1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. “Beyaz Kıbrıs’ın” Anti-Kolonyal Mücadelesi ve Trajik Bir Son Üstüne
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

“Beyaz Kıbrıs’ın” Anti-Kolonyal Mücadelesi ve Trajik Bir Son Üstüne

A+A-

EOKA’nın 1 Nisan 1955 tarihinde İngilizlere karşı silahlı mücadele başlatması nereden bakılırsa bakılsın, Kıbrıs tarihinin ve Türk-Yunan ilişkilerinin seyrini değiştiren çok önemli bir olaydır ve her büyük olayda olduğu gibi, bunun da bir dizi nedeni vardır.

Eskiden beri devam eden Enosis mücadelesinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra beklentilerin tersine, Büyük Britanya’nın Kıbrıs’a self determinasyon hakkı tanınmayı reddetmesi, özyönetim önerilerinin gerçek anlamada anayasal özyönetim modelinden uzak olması, “Enosis derhal Enosis” saplantısı ve Yunan hükümetlerinin 1954 yılına kadar Kıbrıs meselesini Birleşmiş Milletler Örgütüne (BM) götürmeyi reddetmesi başlıca nedenler olarak gösterilebilir.

1950 yılında Başpiskoposluk koltuğuna oturan III. Makarios, Yunan hükümetlerinden aradığı desteği bulamayınca silahlı mücadeleye yönelmeye karar verdi ve sürgün edildikleri için Atina’da yaşayan Enosisçi Rumlarla, “esir Helenleri” kurtarma sevdasında olan bazı Megali İdeacı Yunanlılarla ile bir araya geldi ve silahlı mücadele kararı aldı.

Silahlı mücadeleye Kıbrıs asıllı albay Yorgos Grivas komutanlık edecekti.

Grivas, 1951 yılında hazırlıklara başladı...

Bu tarihin seçilmesi tesadüf değildi. Makarios, Yunan hükümetlerinin “pasif” tavrından bezmişti. Atina radyosunda yaptığı bir konuşmada Yunan ulusuna seslenerek şöyle diyordu: “Sana hakikatin diliyle konuşmak ve hem hükümeti, hem de muhalefeti kınamakla mükellefim. Ne cesaret, ne de cesurluk gösterdiler. Ulusun başvuru (BM’ye NK) talebine tereddüt ve çekimserlikle karşılık verdiler.”

Sonunda, Yunanistan 1954 yılında Kıbrıs için BM’ye başvurmayı kabul etti ama aradığını bulamadı. Büyük Britanya nüfuzunu kullanarak Kıbrıs konusunun BM’de konuşulmasını engelledi.

Bunun üzerine, Yunan hükümeti silahlı mücadeleye yeşil ışık yaktı ve 1 Nisan 1955 tarihinde Yunanistan’ın da desteğiyle silahlı mücadele başladı.

 

Beyaz Adamın “Anti-Kolonyalizmi”

EOKA, dünyanın diğer yerlerinde var olan anti-sömürgeci örgütlere benzemiyordu. Asya ve Afrika’da kolonyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi veren örgütlerinden oldukça farklı idi. İrredantist bir hareketti ve Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi için mücadele ediyordu.

Ülke nüfusunun bütününün emansipasyonuna/kurtuluşuna dönük bir politikası yoktu. Kıbrıslı Türkleri ve Kıbrıs Rum toplumunun büyük bir kısmını oluşturan solcuları dışlıyor, onlara karşı düşmanca davranışlar sergiliyordu.

Nitekim, o dönemde EOKA tarafından katledilen solcu Kıbrıslı Rumların yakınları hala bugün adalet arıyor, onur tamiri talep ediyorlar.

Kıbrıslı Rum ve Yunanlı milliyetçiler, bağımsızlık mücadelesi veren Asya ve Afrika halklarını küçümseyen bir tavır içindeydiler. O halklara karşı kullandıkları dil, Beyaz Avrupalı kolonicilerin dilinden farksızdı.

“Kültürsüz”, “İnsan Müsveddesi”, “Yarı Barbar” olarak adlandırılan Asya ve Afrika halklarından farklı olduklarını ileri sürüyor ve “Beyaz Kıbrıs’tan” söz ediyorlardı.

Yunanlı politikacılardan Yorgos Rumanis, “Beyaz Kıbrıs’ımız” başlıklı bir yazısında, İngilizlere hitap ederek, Helen adası olarak gördüğü Kıbrıs’ın, Hintlilerden, Mısırlılardan, Burmalılardan “üstün” olduğunu iddia ediyor, İngilizlerin bunu dikkate almalarını talep ediyordu.

Yunan kilisesinin Başpiskoposu Spiridon ise “kültürsüz, yarı-barbar, gayrı-Hristiyan halkların” özgürlüğüne kavuştuğu bir dönemde, “en eski Hristiyan kilisesine sahip olan Hristiyan Kıbrıs’ın” özgür olmamasını kabul edilmez buluyordu.

EOKA saflarında yer alanlar, bağımsızlığı için mücadele eden Kenyalılardan “Mao-Mao” diye bahsediyorlardı ve İngilizler tarafından esir alınan Kenyalılarla ayanı hapishanelerde tutulmalarına karşı çıkıyorlardı.

Bağımsızlık için değil, hali hazırda bağımsız olan başka bir ülkeye iltihak etmek için mücadele ediyorlardı ve kendilerini, kolonyalistler kadar “beyaz” ve üstün” görüyorlardı.

