BEYİN YORGUNLUĞU
İki hafta önce yazdığım “Masal” yüzünden okuyucularımızdan eleştiri almaya devam ediyorum..
Geçen hafta “ masalımız, YENİ(!) bir dönemi anlatıyor gibiydi ya; bu yüzden olsa gerek, pek beğenilmemiş!..” diye yazarak geçiştirmeye çalışmıştım bu eleştirileri… Belli ki işe yaramamış!
“Anlatmak istediğini anlatamıyorsun”; “Gereğinden fazla abartılı!”; “daha sade bir dil kullanmalısın”; “Orantısız Aşk’ın masalsı günleri” gibi anlamsız(!) kavramlarla kafamızı karıştırıyorsun” vb. eleştirileri göğüslemek, oldukça zor!..
Ama bu “anlamsız(!) kavramlar”dan en az okuyucularım kadar ben de mağdurum!
Çoktandır, içi boşaltılmış kavramlarla şişirilmeye çalışılan beynimi rahatlatacak yöntemler arayıp duruyorum…
Peşinen söyleyeyim; “Beyin yorgunluğu”nu “BEY’in yorgunluğu” gibi algılayanlar bu yazıyı okumaktan hemen vazgeçsin… Çünkü onların (beyinlerinin) durumu YORGUNLUKla açıklanacak düzeyi çoktan geçmiş durumda!..
Benim anlatmaya çalıştığım “yorgunluk”, (daha çok) uçaklar için kullanılan “Metal Yorgunluğu”na benzemez…
Ne,“Format” isteyen bilgisayarınkine; ne de, “hata” yapmaya başlayan (ve kapatıp açınca düzelen) akıllı(!) telefonlarınkine benzer…
Kirletilmiş dilin pasından mı; içi boşaltılmış kavramların, sönük bir balon gibi dejenere olmasından mı; aynı dili/kültürü paylaştığımız insanları anlayamaz hale gelmemden mi; yoksa tüm bunlardan (ve henüz keşfedemediğim nedenlerden mi) mı, bilemiyorum..
Eski, daha eski ve yeni(!) pek çok sözcüğe yüklenen farklı anlamlar(!) giderek “anlamsızlık çöplüğüne” dönüşüyor…
Üstelik bu YENİ(!) bir durum değil…
Mart 2006’da yayınlanan “RE FE RAN DUM” isimli kitabımın “YENİ SÖZLÜK” bölümünde, Kavramların (üstüne kaka bulaşmış) don lastiği gibi kullanılmasına kapsamlı örnekler vermeye çalışmıştım…
Ancak son zamanlarda olay iyice çığırından çıktı..
Bir sohbette “Emperyalizm” sözcüğünü kullanınca, (çoğu, hala Sosyalist olduğu iddiasındaki) dostların dudak kenarlarındaki alaycı (hatta acıyıcı) gülümsemenin yaydığı negatif dalgalardan yoruluyor beynim…
“Enternasyonalizm” diyorum; “vahhh, vahhhh” diyor karşımdakinin gözleri; dudaklarıysa, “önce kendi toplumumun çıkarları…”
Artık “YENİ Dünya Düzeni!” var ya; ESKİ! Kavramlarla konuşana, “65 milyon yıl önce sizin soyunuz tükenmemiş miydi?” hatırlatmasıyla, Dinozor deyip geçmek kolaylarına gidiyor…
Her şeyin (fazla düşünmeden) hızla tüketildiği bu (YENİ) Barbarlık Çağı’nda, “şekerli/afyonlu sakız” işlevi gören kimi kavramlara takılıp kalan beynim; anında uyuşmaya başlıyor…
Sözünü ettiğim “Beyin Yorgunluğu” işte böyle bir şey…
Aşağıda okuyacağınız birkaç örnek sizin de beyninizi yoruyorsa; sizin nesliniz de (benimki gibi) tehlikede demektir…
SELFİE- ÖZÇEKİM: Alın size “yepyeni” bir sözcük…
Suda yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğine hayran kalıp, yerinden kalkamadığı için kendini seyrettiği su kenarında ölüp giden Narkissos’un hikayesini hepiniz bilirsiniz…
Bilinç altında ezikliği barındıran bir diktatörlük özentisinin dışa vurumu da diyebiliriz bu duruma…
Psikologlar, bu tür insanları, “Yeryüzü tanrıları gibidirler kendi gözlerinde. En büyük korkuları güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olmasıdır. Güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar. Dış dünya 'ben' olmadığı için, dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olurlar. Başkalarının düşünce ya da isteklerine ilgi göstermezler…” diye tanımlarlar…
Zararsız görünen basit bir kavramın arkasında bile bu denli karmaşık durumlar var anlayacağınız…
ORANTISIZ AŞK:
Genelde, GÜÇ için kullanılan bu kavramı ben AŞK’a uyarlamıştım o masalda… Ama burada da belirleyici olan yine GÜÇ’tür aslında… GÜÇ’e duyulan hayranlık ve itaatla oluşan bir (neredeyse) İlahi bir Aşk’ı tanımlamak için kullanmıştım… Belli ki “anlaşılır!” olmamış…
Okurlarım beni affetsin ama ben de bu “Orantısız Güç” lafını anlayamıyorum… Eski kafalılığımdan olsa gerek; Faşist saldırganlığı yumuşatma amacıyla uydurulmuş gibi geliyor bana…
SÜRDÜRÜLEBİLİR:
Eveeet… “YENİ olanın”, en süslü; en geniş kapsamlı; en fiyakalı; en büyülü kavramlarından biri de bu…
Azgın Kapitalizmin günahlarını, ayıplarını, saldırganlığını, sömürücülüğünü, yıkıcılığını örtmek için bundan daha güzel bir sözcük bulunamaz sanırım…
“İnsan, çevre, doğa yararına” olmayan ne kadar olgu varsa, önüne “sürdürülebilir” sözcüğünü koyup yığınları uyutabilirsiniz…
Ne zaman, “sürdürülebilir ekonomi/kalkınma…” gibi nutuklar duysam; beyin yorgunluğum yıkıcı düzeye ulaşır; kendimi (aynı isimli romandan uyarlanan) Şeytanın Avukatı, filmindeki Keanu Reeves gibi hissederim…
Tek kurtuluş, o filimdeki gibidir belki ama; hayat bir filim platosu değil ki !..
(filimi seyretmeyenler, ne demek istediğimi yine anlamayacaklar ama; burada uzun uzun anlatacak yerim yok!)
Bu yazıyı 12 Eylül günü yazmam, tamamen bir rastlantı olsa da; bu gün Türkiye’de yaşananlara baktığımda (son örnek, savcı kararı gerekmeden bireylerin internet erişiminin engellenmesi); en sürdürülebilir darbenin 12 Eylül 1980 faşist darbesi olduğunu anlıyorum… 517 kişiye idam cezası verilen; 171 kişinin işkencelerde öldürüldüğü o darbe sürüyor hala…