1. YAZARLAR

  2. Mert Özdağ

  3. Biat = Küslük
Mert Özdağ

Mert Özdağ

Biat = Küslük

A+A-

Seçim süreciyle ilgili umarım bu son yazım olur, zira kimseye akıl vermek gibi bir iddiam yok, derdim sadece kendimi anlatmak.

Artık seçime çok az kaldı sayılır…

Her seçim olduğu gibi adayların vaatleri ya da ana konuları arasında “Türkiye ile ilişkiler” var hiç kuşkusuz…

Pek tabii seçim gelecek ve geçecek.

Ancak “Türkiye ile ilişkiler” devam edecek.

Ve esas soru o zaman sorulacak, bundan sonra ne olacak?

Kıbrıs sorunu ve iç meselelerde Türkiye ile nasıl bir ilişki yürütülecek?

Her ikisinde de bir şekilde Türkiye ile birlikte hareket etmek gibi bir zorunluluğumuz var vesselam.

Bu durumu eleştirmek ya da desteklemek için yazmıyorum.

Bir durum tespiti yapmaya çalışıyorum sadece.

Evet evet, hem iç hem de dış konularda Türkiye ile birlikte hareket etmek gibi bir gerçek var önümüzde… İster beğenin, ister beğenmeyin!

Doğu Akdeniz- doğalgaz meselesinden tutun da Garava’daki yeni yol yapımına kadar…

Hepsinde Türkiye devrede…

Kimisinde parası, kimisinde de gücü ile…

Kimisinde “milli” bağlar, kimisinde kültürel ilişki, kimisinde de bir başka konu ile…

Seçimden sonra tüm bunlar nasıl yürüyecek?

Mevcut sorunlara ve kapıda bekleyenlere nasıl yaklaşılacak?
Ara ara hükümet temsilcileri ile görüşen, genelde de “başkan yardımcısına” havale ettiği Kıbrıs konusunda Recep Tayyip Erdoğan’ın gündeminde Kıbrıs ne ölçüde ve nasıl yer alacak?
Bu soruların cevabını kimse bilmiyor.

Türkiye’nin yakın ve orta vadede bölgedeki adımları ile ilgili inişli çıkışlı dönemler, mini krizler ve mini çözümler gündeme geldi.

Aynı şeyler ekonomi için de geçerli.

Salt jeopolitik gelişmelere bağımlı bir yapıda duran Türk ekonomisi siyasi gelişmelerle çalkalandı, durdu, duruldu…

Elbette daha kötü senaryolar çizenler de var, daha iyiye gidecek diyenler de…

Kendisine 2023 hedefleri koyan, iç ve dış siyasette çok radikal adımlar atan 2000’li yılların Türkiye’si demokratların İslam rejimi endişesi ile ilerliyor. 

Bir zamanlar komşuları ile “sıfır sorun” hedefinden bahseden Türkiye artık bölgedeki askeri gücü ile gündemde… Suriye’de, Irak’ta, Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de hatta Libya’da!

Bu güne kadarki dış politikada uğradığı zararı telafi edebilme ihtimali, edememe olasılığının çok altında diyenler az değil.
Çok mu karamsar oldu dersiniz? Pek tabii siyaset bu… Nereden ve nasıl baktığınıza bağlı…

Bize göre gerilim ve fazla tantanalı olan Türk dış politikasında rüzgar yeniden 2000’li yılların başına döner mi? Daha ılımlı, batıya yüzünü dönen bir Türkiye’yi yeniden görür müyüz?

Şimdilerde bölgenin abisi konumuna oturan Erdoğan’ın 2023 döneminde nasıl hareket edeceğini inanın kimse kestiremiyor.

Bekleyip göreceğiz.

                                                                  ***

“Bekleyip göreceğiz” söz gelimi pek tabii… Elbette bu “bekleme” durumu Kıbrıslı Türklerin geneli için geçerli olmamalı…

Zira yaklaşık 2 yıldır Kıbrıslı Türkler, en azından Kıbrıs sorunu kıskacında ‘beklemeye’ ek olarak “izleyen” konumuna oturdu, biraz da liderlik eliyle ya da liderliğin hatalarıyla…   

Demem o ki; ya beklemeye devam edeceğiz, ya da bu gidişata etki yapacağız!

Elbette Türkiye’nin iç meselelerine, Suriye meselesine ya da Kürt sorununa müdahale edecek değiliz… Etsek ya da bir şey söylemeye kalksak bile bizi duyan olmaz, olursa da yanlış anlayan çok olur, bunu yakın tarihte yaşadık. 

Ha, Türkiye’yi yönetenler Kıbrıslı Türklerin sesini genelde duymazlar ya, o başka hesap…

Suriye’yi geçtim, Kıbrıs sorunu ile ilgili önerileri bile duymak istemiyor Ankara’dakiler…

Ha öneri var mı derseniz? Ne yazık ki bizim tarafın iktidarında öneri de yok!