Nitekim, Makarios’un danışmanlarından Zenon Rossidis 23 Mart 1955 tarihinde Kathimerini gazetesine yazdığı bir yazıda şöyle diyordu: “Britanya devleti Kıbrıs’ı kendi kolonilerinden biri sayıyor ama Kıbrıs kesinlikle koloni değil, bir Yunan adasıdır. (...) Kıbrıslılar diğer kolonilerden faklı olarak, kendilerini kurtarılmamış Helenler olarak görüyorlar ve Yunanistan ile birleşmek istiyorlar...”

Görüleceği gibi, Enosis mücadelesi anti-kolonyal bir mücadeleden çok, irredantist bir hareket olarak tanımlanıyordu ve diğer kolonilerle araya mesafe koyulmasına öze gösteriliyordu.

Kıbrıslı Rumlarla Yunanistan’ın BM’de aradığını bulamaması, biraz da bu söylemler yüzündendi. Bunda elbette Büyük Britanya’nın Türkiye ile birlikte ortaya koyduğu çabaların etkisi olmuştur ama self determinasyonun Enosis ile eş anlamda kullanılmasının olumsuz etkileri yadsınamaz.

Nitekim, Hindistan’ın BM temsilcisi Krişna Menon tam da bu noktaya dikkat çeken bir konuşma yapmıştı. Enosis değil, adanın bağımsızlığının konuşulması gerektiğini söyleyen Menon, 6 Aralık 1956 tarihinde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Kıbrıs Sorununun konuşulmasından memnuniyet duyuyoruz. Konuyu, bağımsızlık zemininde konuşmalıyız. BM Şartını kabul eden çalışkan Kıbrıslı Rumların, Türklerin ve başka kökenden olanların, kendi ülkelerinde ekonomilerini ve refahını iyileştirmelerinin, kültürel ilerlemelerinin ve egemenliğinin yadsınmasına bir neden görmüyoruz...”

Krişna Menon’un bu sözleri Yunan ve Kıbrıs Rum basınında sert tepkilere yol açmış, şiddetle kınanmıştı. Hintli politikacı adeta topa tutulmuştu, çünkü EOKA bağımsızlık için değil, Enosis için mücadele ediyordu. İdeolojik kökleri de Megali İdeaya uzanıyordu. Nitekim, sık sık “1821’in devamından” ve “Küçük Asya Felaketinin intikamından” söz diliyordu.

 

Türk-Yunan Dostluğu Sona Eriyor

Bu durum Türk kamuoyunda, Megali İdeanın “dirildiğine” dair bir algının oluşmasına neden oldu ve anti-Helen rüzgarların esmesine yol açtı. Atatürk ile Venizelos’un kurduğu dostluk bir anda unutuldu ve Türk-Yunan savaşları hatırlanır oldu. Böyle bir ortamda, Türkiye’de yaşayan Rumları hedef alan 6/7 Eylül progromu planlanarak sahnelendi.

“Tarihin yüküne” kolonyalistlerin böl-yönet politikası da eklenince, Türkiye ile Yunanistan Lozan Anlaşmasıyla sağladıkları barışı terk ederek yeniden karşı karşıya geldiler.

Türkiye ile Yunanistan’ın adada karşı karşıya gelmesi, Kıbrıslı Rumların uzun yıllara yayılan Enosis mücadelesinin hüsranla bitmesine yol açtı. Hüsrandan hınç doğdu ve hınç duygusu, iki-toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşamasına olanak tanımadı. Bağısız Kıbrıs devleti kurulurken yasaklanan Enosis, bir hayalet gibi Kıbrıslı Rumların üzerinde dolaşmaya devam etti.

Yunanistan ile Türkiye’nin Kıbrıs kavgası sonunda geriye bölünmüş bir ülke bıraktı. Yunan Cuntasının Makarios’a karşı düzenlediği 15 Temmuz darbesini Türkiye’nin adayı ikiye bölmesi izledi. Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını garanti eden garantörler, uluslararası hukuku ve altında imzaları olan anlaşmaları ihlal ettiler ve ülkenin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermediler.

Gerçek şudur ki, 1 Nisan 1955’ten beri ne Türkiye ile Yunanistan, ne de Kıbrıs kalıcı barışa kavuşamadı...

 

 Türkiye ile Kıbrıslı Türkler Cephesinde Neler Oluyordu?

Kıbrıslı Rumlar, nevi şahsına münhasır da olsa, kolonyalistlere karşı mücadele ettiler. İngilizlerin kurduğu idam sehpalarında dokuz Kıbrıslı Rum can verdi. Öldürülenler, işkence görenler ve diri diri yakılanlar oldu...

Kıbrıslı Türklerle Türkiye ise kolonyalistlerin yanında yer aldılar...

Hatırlamak istemediğimiz bu gerçeği, Türkiye İşçi Partisi başkanı Mehmet Ali Aybar entelektüel bir duruş sergileyerek büyük bir cesaret ve dürüstlükle dile getirdi.

10 Mayıs 1964 tarihinde Bursa’da yaptığı konuşmada, Kıbrıs Rumlardan farklı olarak Kıbrıslı Türklerin “kuşaktan kuşağa miras kalmış, yolunda dövüşülüp ölünmüş bir Ana Vatana ilhak ülküleri olmamıştır” diyordu ve Kıbrıslı Rumların İngilizlere karşı her direnişinde Kıbrıs Türk liderliğinin İngilizlerin yanında yer aldığını belirtiyordu.

Türkiye’nin tutumuna da değinen Aybar, 1955 yılına kadar Türkiye’nin Kıbrıs politikası olmadığını, Büyük Britanya’nın Yunanlılar karşısında yalnız kalmamak için Türkiye’yi devreye soktuğunu, “maceracı Türk hükümetinin” de bu davete koşa koşa bu icabet ettiğini söylüyordu...

Bu yazı toplam 2705 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar