Benim memleketim, benim kararım!
Neden yüzlerce göçmen Türkiye’den KKTC’ye gelip; buradan da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne geçmek için insan tacirlerine binlerce Euro veya Dolar ödüyor?
Neden bu kaçak dediğimiz göçmenler, KKTC’de bir yaşam kurmak derdinde değiller?
-*-*-
Çok daha farklı sorular da sorabiliriz…
Mesela, siz şimdiye kadar, 10 İtalyan vatandaşının gidip de Bangladeş’ten ya da Malezya’dan sığınma talep ettiğini duydunuz?
Yakından bir soru soralım:
Siz, kaç Alman’ın, gelip de Türkiye’de göçmenlere sağladığı haklardan faydalanmak istediğine şahit oldunuz?
-*-*-
Batı’dan Doğu’ya göç yoktur!
Ve birçok siyaset bilimcisine göre bunun bir şekilde adı “emperyalizm”dir!
-*-*-
Ama başka siyaset bilimcilere göre de bunun adı “vahşi” olsa da “kapitalizm” olarak anlatılır.
-*-*-
Sonuçta; bir tarafta insan hakları ihlal edilen, demokrasi dışı yöntemlerle yönetilen, sokaklarda dilenmeye zorlanan, çöpten ekmek bulmaya çalışan, doğru dürüst su bulamayan, eğitim şansı olmayan, barınma olanağı neredeyse ilkel seviyede, sosyal güvenliği, adaleti filmlerde ancak görebilenler yaşar…
-*-*-
Ve öte yanda demokrasiyi özümsemiş, sosyal adaleti, sosyal güvenliği yerinde mutlu Batılılar bulunur…
Haliyle de Doğulular, Batı’ya geçip, emperyalimzm ya da kaptalizm; adına ne derseniz deyin; ortada var olan “daha iyi yaşam”ı elde etmek hedefindedir.
-*-*-
Bu yüzden Akdeniz’de ahşap ve çürümüş teknelerde batıp – boğulmayı, insan kaçakçılarının her türlü kötülüğüne, birçok devletin inanılmaz barbarlığına direnmeyi göze alır…
Polonya sınırında tel örgülere dayanır; Astromerit ya da Lurucina’dan gçeip, Güney Kıbrıs’ta kamplarda kalmayı kabul eder…
-*-*-
Çok üzgünüm ama ister kapitalizm isterseniz emperyalizm; dilerseniz başka isimlerle bu sistemi örnekleyebilirsiniz ama bizim elimizde bu acımasız Dünya’nın “Batı” denilen daha rahat bölümünde yaşayabilmek adına çok büyük bir şans var…
-*-*-
Daha iyi eğitim…
Daha adaletli vergi sistemi…
Daha hesap verebilir, daha şeffaf yönetimler…
Daha sağlam bir adalet…
Daha iyi bir sosyal güvenlik…
Daha güvenilir gelir seviyesi…
İnsanca yaşam!
-*-*-
Tercih sizin!
Benim tercihim mi?
Derhal Kıbrıs sorununun çözümü ve federal Kıbrıs’ın AB vatandaşı olma rahatlığı!
Çok mu bencilim!
Allah Allah, ne bencilliği kardeşim; benim memleketim, benim kararım!
Işıkları söndürüp, işeyip yatmamak için!
En önemlisi de çocuklarımız için!
Evet, çocuklarımız bizden daha önemli…
Hele bizim kültürde, mutlaka torunlar her şeyden daha önemlidir…
-*-*-
Ve Covid 19’la alakalı vakalar artıyor…
Ve artık çocuklar da ciddi şekilde etkilenebiliyor…
Aşılama ve aşılanma, bu yüzden çok değerli ve çok önemli…
Kimse nüfusu bilmiyor, haliyle doğru dürüst oranlar elde edilemiyor, “guduru” iş yapılıyor.
-*-*-
Kim isterseniz olun, ne isterseniz olun, hangi kültürden olursanız olun, kimse, çocuğunu kaybetmek istemez…
Çocuk kaybetmenin, zengini – yoksulu da olmaz…
-*-*-
Ve her devlet, aile gibi, anne ya da baba gibi, çocuklarını çok iyi korumakla görevlidir…
Eğer ihmal varsa, bunun da hesabını verebilmelidir…
-*-*-
22 yaşında bir genç anneyi yitirdik geçenlerde…
Kim ne isterse söylesin, dileyen sürücü hatasına da bağlasın, süratle bağdaştırsın, trafik kazasındaki aracın en az 25 yaşında olması, devletin sorumluluğudur…
Toplu taşımacılığın mevcut durumu, devletin kaçamayacağı sorumluluklar arasındadır…
-*-*-
Bu işler kabak kesmeyle olmaz…
Kıbrıs sorunuyla alakalı sabahtan akşama kadar hamasi ve yalan nutuk sallamayla hiç olmaz…
-*-*-
Devlet olarak bırakın sahteliğimiz ve kimsesizliğimizi ya da sürekli aşağılanmamızı aynı zamanda yoksuluz; bunu kabul edeceksiniz ve buna göre ortaya koyacağınız tedbirler olacak…
Bu yoksulluk, kontrolsüzlük, denetimsizlik nedeniyle, yollar – sokaklar kayıt dışı kalmış, seyrüsefersiz, sigortasız araçlarla dop dolu…
Ve ehliyetsiz sürücülerle…
Ve ondan da önemlisi, ülkedeki trafiğe çok yabancı insanlarla…
-*-*-
Trafikle alakalı eğitimde sıkıntı çok…
Çözmek için uğraşılamıyor…
Yol ihaleleri Türkiye’de çıkılıyor ve Kıbrıs trafiğine ters olabilecek, ciddi kazaya sebebiyet verebilecek eğimler olabileceğini mühendisler söylüyor.
-*-*-
Peki biz ne yapıyoruz?
Biz, sürekli konuşuyoruz…
Anlatıyor da anlatıyoruz…
Başka bir şey yaptığımız yok…
-*-*-
Ne mi yapabiliriz?
Son günlerde açıkça yüzümüze vurulan aşağılanmaları “teşekkür ederek” karşılayanları bir daha seçmeyebiliriz mesela…
UBP’ye, bu ülkenin biat – itaat ve yağcılık ülkesi olmadığını hatırlatabiliriz…
Deniz, su ve sonunda tuz tükenmiştir…
Kirlenmemiş hiç bir şeyimiz kalmamıştır.
-*-*-
Aşağılanan bir Cumhurbaşkanı; neredeyse ezilen bir Başbakan ve yerin dibine sokulan bakanlar kurulu ile bu işin yürümeyeceği apaçık ortadadır…
Haaa dün sabah Serdar Denktaş ile sohbet ettim.
Bu yazdıklarımı O’na da söyledim…
“Bunların yerine gelenler aynı şeyi yapmazsa söylediklerin doğrudur” dedi…
-*-*-
Ocak 2022 sonu veya Şubat 2022’nin ilk Pazar’ı sandığa gideceğiz…
Covid 19 gidişatı, “gidilmeyebilir”i işaret ediyorsa da; biz kesin gideceğimizi var sayalım…
Bu şans, belki de bu ülkeye, son kez sahip çıkma şansımız olacaktır.
-*-*-
Ya da, 1958’de resmen başlayan ve “toplumsal var oluş mücadelesi” adını verdiğiniz kitabın son sayfacığını kapatır, ışıkları söndürür, işer yatırsınız…
-*-*-
Bu seviyede biat, bu seviyede itaat, bu seviyede aşağılanmayı reddetmek mi kabullenmek mi?
Kararınızı verin!
-*-*-
Çocuklarımız için…
Etrafa bakıyorum, son günlerde yaşananları izliyorum… Türk Devletleri Teşkilatı’ndan KKTC’nin nasıl dışlandığını ve dışlananın bu dışlanmayı nasıl alkışladığını görüyorum… Başbakan ve Bakanlar Kurulu ile neredeyse tüm ülke hiyerarşisinin, laikliğin yerle bir edilmesiyle bilrikte nasıl aşağılandığını ama bundan da acısı, kimsenin sesini çıkarmamasını hayretle seyrediyorum… Sonra aklıma, yukarıdaki Japon atasözü geliveriyor…