Seçim stratejisini “Türkiye ile kavga eden adam” profili üzerine kuran en üstteki makamın zaten böyle bir gailesi yok, ipleri hem Türkiye ile hem de güney ile kopardı…

UBP ve HP’nin yer aldığı hükümet? Maraş komedisi, ardından diğer gündemler…

Elle tutulur bir öneri paketi gördünüz mü? Ya da çıkış yolu?

Cumhurbaşkanı kendisini bilerek ve isteyerek bir küskünlük siyasetinin içine çekti, ne yazık, üstelik bunu bir kimlik, bir var oluş siyasetine de döndürerek…

Türkiye’deki iktidar da bundan çok da rahatsız değil, vesselam.

E sonuç?

Onlarca başbakan ve birçok Cumhurbaşkanı tükettik bu yolda…

Hükümetler kurduk, hükümetler bozduk, müzakere süreçleri başlattık, müzakere süreçlerini başımıza giydik.

Hepsinde Türkiye özne oldu, “Acaba ne der” diyerek hem denizin ötesine baktık.

Geçenlerde yine bir hükümet krizimiz vardı hatırlayın, ve yine hükümet üyelerinin İstanbul ziyareti için “Erdoğan acaba ne dedi” mealinde düşüncelere kapılmıştık.

 ‘Ankara ile ters düşmeme’ dengesinde yürüyenler de bilmeyerek ya da bilerek ters düzenler de hükümetten düşmedi mi aslında?

Hepsi düştü…

Çünkü zaman zaman Ankara farklı, toplum farklı söyledi.

Bu ikilem, bu zıtlık ya da bu denge adına ne derseniz deyin bir seçim stratejisi olamaz, olmamalı!

Ersin Tatar’ın “Ankara ile en iyi ben geçinirim” iddiası ile Mustafa Akıncı’nın “Ankara’ya en iyi ben baş kaldırırım” önermesini aynı ölçekte sığ ve anlamsız buluyorum. 

Zira, ne Kıbrıs meselesinde ne de iç konularda TC-KKTC ilişkileri sağlıklı değil, sürdürülebilir de değil, tamam da değil.

                                                           ***

Başa dönecek olursak, esas soru şu: Biz ne istiyoruz?
Ya da ne istediğimizi biliyor muyuz?

Ankara ile çatışmak kavga etmek gerilmek mi istiyoruz?

Yoksa Ankara ile uzlaşmak, kendi doğrularımızı söylemek, konuşmak ortak yolu bulmak sesimizi duyurmak mı?

Hangisini istiyoruz?

Eğer ne istediğimizi biliyorsak bunu Ankara’ya anlatmak için ne yapmalıyız/ ne yapacağız?
TC-KKTC ilişkilerini daha sağlıklı bir yapıya kavuşturmak için hükümet süreçlerini ve Kıbrıs sorununu bir gerginlik/karşıtlık sahnesi veya tapınma ayini olarak kullanmaya devam mı edeceğiz?

İlişkilerdeki kötü gidişatı ortadan kaldıracak olan ne karşıtlık siyasetidir ne de biat politikası!

Bunu, bu iddiada olan siyasiler yapamaz!

Ya gererler ortamı, ya da biat ederek küçülürler, toplumu küçültürler…

 

TC-KKTC ilişkilerini şimdiki “veren-alan” ya da “söyleyen-dinleyen” konumundan çıkaracak olan bürokrasi de değildir elbette…

Bunu başaracak olan topyekun toplumun, Kıbrıslı Türklerin kendisidir.

Doğduğu yer neresi olursa olsun, bu sağlıksız ortamdan zarar gören her birey bunu değiştirmek için elini taşın altına koymalıdır.

Bu taşın altına koyma adımına siyaset de diplomasi ve diyalog ile katılmalı ve bizim ne düşündüğümüz ileriye taşınmalıdır.

Örneğin Kıbrıslı Türklerin yaşam tarzına müdahalelerden hoşlanmadığı, buna sağcısından solcusuna kadar herkesin tepki gösterdiği en üst düzeyde Ankara’ya anlatılmalıdır.

Hassasiyetlerimiz ile ilgili örnekleri çoğaltabilirsiniz, dahasını siz de biliyorsunuz, uzatmaya gerek yok.

Kısacası hem siyasette hem de toplumsal olarak yeni bir döneme girdiğimiz çok belli…

Ve bu dönemde Kıbrıslı Türkleri daha iyi anlatan, özne olmasını sağlayacak, TC-KKTC ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine çekecek siyaset ve siyasetçiye ihtiyaç vardır. 

‘Gerilmek’ ya da ‘küçülmek’ yerine diyalog, diplomasi dilini kullanan kimseye küsmeyen, kimsenin önünde küçülmeyen, toplumları germeyen, konuşan ve anlatan bir lidere ihtiyaç vardır…

Bu yazı toplam 2823 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar