1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Bildiğimiz Dünyanın Sonu” * (Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim)
“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” * (Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim)

“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” * (Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim)

“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” * (Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim)

A+A-

 

Wallerstein’in1999 yılında yayınlanan ve Türkçede 2000 yılında Metis yayınları arasında çıkan söz konusu eseri, gerek yayınlandığı tarihte evrensel ölçekte yaşanan gelişmeler ve gerekse bu gelişmelere bağlı olarak hem içerdiği değerlendirmeler ve önermeler bağlamında, hem de alan genişlettiği tartışma ortamları bakımından göz ardı edilemeyecek bir çalışma.

İki Kutuplu dünyanın sona erdiği, kaotik bir sürecin yaşandığı bu dönemde Wallerstein’i ilginç kılan hususların başında, yaygın olan anlayışların aksine yeni dönemin aynı zamanda yerleşik hâkim sistemin -‘kapitalizmin’- de sonu olduğunu öne sürmesi ve de bununla ilişkili olarak modernitenin -bu kapitalizm de demek- zemin teşkil ettiği sosyal bilimlerin ve de felsefenin kendini gözden geçirmesi gerektiği konusundaki ısrarıdır.

Nitekim kitapta yer alan yazıların ‘Kapitalizm Dünyası’ ve ‘Bilgi Dünyası’ olarak iki ana başlık altında toplanmış olmaları -birincisinde, sistemin yapısal değerlendirilmelere tabi tutularak eleştirilmesi; ikincisinde bu sistem üzerinden gelişen sosyal bilimler ve felsefeye dair bilgilerin değerlendirilmesi ve bir bakıma yeniden oluşturulması gerekliliğine yapılan vurgu- da buradan kaynaklanmaktadır.

Wallerstein’e dair altı çizilmesi gereken bir başka önemli nokta ise, onun hâlen yaşamakta olduğumuz bu dönemi ‘belirsizlik ve yaratıcılık’ın hâkim olduğu - olması gerektiği- bir ‘geçiş’ dönemi olarak kabul etmesidir.

“Ben karanlık bir ormanın tam ortasında olduğumuza ve ne yöne gitmemiz gerektiği konusunda yeterli netliğe sahip olmadığımıza inanıyorum.

Bunu acilen hep birlikte tartışmamız gerektiğine ve bu tartışmaya gerçekten dünya çapında katılınması gerektiğine inanıyorum” derken işaret ettiği de budur ve yeni dönemi anlamak ve ona müdahil olmak bakımından da bu durum kanımca ayrıca altı çizilmesi gereken bir husustur.

Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısı için değerlendirmelerini kendince kabul ettiği ‘üç öncül’ üzerinden sürdürmektedir Wallerstein: Birincisi, bütün sistemler gibi tarihsel sistemlerin de ölümcül, yani “ bir başlangıçları, uzun bir gelişmeleri ve dengeden uzaklaşıp çatallanma noktalarına ulaştıkça yaklaştıkları bir sonları olduğu” öncülü; ikincisi, bu ‘çatallanma noktaları’nda normal zamanların aksine “küçük girdilerin büyük çıktılar” yarattıkları ve yine bu tür ‘çatallanmaların’ sonuçlarının “bünyevi olarak belirsiz” oldukları öncülü; üçüncüsü ise, bugünkü modern dünya sisteminin
“tarihsel bir sistem olarak ölümcül bir krize girmiş olduğu ve varlığını elli yıl daha sürdürmesinin pek muhtemel olmadığı” öncülüdür.

Öncüllerinin doğruluğunu bizatihi kendisi tartışmaya açan Wallerstein’in buradan hareketle vardığı “ahlâki ve siyasi sonuçlar” ise ayrıca dikkat çekicidir. Bu sonuçları ise şöyle özetlemek mümkündür:

Bir: “Her türlü biçimiyle Aydınlanma’nın vazettiğinin tersine, ilerleme hiç de kaçınılmaz” değildir. İki: “Modernliğin temel öncüllerinden biri olan, kesinliklere duyulan inancın, körleştirici ve sakatlayıcı” olduğudur. (Bu Kartezyen- Newtoncu modern bilim anlayışına yönelik bir eleştiri olduğu kadar, yirmi birinci yüzyılın sosyal bilimlerinin nasıl olması gerektiğine dair ipuçlarını da içermektedir.)
Üç: İyi toplum mücadelesinin bugün de sürmekte olduğu ve dahası böylesi mücadelelerin tam da bu zamanlarda, yani “bir tarihsel sistemden bir başkasına geçiş dönemlerinde” çok daha fazla anlam kazandıklarıdır.

Ancak şu da vardır ki, her ne kadar yeni sistemin “yapısal olarak nereye benzeyeceği” bilinemezse de, bunun ‘rasyonel’ olmasını sağlayacak iki temel ölçütün ‘eşitlikçi’ ve ‘demokratik’ olmaklığı da Wallerstein’e göre bir zorunluluktur. O bu zorunluluğu şöyle açıklamaktadır:

“Tarihsel bir sistem demokratik değilse eşitlikçi olamaz; çünkü demokratik olmayan bir sistem gücü eşitsiz biçimde dağıtan bir sistemdir ki bu da onun başka her şeyi de eşitsiz bir biçimde dağıtacağı anlamına gelir. Eşitlikçi olmadığında demokratik olmayacaktır, çünkü eşitlikçi olmayan bir sistem, bazı insanların diğerlerinden daha fazla maddi imkâna, dolayısıyla kaçınılmaz olarak da daha fazla siyasi güce sahip olacakları anlamına gelir.” Dört: Wallerstein’in çıkardığı -benim de çok önemsediğim- bir diğer sonuç ise “belirsizliğin harika bir şey olduğu ve kesinliğin, gerçek olsaydı, ahlâken ölmek demek olacağıdır.
Gelecek hakkında kesin bilgiye sahip olsaydık, herhangi bir şey yapmaya yönelik ahlâki bir zorlama olmazdı.
Bütün eylemler tayin edilmiş olan kesinlik içine düşeceği için, her türlü ihtirasın bağımlısı olmakta
ve her türlü bencilliği yapmakta serbest olurduk.
Eğer her şey belirsizse, o zaman gelecek yaratıcılığa, hem de sadece insanın değil, bütün doğanın yaratıcılığına açıktır.”

Son söz olarak şunu söylemek mümkün: Bir ‘geçiş’ döneminin yaşandığı günümüz dünyasında Wallerstein, sol başta olmak üzere, hem zihinsel konformizmin sınırlarını aşmak, hem bu süreci anlamak ve hem de ona yaratıcı önermeler üzerinden müdahil olabilmek adına güçlü bir referans.

*“Bildiğimiz Dünyanın Sonu”. Immanuel Wallerstein.
İstanbul: Metis 2000.
280 s.

Bu haber toplam 4571 defa okunmuştur
Gaile 353. Sayısı

Gaile 353. Sayısı