, 1664 yılında Londra'nın bazı mahallelerindeki yerel yetkililerin veba sayısını artırmaya çalıştıklarını bildirdi. Diğer icat edilmiş hastalıkların kayıtlı ölüm nedeni olarak kaydedilmesiyle ölümler olduğundan daha düşük gösterilmekteydi”.  Benzer durumun İtalyan yazar Alessandro Manzoni’nin , bir veba salgını hakkında yazılmış en gerçekçi romanlardan biri  olan 1827 tarihli The Betrothed adlı eserinde de görüldüğünü aktaran Pamuk,  romanda  halkın Milano'daki 1630 vebasına verilen resmi tepkiye duyduğu öfkeyi anlatarak kanıtlara rağmen, Milano valisinin hastalığın yarattığı tehdidi görmezden geldiğini  ve yerel bir prensin doğum günü kutlamalarını bile iptal etmediğini yazar. Yıllar öncenin duyarsız, sorumluluktan kaçan yönetici tiplerinin aradan yüz yıl (lar) geçse de görülebileceği gerçeği, meselenin daha farklı, trajik bir boyutudur. Orhan Pamuk, bulaşı edebiyatının çıkış ve gelişim seyrini irdelediği makalesinde salgınlarda görülen bu beklenmedik ve kontrol edilemeyen şiddet patlamaları, söylentiler, panik ve isyanların, Rönesans'tan itibaren veba salgınlarının anlatımlarında yaygın olarak görüldüğünü belirtir. Pamuk, bulaşının tarihsel süreç içindeki sosyo-kültürel gelişim için şu yorumda bulunuyordu: “Bu eski veba salgınlarında olduğu gibi, milliyetçi, dini, etnik ve bölgesel kimliğe dayalı temelsiz söylentiler ve suçlamalar, koronavirüs salgını sırasında olayların nasıl geliştiğini önemli ölçüde etkiledi. Sosyal medyanın ve sağcı popülist medyanın yalanları yayma tutkusu da bir rol oynadı. Ülkelerimizin ve dünyanın haritalarında kırmızı noktaların çoğaldığını gördükçe, kaçacak hiçbir yer kalmadığını anlıyoruz. En kötüsünden korkmaya başlamak için hayal gücümüze bile ihtiyacımız yok. Sanki kendi cenaze törenlerimizi izliyormuşuz gibi küçük İtalyan kasabalarından yakındaki krematoryumlara ceset taşıyan büyük ordu kamyon konvoylarının videolarını izliyoruz.

Ancak bugün, içinde yaşadığımız pandemi hakkında, insanların daha önceki herhangi bir pandemide sahip olduklarından çok daha fazla güvenilir bilgiye erişebiliyoruz. Bugün hepimizin hissettiği güçlü ve haklı korkuyu bu kadar farklı kılan da budur. Dehşetimiz söylentilerle daha az besleniyor ve daha çok doğru bilgilere dayanıyor. Marcus Aurelius, Roma tanrılarını yatıştırmak için ritüellere katılmadıkları için Roma İmparatorluğu'ndaki Antonin çiçek hastalığı vebası salgını için Hıristiyanları suçladı. Ve sonraki salgınlarda Yahudiler, hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Hıristiyan Avrupa'da kuyuları zehirlemekle suçlandı. İlk kez 30 yıl önce bir veba romanı yazmayı hayal ettiğini açıklayan Orhan Pamuk, o zamanda da odak noktasının ölüm korkusu olduğunu vurgular. Pamuk, makalesinin sonunda geleceğe yönelik umut ve beklentisini dile getirir:  “Bu salgından sonra daha iyi bir dünyanın ortaya çıkması için, mevcut ânın yarattığı tevazu ve dayanışma duygularını kucaklamalı ve beslemeliyiz”. (6)

Sözün özü:

Bulaşıların tarihi ve edebiyatı bize gösteriyor ki, acı çekmenin, ölüm korkusunun, metafizik korkunun ve acı çeken halkın yaşadığı tekinsizlik duygusunun boyutları,  öfkelerin ve siyasi hoşnutsuzlukların derinliğini, yönünü belirleyecektir.

Dünyanın dört bir yanındaki yazarlar, insan ve hayvanların neden olduğu tahribat salgınları hakkında sürekli olarak yazmaktalar. Ancak yeni bir pandemik türün ortaya çıkmasının insan davranışıyla bağlantılı olduğuna inananların sayısı hayli çok günümüzde. Salgınların artması ya da yaygınlaşması; ormanların yok edilmesinin, doğanın despotça talan edilmesinin,  vahşi hayvanlarla daha yakın temasın, yiyecek olarak yeni hayvan türlerinin tüketilmesinin ve bunun sonucunda hayvanlarda yaygın olan virüslerin insanları etkilemesini engelleyen biyolojik bariyerin azalmasının bir sonucudur. İşte yazarlar tarih boyunca bu fenomenle ilgilenmiş ve ona “sen kimsin?” diyebilmişlerdir.

Bu yazının sınırlı boyutunda söz edilebilen metinlerden bazılarının ve değinilmeyen diğer eserlerin sunabileceği katarsis, pek çok kurguda bulaşıyla tanışmış yerli halklar tarafından tasvir edilen salgın ve kıyamet koşullarının gerçekleriyle sorunludur. Alternatif sosyal yapıları kuramlaştırmak, nasıl yaşadığımız hakkında birbirimize hikâyeler anlatmak için kendi muhtemel izolasyon dönemlerimizi kullanırsak, geleceğe bırakabileceğimiz farklı hikâyelere sahip olabiliriz.

 

Ek:

Bulaşı edebiyatını işleyen yabancı dilli önemli kaynakların sınırlı bir listesi: (7)

Kurgular

  • Ammonite: Nicola Griffith
  • The Andromeda Strain: Michael Crichton
  • Beauty Salon:  Mario Bellatin
  • Bird Box: Josh Malerman
  • Blindness: José Saramago
  • The Book of M:  Peng Shepherd
  • The Broken Earth trilogy: N.K. Jemisin
  • Bring Out Your Dead: J.M. Powell
  • The Child Garden: Geoff Ryman
  • The Children’s Hospital: Chris Adrian
  • The Companion: Katie M. Flynn
  • The Decameron: Giovanni Boccaccio
  • The Dog Stars: Peter Heller
  • The Doomsday Book: Connie Willis
  • The Dreamers: Karen Thompson Walker
  • Earth Abides: George R. Stewart
  • The Eyes of Darkness: Dean Koontz
  • Find Me:  Laura van den Berg
  • The Great Believers: Rebecca Makkai
  • Jane Eyre: Charlotte Brontë
  • Journal of the Plague Year: Daniel Defoe
  • Journal of the Plague Years: Norman Spinrad
  • The Last Man: Mary Shelley
  • The Last Town on Earth: Thomas Mullen
  • Love in the Time of Cholera: Gabriel García Márquez
  • My Side of the Mountain: Jean Craighead George
  • My Year of Rest and Relaxation: Ottessa Moshfegh
  • The Old Drift: Namwali Serpell
  • Oryx and Crake: Margaret Atwood
  • Pale Horse, Pale Rider: Katherine Anne Porter
  • The Passage trilogy: Justin Cronin
  • The Plague: Albert Camus
  • The Power: Naomi Alderman
  • Real Life: Brandon Taylor
  • The Road: Cormac McCarthy
  • Room: Emma Donoghue
  • Severance: Ling Ma
  • Station Eleven: Emily St. John Mandel
  • The Stand: Stephen King
  • They Came Like Swallows: William Maxwell
  • The Training Commission:  Ingrid Burrington ve Brendan Byrne
  • The Transmigration of Bodies: Yuri Herrera
  • The White Plague: Frank Herbert
  • Wilder Girls: Rory Power
  • World War Z : Max Brooks
  • The Year of the Flood:  Margaret Atwood
  • Year of Wonders: Geraldine Brooks
  • The Years of Rice and Salt: Kim Stanley Robinson
  • Zone One:  Colson Whitehead

 

 Kurgu dışı

  • The American Plague: The Untold Story of Yellow Fever, The Epidemic That Shaped Our History: Molly Caldwell Crosby
  • And the Band Played On: Randy Shilts
  • The Coming Plague: Newly Emerging Diseases in a World Out of Balance: Laurie Garrett
  • A Distant Mirror: The Calamitous 14th Century: Barbara W. Tuchman
  • Flu: The Story Of the Great Influenza Pandemic of 1918 and the Search for the Virus That Caused It: Gina Kolata
  • The Ghost Map: The Story of London’s Most Terrifying Epidemic–and How It Changed Science, Cities, and the Modern World:  Steven Johnson
  • The Great Influenza: The Story of the Deadliest Pandemic in History: John Barry
  • The Great Mortality: An Intimate History of the Black Death, the Most Devastating Plague of All Time:  John Kelly
  • History of the Peloponnesian War: Thucydides
  • The Hot Zone The Terrifying True Story of the Origins of the Ebola Virus: Richard Preston
  • Networked Disease: Emerging Infections in the Global City: A. Harris Ali  ve Roger Keil
  • Pale Rider: The Spanish Flu of 1918 and How it Changed the World: Laura Spinney
  • Pox: An American History:  Michael Willrich

 

Notlar:

1C. Marshall. 2.

2Chelsea Haith  4.

3Elizabeth Outka: 3.

4Neda Ulaby.3.

5Pandemic Fear and Literature.2.

6O. Pamuk. 3.

7Openculture.

 

Kaynaklar:

Avijid Ghosh: How Literature Helped Us Make Senses of Pandemics. https://timesofindia.indiatimes.com/india/how-literature-has-helped-us-make-sense-of-pandemics/articleshow/74841225.cms.

Chelsea Haith  Pandemics from Homer to Stephen King: what we can learn from literary history. March 16, 2020. https://theconversation.com/pandemics-from-homer-to-stephen-king-what-we-can-learn-from-literary-history-133572.

Elizabeth Outka: How Pandemics Seep Into Literature. Aprıl 8. 2020 | The Paris Review.

Colin Marshall: Epidemics in history, literature, and art. Guide to secondary and primary literature relating to epidemics and their impact on history, literature, and art.Toronto University Library.

Neda Ulaby: What Fictional Pandemics Can Teach Us About Real-World Survival. NPR- February 10, 2020.

Orhan Pamuk: What the Great Pandemic Novels Teach Us. New York Times. April 23, 2020.

Pandemic Fear and Literature: Observations from Jack London’s The Scarlet Plague

Poenculture.com: Pandemic Literaturte: A meta-List of the Books You Should Read in Coronavirus Quarantine.

 

 

Bu haber toplam 3237 defa okunmuştur
Gaile 474. sayısı

Gaile 474. sayısı